Sui caedere bugüne kadar kimseyle göz göze gelmemişti. Yani onunla karşılaştıktan sonra yaşamına devam edecek hiç kimseyle. Onun gözlerine bakıp da derin karanlığa hapsolmamış kimse olmamıştır. Gözleri insanları tutsak etmediği zamanlarda deniz mavisinden türkuaz yeşiline dek değişen bir tonlamaya sahiptir. Ona dair hatıralarımız bedenin limitlerini zorladığımız, gözlerindeki kara deliklere kilitlendiğimiz o nadir anlarda olmuştur hep…
İçerisinin ifşası ne zamandır beri bize çekici gelmeye başladı? İçerisi yani derinin arkasındaki yüz nasıl durur, bedenin içinde dolaşıp duran kan dışarı çıksa izleyende nasıl bir etki yaratır, bağırsaklara dokunsak ya da oradaki dünyayı okusak ya da rüyaların fantazmatik içeriklerini psikanalizle yorumlamaya çalışsak? Bilinçdışının dehlizlerinde kaybolsak nasıl olur? Bedenin, zihinlerin sınırlarını zorlayan bu eserlerin yolları Dadaizm ile kesişir mi? Olaylar tarafından bir yerden bir yere savrulmak, tortulaşmaya karşı olmak, bir koltukta kısa süre oturmak ya da hayatını tehlikeye atmayı göze almak… Tüm bu sınırlarının ötesinde ne olduğunu keşfetmek… O halde ölümle yaşam arasındaki o an’ı kucaklayacağınız örnekler verelim tabi buradan sonrasının okumaya içiniz el verirse.
Altay Öktem… Tanrı Acıkınca neler olabileceğini daha doğrusu bağırsaklarınızda nasıl bir dünyanın var olduğunu, bağırsaktan beyine giden Shigella adlı bir bağırsak parazitinin gözünden ironik bir şekilde anlatırken içinizde devinip duran bağırsaklarınız bir anda korkunun merkezi olur. Dehşet duygusu size bu sefer çok yakındır, hatta tam da içinizdedir.
Mona Hatoum… Ten aldatır temasıyla bir dizi esere imza atan, insan bedenin gizemlerini araştırırken politik, feminist ve dilbilimsel duruluşunu iç organları sahneye çıkarak ortaya koymayı tercih eden Lübnanlı bir sanatçı. Hatoum annesini duştayken fotoğraflayarak mektuplaşmalarını seslendirdiği videosunda cinselliği ve kültürel farklılıkları tartışmıştı. Ona Turner ödülünü kazandıran çalışması ise kendi beden açıklıklarına yerleştirdiği cerrahi bir kamera ile uzaktan endoskopik fotoğraflarını paylaştığı Corps étranger (Yabancı Beden) adlı çarpıcı videosu oldu.
Alain Milller, Mark Quinn… Gizli olan iç bölgenin ifşasına rastladığımız diğer çalışmalar arasında Alain Miller’ın “Eye Love Eye” adlı derinin arkasındakini resmeden yağlı boya tablosu, Mark Quinn’in de kendi kafasının heykeli bulunmakta. Bu heykelin özelliği 5 ay boyunca 4-5lt kadar biriktirip dondurduğu kendi kanından yapılmış olması. Her 5 yılda bir yeniden yapılan “Self” adlı bu bağımsız kafa varoluşun kırılganlığına yapılan bir gönderme adeta.
Veijo Rönkkönen… İnsan bedeni korkunç mudur? Bahsettiğim yalnızca insan bedeni, herhangi bir psikolojik hikâyesi olmaksızın herhangi bir uzuv, örneğin dişler… Pek sanmıyorum, kimse dişleri düşününce dehşete benzer bir duyguya kapılmaz. Peki, insan dişleri tuhaf heykellerde kullanılsa? Bu birbirinin aynısı heykeller küçük bir parkta aynı anda 250 çeşit yoga pozisyonunu gösterse? Parka giriş ve çıkışta kalabalık bir şekilde spor yapan çocuklar, hayvanlar, grotesk yaratıklar geçip gittiğiniz yol boyunca bozulmuş bir ayna görüntüsü çizse korkunç olur mu, sınırlarınızın ötesine geçer mi? Dolaştığınız park, karanlık, izole ve ıssız atmosferiyle tanınan Finlandiya’nın Koitsanlahti kasabasında yer alan “Parikkala Sculpture Park (Parikkala Heykel Parkı)” ise dehşetin betonarme haline hoş geldiniz! Heykeltıraş Veijo Rönkkönen’in yarım hektarlık bir alanı kaplayan bu kendi eleriyle yarattığı yaşam 50 yıl kadar sürmüş olup 550 beton heykeli barındırıyor. Parikkala’da bir kâğıt fabrikasında çalışan Rönkkönen yaşadığı evin etrafına heykellerle dolu bir park tasarlamış, yaşadığı dönem boyunca da parkı ücretsiz ziyarete açmakla birlikte hiç kimseyle tek kelime konuşmamıştır.
Parkın en can alıcı noktası heykellerin yüz ifadelerinde karşılaştığınız dehşet duygusu. Tüm bu manzara park içindeki tüyler ürpertici rüzgâr uğultularıyla da birleşince insan olmaya çok çok yakınlaşan bu heykellerde esrarengiz vadi teoremi ile açıklanan bir yabancılık ve uzaklaşma tepkisiyle karşılaşıyor ve bir kez daha sınırların ötesine geçiyorsunuz.
“…kendinin ve diğerlerinin limitlerini keşfetmek kesinlikle çok ilginç bir yol. Sonuçta kendini yok edeceksen, neden limitleri olsun ki? Eğer bakarsınız etrafımızda her zaman sınırlar ve zincirler olduğunu görürsünüz.”
Kim Carlsson/Lifelover
Peki, bu konuyu bizzat canlandırmak istesek nasıl olur? Kendi bedenimiz tuval olsa, dışarı sızan kan da kelimelerimiz…
Bill Viola doğum ve ölüm anlarını bir video enstalasyonunda kullanmıştı. Vücut sanatçısı Ive Tabor damarlarına bir sonda yerleştirip, kalbini durdurarak yaşamla ölüm arasındaki çizgiyi keşfetmeye çalıştı. 70’lerde çıkmış Viennese Aktionists, dadaizmden etkilenen COUM Transmissions gibi akımların takipçileri ve Chris Burden, Franko B, Ron Athey gibi sanatçılar kendi vücudunu yaralayarak, kan akıtarak sosyal tabuların sınırlarını zorluyorlardı. Amaç izleyiciye kimliğini ve ölümlülüğünü sorgulatmaktı. İzleyen ve izlenenin özdeşleştirdiği bu canlı şovlarda insanın yaralanabilirliği gözler önüne serilirken, insanın vücut bütünlüğünün bozulmasına dair duyduğu korku işleniyordu.
Franco B damarlarındaki kanın baygınlık noktasına gelinceye kadar boşaltırken, Ron Athey koluna batırdığı 30 deri altı iğnesiyle birlikte İsa’nın çarmıha gerişine gönderme yapacak şekilde iğnelerden oluşan dikenli tacı giymişti. Performanslar ritüele dönüşüp zaman zaman izleyici üzerinde şoklara neden olan bu Live Art performansları kendini, bedenini tanımak, sosyal ve fiziksel sınırların ötesine geçmek için kullanılan bir tür kendini kurban etme ve arınma ayini olarak kabul edilmekte.
Live Art’ın müzikteki yansımalarına punk müziğinde bolca rastlamak mümkün. GG Allin’in kendini yaralama seanslarını sahnede çılgınca icra etmesi punk’ın sahte sosyal değerleri alaşağı etme, sınırları zorlama ve ele avuca sığmaz kötü çocuk duruşuyla gayet tutarlı. Müziğin karanlık ve vahşi hali punk’tan sonra 80’lerin sonu 90’ların başında ortaya çıkan 2. Dalga dalga Black Metal’inde vücut bulmaya başlamıştı. Türün kurucularında Mayhem’in vokali Dead, Ölüm deneyimini sahneye bizzat taşımak için deri kıyafetlerini toprağa gömer, sahneye de ölü kuzgunla çıkardı. Daha sonra domuz ya da keçi kafası ve bir dizi kanla bu performanslar başka gruplarca sürdürüldü. Gorgoroth, Watain, Dimmu Borgir şovlarında bu sınır ötesi durumları sık sık deneyimlediler. Ortalığın kan kokusu ve kemikten geçilmediği konserlerin en meşhurları ise şimdilik Belphegor’a ait görünüyor. Black metal içindeki bu ekol evirilerek varlığını sürdürmeye devam etti. 90’ların sonunda Black metalin bir alt türü olarak kendini yaralama ve intihar felsefesine kafa patlatan suicidal black metal türünün çıkışıyla sahne performansları tekrar ve bu sefer daha canlı bir şekilde kana bulandı. Shining’den Niklas Kvarforth, Lifelover’dan Kim Carlsson ve Forgotten Tomb’dan Herr Morbid bu performanslarda en çok kan akıtan müzisyenlerdendi. Elbette bu akım da underground müzik dünyasında hem müzisyen hem de dinleyici tarafından oldukça fazla takipçi buldu. Kendini yaralama fotoğrafları albüm kapaklarında yerini buldu. Bunlardan en çarpıcı olanı ise Dead’in intiharının Mayhem tarafından Dawn of Black Hearts albüm kapağında kullanılması oldu.
Tüm bu vahşet tiyatrosu, ölümcül deneyler, sınırların yıkılması elbette hepimizde şok etkisi yarattı. Bütünlüğümüzün bozulmasından duyduğumuz korku depreşti, kaygımız arttı. Sınırların aşılması, varoluşun sorgulanması, ölüm vurgusu ve zifiri karanlık… Sanatın bu gizli olanı ifşa etmesiyle büyülendik mi biraz? İçimizden dışarı sızan yaşam, kan, dışarı çıktığında tam olarak ne oldu? Alındığında yaşam, kaybettiğinde ölüm, birazını tuttuğunda esrime yaratan bu suyruğa dair parodiler bir tür eksiğin inkârı olabilir mi? İnsan bedeni ile ilgili duyduğumuz kaygılar yatıştı mı?
Anatomi bilinçdışı, dil ve fanteziyle ilgili kaygılarımıza dair bize ne verebilir?
Sui caedere hiçbir hayat belirtisi taşımaz, hayat dolu hiç değildir, onun tüm doluluğu tutkulardır. İnsanların tutkusunun şiddetine göre değişir kostümü. En ateşli ölüm sevicilerinin karşısına tüm bedenini saran alevler misali ateş kırmızısı seksi bir kostümüyle çıkarken saçları kızıla çalar, bakışlarında ise zehir yeşili vardır. En soğukkanlıların yanında buzdan bir kraliçedir o. Kutup ayısının postundan yapılmış yırtık bir kürkün altında göz alıcı parlaklıkta buz mavisi kostümü göze çarpar. Sanki yüreğinden sarkıtlar akmakta, belinde buzdan parmaklar dolaşmaktadır. Kürklü omuzlarından buzdan sivri tırnaklara benzeyen eller uzanır. Platin sarısına çalan saçlarının simsiyah dipleri kimsenin dikkatini çekmez. O adeta gri mavi gözlerle tüm bu can çekişmeyi kayıtsız bir şekilde izleyen buzdan bir tanrıçadır.
Zeynep Çolakoğlu
böyle edebi bir yazıyı ancak zeynep yazabilir…muhteşem kelime ve ifadeler özellikle adebiat dili…Tabi kiii hikayede düşündürücü….
Sevgili Dead in meşhur bir sözü vardır bu vecize onu ve düşüncelerini çok iyi yansıtır Jag är inte en människa. Det här är bara en dröm, och snart vaknar jag. Det var för kallt och blodet levrades hela tiden (Ben insan değilim! Bu bir rüya ve ben yakında uyanacağım! Çok soğuktu ve benim kanım her zaman donmuştu!)
Hayatım boyunca dinlediğim en büyüleyici en karanlık şeyleri hep Dead li ve Euronymous lu Mayhem yapmıştır hala dinlerim günlük dinlerim. Mesela insanlık tarihinin en karanlık konseri Leipzig de verdikleri konserden ama ne yazık ki konseri izleyen guruh pek bi kazmaymış Dead sürekli katılın konsere eşlik edin diyerek sövüyor belli ki orada ki kitle tarihe geçecek bir konserde olduğunun farkında değiller zaten Dead li Mayhem in Norveç dışında verdiği iki konserden biri diğeri ise meşhur İzmir konseri (şu an o tarihe yeniden dönmek için ne vermezdim ula) yalnız o konserde pek bir rezil bizim mal polislerin basması konseri kalacak yer sorunu filan baya bascı Necrobutcher ı sinir etmiş olmalı ki bir daha gelmeyeceğiz oraya diyordu ki güzel haber fikrini değiştirmişler resmi tumblr hesabında gelmek istediklerini söylediler konsere (Dead ve Euronymous olmadan ne kadar Mayhem oluyo o da başka konu) şu an duvarımda meşhur Dawn of the Black Hearts albümü kapağının resmi altında yazıyorum bu yazıları hayatımı onun koleksiyonunu yaparak geçiriyorum :))
Dinleyenlerin Dead in yazdığı şarkılarda ki vokale ve şarkı sözlere hayran kalmaması mümkün değil