En son ne zaman bir radyo veya televizyon başında sevdiğim şarkının çıkmasını bekledim hatırlamıyorum. Hatırlamayışım buna uzun zamandır gerek olmadığından, artık her şey elimizin altında. Bazen öyle zamanlar oluyor ki 3 dakikalık şarkı bitmeden, alacağımı alıp diğer şarkıya geçiyorum. Hızlı ve hızla tüketiyoruz. Bunun parfüm sektörüne vuran kısmı ise şu: kısa sürede üretilen, birbirine benzeyen bir sürü kokulu sıvı. 1905 doğumlu Eau Sauvage, Diorissimo gibi parfümlerin ustası Edmond Roudnitska’nın hayatı boyunca yarattığı parfüm sayısı yaklaşık 20 iken, neredeyse şimdiki çömez parfümörler bu sayıyı yakalamış durumda.
Genel beğeniye uyma çabasına karşıt felsefeyle çıkmış çoğu niche parfüm markasının bile kısa sürede yarattığı fazla miktarda kokulu su sonrası çıkan akıntılarına kapılıp gittiğine, bazı markaların ve/veya parfümlerinin bu akıntıda boğulduğuna şahit oluyoruz. Artık belli bir ücret ödüyoruz, güzel kokma amacıyla bir hizmeti alıyoruz (muhtemelen de bir arkadaşımızınkine benziyoruz). İş böylesi bir zanaate dönmüşken, kullandığımız parfümler bize öznellikle yoğurma fırsatı sunamayıp fazlaca somutlaşmışken, bugün dünyadan biraz uzaklaşıp ve tekrar bizi ‘soyut sanat’la karşılaştıran Naomi Goodsir markasından bahsedeceğim.
Naomi Goodsir, kendine özgü stili ve zarafet anlayışıyla asıl tutkusu şapkalar olan bir moda tasarımcısı. Avusturalya’da yaşadığı sırada şu an parfüm markasının kreatif direktörü Renaud Coutaudier ile tanışıyor ve kariyerini öteye taşımak için Fransa’ya yerleşiyor. Renaud Coutaudier; Isabelle Doyen, Julien Rasquinet gibi isimlerin görev aldığı IRIE, Collette Dinnigan gibi markalar/moda tasarımcılarıyla daha önce çalışmış, sektörde uzun yıllar var olan bir isim. Bu deneyimle Coutaudier, başta parfüm hakkında pek de bilgisi olmayan Goodsir’ü ikna etmeyi başarıyor.
Naomi Goodsir bir röportajında şöyle diyor: “Yaratmak için ellerimi kullanmak benim gerçek tutkum.” Goodsir kendini ifade etme aracı şapkalarken, parfümle sanat arasındaki bağlantıyı görüyor, bir nevi estetik bağımlılığıyla yaratıcılığını -kesinlikle sanatçı olarak kabul ettiği- parfümörlerin elleriyle paylaştığı parfüm dünyasına belirli bir hedef pazar değerlendirmesi olmadan adım atıyor.
Naomi Goodsir parfümleri, köklerini Edmond Roudnitska’nın evinin olduğu Cabris’te buluyor; ayrıca Roudnitska, Coutaudier’nin kendisinin doğduğu yıl annesi tarafından babasına hediye edilen ve o zamandan beri babasının değiştirmeden kullandığı Eau Sauvage’ın da parfümörü. Goodsir bu tesadüfü çok sevdiğini belirtiyor; kim bilir Roudnitska belki de 2012 yılından beri 10 yılda çıkardıkları ‘altı’ az ama öz parfümün de ilhamıdır.
Gelin biz de ‘iyi’ ‘kötü’ ‘güzel’ ‘çirkin’ gibi sıfatları dışarıda bırakıp, kendinizle karşılaşma imkanı veren, hangi bakışın ne olduğunun önemi olmadan, daha öznel bir deneyim sunmaya çalışan markanın, Goodsir’in deyişiyle ‘görünmez kokulu aksesuarlar’ının kapılarını birlikte aralayalım.
1.Bois d’Ascèse
Renaud Coutaudier’nin, Naomi Goodsir ile tanıştığından beri Goodsir’in kendi parfüm markasını yaratma fikri var. Sonunda 2012’de Julien Rasquinet’in parfümörlüğünü yaptığı ilk iki parfümlerini piyasaya çıkarıyorlar: Bois d’Ascese ve Cuir Velours.
Naomi Goodsir çocukluğunu, ileride -gerek şapka tasarımlarında olsun, gerek parfüm çıkış noktalarında- ilham alacağı, Avustralya’nın güneydoğusunda Yeni Güney Galler’de geçiriyor. Babası bir ornitolojist yani kuşların türlerini, davranışlarını, dağılımlarını vs inceliyor, ülkenin doğal güzelliklerini korumak için kendisini adamış hatta Avustralya kuşları hakkında çocuklar için resimli bir rehber yazan ilk Avustralyalı yazar.
Goodsir vaktini yeşil tepelerde at binerek, sığır ve koyun çiftliklerinde çalışarak, köpekten tavuğa, kangurudan tavşana çeşitli hayvanların içinde geçirirken bir yaz çalıların ortasında Avustralya’ya özgü ağaçlardan yapılmış eski bir katolik kilisesinde yangın çıkıyor. İşte gökyüzünü kaplayan küllerden ve rüzgarın her yere savurduğu bu dumanlardan, doğaya verdiği tutkusuyla baba Goodsir’e adanan Bois d’Ascese çıkıyor.
Bois d’Ascese, tütsü notası etrafında çevrelenmiş hikayenin eşlikçileri sedir ve tütünle, tende kaldıkça daha da belirginleşen hafif yanık tadı fevkalade hissettiriyor. Viski ve amber ile ısıtılan parfümle Rasquinet zamansız bir şarkı yaratmayı başarıyor. Kuru, karanlık ancak ayakları yere sağlam basan bir güçlü koku. Parfümü maskulen kullanıma daha uygun buluyorum ve bu çerçevede markanın kesinlikle zaman ayırılıp denenmesi gereken kokularından olduğunu düşünüyorum.
2.Cuir Velours
Cuir Velours, Bois d’Ascese ile birlikte 2012 yılında Julien Rasquinet parfümörlüğünde lanse edilen ikinci parfüm.
Cuir Velours, süt gibi yumuşak ama aynı zamanda kristal parlaklığında tatlılığa sahip bir deri parfümü. Küçük yaşlardan beri ata binerek deri eyer, şapka tasarımcılığıyla atölyesinde güçlü deri kokularına alışkın Goodsir, Julien Rasquinet dokunuşuyla deriyi ehlileştirmeyi başarmış, koklayanı sarıp sarmalayan, duyuların birbirine karıştığı bir parfüm yaratmış.
Gurme, tatlı bir deri parfümü ancak baştan sona ‘tatlı’ hissiyatın tanımları değişiyor. Başta biraz acımsı bir burukluğu olsa da kısa süre sonra süt gibi yumuşak bir tatlılığa evrilen parfümde, zamanla romun da etkisiyle tatlılık parlamaya başlıyor, biraz daha bekledikçe çikolatamsı bir tatlılığa dönüşüyor. Tatlı his bir rakibe meydan okurcasına, kendi yoluna ancak tütsü belirginleşmeye başladıkça giriyor. Süet deri hissiyatı baştan sona net, ancak tatlılığı destekleyici bir yerde duruyor. Ben parfümü uniseks kullanıma daha yakın bulsam da, kadın kullanımına çok ayrı bir zarafet katacağını düşünüyorum.
3.Or du Sérail
Hikaye anlatıcılığında beni çok heyecanlandıran bir teknik var: plot twist. Tam Türkçe karşılığı yok bu terimin, hikayenin olay örgüsünde beklenenin dışında bir değişiklik oluyor. Kısaca sürpriz sonlar, sağ gösterip sol vuranlar bu teknikten faydalanıyor. Birdenbire ortaya çıkan da oluyor, hikayenin tamamı boyunca ince ince kurulan da. Bilgi vermeden şaşırtmak kolay, o yüzden birdenbire ortaya çıkan twist örneklerini sevemiyorum. Or du Sérail de güzel bir twist örneği bana kalırsa. Parfümü koklamadan notalarına baktığınızda her şey net gibi görünüyor; üst notlarda mango, elma gibi meyveler, orta notalarda hindistancevizi, rom, alt notalarda bal, tütün, balmumu. Aklınıza şimdiden bir koku geldiyse bekleyin, çünkü bu parfümde işler biraz farklı.
Parfüm 2014 yılında lanse edildi ve parfümörü Bertrand Duchaufour. Or du Sérail, ‘saray altını’ demek, parfümün çıkışında kafalarındaki fikir Doğu-Batı sentezi, farklı gelenekleri tek bir şişede sunacak oryantal altın bir tütün parfümü.
Parfüm yoğun yapışkan bir tatlılıkla açılıyor. Bu noktada ‘hani saray, hani altınlar’ diye sorgularken kendinizi ayı Winnie gibi hissetmemek için tek dayanağınız romlu boozy hava ve ustaca kullanılmış kırmızı meyveler oluyor. Neyse ki kısa süre sonra parlamaya başlıyor, tütünün daha da belirgin hale gelmesiyle parfümün zengin derin kompozisyonu oturuyor. Or du Sérail gerçekten sarı sarı parlayan bir parfüm (acaba Duchaufour altının kokusunu yaratınca ‘Eureka!’ diye bağırmış mıdır?), üstelik hem marka çizgisinde çok katmanlı bir gourmand hem de çizginin çok ötesinde bir aydınlığa, canlılığa ve enerjiye sahip. Beklentilerinizle oynayan bu tatlılık hakkında artık daha fazla spoiler verip, katili de söylemeyeyim.
4.Iris Cendré
Iris Cendré 2015 yılında lanse edildi ve markanın Julien Rasquinet ile işbirliğinden doğan üçüncü parfümü. Iris Cendré ‘küllü iris’ gibi bir anlama geliyor; Rasquinet’in markayla tütsü merkezli parfümünü (Bois d’Ascese), gurme deri ve tütsüsünü (Cuir Velours) gördük, şimdi de sıra tütsü, iris ve tütün birlikteliğinde.
Parfüm irisin soğuk, neredeyse ıslak ve yeşil havasıyla açılıyor. Parfüm kompozisyonuna baktığınızda üst notalarda bergamot, mandalina gibi narenciyeler göze çarpsa da, ekşimsi asidik tarafları yok. Tende kurudukça parfümün ıslaklığı ve yeşilliği, irisin çiğliği yanıp kül oluyor, dumansı havayla buğulanan koku yanına eşlikçisi, yangının sıcaklığı amberi alıyor. Hem sıcak hem soğuk, hem parlak hem buğulu acayip bir koku Iris Cendré.
Aslında ben iris ve menekşe birlikteliğinden pek hoşlanmam. Yüzüme bir yastık bastırılmış da arkasından bir koku koklatılmaya çalışıyormuş gibi hissettirir. Iris Cendré, nadir nefes almama izin veren iris-menekşe parfümlerinden. Markadan beklediğim bir çizgide kremsileşen ama pudralaşmayan bir iris yorumu olmuş.
Rasquinet’in diğer iki parfümü gibi soğuk hava kullanımındansa, dört mevsim tat verecek, her iki cinsiyete de eşit mesafede bir iris yorumu.
5.Nuit de Bakélite
Çeşitli ödüller toplayan, ölmeden önce koklanması gereken parfümler listesine giren, 2020’de son on yılın en iyi 10 niş parfümü arasına giren Nuit de Bakélite, 2017 yılında lanse edildi ve parfümörü Isabelle Doyen.
Bakalit, Leo Hendrik Baekeland isimli Belçikalı kiyager tarafından bulunan formaldehit ve fenol bazlı sentetik reçine, bir nevi modern plastiğin atası. İsim, kimyagerin soyadının başlangıcı ve Yunanca lithos: taş kelimesinin birleşiminden oluşuyor. 1930’larda Chanel, Dior gibi ünlü markaların da el attığı bir pazarla modası patlıyor. Naomi Goodsir, bakalit takıların hayranı ve sürekli kullandığı bu takılara olan ilgisini parfümör Isabelle Doyen ile paylaşıyor. Nuit de Bakélite, adı daha parfüm yaratılmadan var olan markanın tek parfümü olsa da Doyen bu pası oldukça iyi değerlendiriyor.
Markanın deri, tütün, tütsü ve iris gibi sembolik hammadde kullanımından sonra sırada sümbülteberi görüyoruz. Tam markaya yakışacak bir ters köşe sümbülteber kullanımı olduğundan, koklamadan tüm önyargılarınızı bir kenara bırakmanızı tavsiye edebilirim.
Parfüm oldukça yeşil açılıyor, bu baskın çiçeğin floral tatlılığını yeşilliğin arasından koklamaya çalışıyoruz. Daha çok köklerinden tuttuğumuz çiçeğe uzaktan bakmak, baş aşağı sarkıtıp koklamak gibi hissettiriyor. Sümbülteberin dize getirilemez karakterine şekil verilmiş, laktonik tarafı kalmış ama indolik yanı törpülenmiş. Yeşillik tende kurudukça hissedilen plastik hissiyatı, deri ve reçinelerle kirlenmeye başlıyor. Sümbülteber, kendisinin de eğilip bükülebileceğini gösteriyor, esnekliğiyle kompozisyonun tüm karanlık ve kirliğine rağmen, parfümü zarafetle taşımayı başarıyor. Bu modern ezber bozan parfüm, baştan sona uniseks çizgide ilerliyor.
6.Corpus Equus
Corpus Equus 2021 yılında çıktı ve parfümörü Bertrand Duchaufour’un Or du Sérail ile birlikte markadan ikinci parfümü.
Parfüm sert bir deri ile açılıyor, yeni alınmış deri ayakkabı kutusunu açarak yolculuğumuza başlıyoruz. Buradaki deri süet deri değil, ilhamını eyer, dizgin gibi malzemelerde kullanılan sert deriden alıyor. Kısa süre sonra deri ekşimeye başlıyor, bu noktada çok fazla şey oluyor, kokuya biraz daha şans verdikçe yumuşak çiçeksi bir hissiyat ve miskin eklenmesiyle derinin köşeleri kısmen de olsa yuvarlanıyor ve nemleniyor. Tende kaldıkça yabaniliğinden kurtulup huzursuzluğunu sakinliğe bıraksa da animalik, dumansı, karanlık yönünü baştan sona koruyor.
Bertrand Duchaufour, parfümü tasarlarken Pierre Soulages “Outrenoirs”dan ilham aldığını belirtiyor. Bunlar ışıkla oynayan siyah tonlarla kaplı bu büyük tablolar, ziyaretçinin alanına aldığı ışığa göre şekilleniyor. İşte bizim burada kokladığımız da tam olarak bu; sert siyah, yumuşak siyah, nemli siyah, küllü siyah, dumanlı siyah. Duchaufour Corpus Equus üzerinde yaklaşık 8 sene çalışmış, sonunda çeşitli siyah tonlarının kokusunu bulmuş diyebilirim.
Ben parfümlerle ilgili yazmaya başlamadan önce bunun hep şöyle bir şey olduğunu düşünürdüm: saçlarımı tepeden toplarım, loş sarı ışık, arkadan yumuşak kısık sesli bir müzik açarım, bir yandan yazacağım parfümü koklarım, diğer yandan bir kadeh kırmızı şarabımı alıp bilgisayar başına geçerim. Yazmaya başlayınca anladım ki o iş öyle olmuyor, o saç baş dağılıyor, derin düşüncelerle dolu ev içi yürüyüşler ve aroması bitene kadar eşlik eden onlarca sakızla yazı sonlanıyor. Bir yudum alkolle dahi o kelimeler ilerlemese de senaryo bu ya, bir noktada ışığımı kısabilsem de, müziğimi açabilsem de; her şeye rağmen bu yazının eşlikçisi şarap değil, bir Black Label olurmuş.
Keyifli bir koku deneyimi diliyorum.
parfumperver