Kurşunkalem, insan etinden daha çok insan kokar

Kaan Koç

Varoluşunun temelleri milattan öncesine dayanan, bugünkü haline en yakın şeklinden yaklaşık 500 sene önce bahsedilen ve modern görünüşüyle 1795’te ortaya çıkan bir şey nasıl kokar? İnsanlığın tarihini oluşturan tüm notlarda, şiirlerde, tarih yazmalarında, iç dökmelerde ve mektuplarda parmağı bulunan bir ürpertici nesnenin kokusu neye benzer? Onu, ruhunu bir kenara bırakarak, tüm geçmişini ve aslında ne kadar sihirli bir araç oluşunu bir an olsun unutarak koklayabilmek mümkün müdür? Ya da bunu denemek makul müdür, mümkün müdür, hakkaniyetli midir? Kurşunkalemin kokusu, insanlığın kokusudur aslında. Kimi kokular, başka kokularla benzerlik kurularak anlatılamaz. Tıpkı kimi yapılar, şehirler, sanat eserleri gibi. Gidip de İstanbul’u anlatmak isterseniz birine, falanca şehre benzer diyemezsiniz. Bu hiçbir şey ifade etmez; anlatmaya çalışanın acziyeti dışında. Notre Dame katedralini, Rodin’in Düşünen Adam heykelini, Modigliani’nin kadınlarını… kurşunkalem de öyle bir şey; kokusu, insanın hislerinin ve yaşadıklarının kokusudur. Kişisel geçmişimden yola çıkabilirim sadece; içimden ya da dışımdan ağlayarak katıldığım ilkokul birinci sınıfın ilk günlerinde, o beton duvarların içine, evimden, odamdan uzakta ilk girişimde beynime kazınan en güçlü kokudur kurşunkalemin kokusu. Korkudur benim için o koku. Yalnızlık korkusu. Başarısızlık korkusu. Karın ağrısı kokusu. Sonra heyecan, öğrenme telaşı, keşfetme mutluluğu, merak ateşi, teneffüs zili. Çöp kutusunun başında dersten kaytarmak için ağır ağır ucunun açıldığı dakikalarda, kaçamağın kokusudur, kuralları delmenin kokusu.

Yıllar geçtikçe, okul binaları bana daha ufak, öğrendiklerim daha büyük gelmeye başladıkça, kabıma sığamaz olmuşken, geceleri bir başıma karaladığım cümlelerin, bilinmezliğin, bir idealin kokusu oluvermiştir. Hele ki hayatını yazmaya adamış, yazmayı hayat edinmiş bir insan olarak bana, kurşunkalemin kokusu zamanla kutsal bir kokuya dönüşmüştür. Alırım, ne zaman bir güzel kurşunkalem görsem, bir başka ülkede bir kırtasiye bulup heyecanla içeri dalıversem mutlaka güzel kurşunkalemler alırım kendime. Fakat gel gör ki çoğu değil yaza yaza tükenmek, tek bir harf bile karalamadı şimdiye dek benimle. Çünkü onlara birer anıt niteliği biçen saplantılı zihnim yüzünden, odamın pekçok yeri, masamda duran 4 kalemlik, dolaptaki birkaç büyük kutu kurşunkalemlerle dolu. Çünkü kurşunkalemlerin şu trajik hali bana hep barışamadığım tükeniş duygusunu yaşatıyor; varolabilmek için yazan bir adam olarak onları araç edindiğimde, onlar her çizgide, kağıdın üzerinde her gidiş gelişte ufak ufak yok oluyorlar. Fazla dürüst kokuyor kurşunkalemler bu yüzden. Bu dürüstlükle yüzleşmek için, birkaç yıl önce yolda görüp de eve getirdiğim, kitaplık rafıma bir heykel gibi diktiğim kurşunkaleme ne demeli peki? Boyu 3 santim kalmış, tek bir kalemtraş darbesini, tek bir saçma kelime yazmayı bile kaldıramayacak halde, cüce suretiyle dikiliveriyor karşımda her gün. Kurşunkalem direnç kokuyor, dirayet kokuyor. Ölümden önceki son akılda kalan kuvvet, yaşam başladıktan sonraki ilk akla kazınan hafıza kokuyor.

Kurşunkalemin kokusu, kurşunkalemle yazılamayacak kadar gerçek. Elbet günümüzde, onca dijital ekran, onca dolma kalem türü, onca tükenmez kalem varken kurşunkalem buram buram yoksulluk da kokuyor. Napolyon’un ordusundaki bir subayın 1795’te son halini icat ettiği bu bilge araç, o günden bugüne de aslında en çok bir başınalık kokuyor. Bilmiyorum var mıdır bu kokuda bir parfüm; elbet bunu deneyen, böyle kokmak isteyen ya da bu kokuyla ortaya çıkaracağı şaşkınlığın ses getireceğini düşünen olmuştur ama sanıyorum ki saf kurşunkalem kokusuna, çiçeği börtü böceği karıştırmadan, sırf kurşunkalem kokusuna bir parfüm olarak uzun süre tahammül edebilmek de herkesin harcı değildir. Çünkü sert bir kokudur kurşunkalem; burun girişi, beyinde işlenişi olarak değil, varlığının taşınması ve anlamıyla da kurşun gibi ağırdır. Ama ben, böyle bir parfüm bulsam, en çok odama çekildiğim anlarda o parfümü sıkardım üstüme. Varlığımın ciddiyetini, dünün külfetini ve birikimini, yarının her şeyi yazmaya müsait bir kağıt parçası olduğunu unutmadan kendimi özgürce sözcüklere bırakabilmek için. Özgürlük kokan kurşunkalem, yalnızlığın bir başına keyfini, korkulu gecelerin heyecan dolu keşiflerini, ölüme devrilen hayatın yaşama ciddiyetini, hayallerimin hep o ilkokula adım atan çocuk kadar titrek ama dipdiri olduğunu anlatır bana. Kurşunkalem, insan etinden daha çok insan kokar çünkü.