Hayatta sıcağı sıcağına hissedilmeyen, üzerinden vakit geçtikçe ağrısı da, kızarıklığı da, şişi de artan sinsi yaralar var. Zamanın yardım ve yataklığında enfeksiyon dahi kapar bunlar…. Zamanın yardım ve yataklığında enfeksiyon dahi kapar bunlar. Ben de böyle olacağını bildiğimden mi, içtiklerimin etkisinden mi, bir semtin ara sokaklarından merkeze doğru sallandım o gece. Aklımda “hangisi daha basit olur?” sorusu vardı. Herşeyi unutmak mı? Bu gece bu hayata istifayı basmak mı? Doğruyu, bezini yeni solumuş tinerci ya da kibritle koluna baş harfler kazımış arabesk aşıkların bakış açısı değil, evrimle yaradılış teorileri arasında kalmış bir bilim adamı titizliğiyle arıyordum. Sonra fikirlerim yenişemedi. Kararsız kaldım. Duraktan bir taksiye binip “karşıya” dedim. Özellikle duraktan bindim ki eğer köprüde atlamaya karar verirsem, soruşturmaya ilk onun semtinden başlansın istiyordum. O kadar da haberi olsun arkadaşın, ben burada ölüyorum…
Gece vakti arayabileceğim biri vardı. Çok hoşlanıyordu benden. Taksimde eğlendiğimiz normal bir akşam “istersen gel bizde kal” demişti. Basit bir kız olduğunu düşünmemem için o kadar dikkat ederek, öyle utanarak söylemişti ki bunu, istemesem de reddedemeyip gitmiştim. Ve kanepesinde uyumuştum o gece. Basit bir erkek olduğumu düşünmesin diye…
Müsait midir, değil midir bilmeden aradım. Evdeydi. “sana gelebilir miyim?” dedim. “hayırdır? bir sorun mu var? Iyi misin?” falan demeden hiç “gel tabi” dedi. Köprünün son metrelerini geride bırakırken, şoföre varış noktamızı nihayet söyleyebildim. Bazı insanlar, başka insanların hayatlarını kurtarmak için var. Onların hayatları tehlikeye girdiği anlarda da, siz değil, arayacakları başka insanlar var. Bu böyle bir düzenek.
Uzun zaman sonra ya da hemen terk edildiğin gece birilerinin yanına gittiğinde, senin yaşadığın “ne işim var burada?” ikilemi neyse, o kapıyı açan için de durum aynı. Yüzümde ite kaka bir gülümseme. Nefesimde alkol. Vicdanımda içten pazarlığın verdiği utanç, ifademde yaşamaktan duyduğum usanç… Çöküntü yaşamış öz güvenimde ise, beni terk edenden fersah fersah güzel bir kadının en berduş halime bile yönelttiği tutkulu bakışlarla sağladığı o “kafanı kullan” mantıklılığı…
Ruh bedenden daha kolay kirlenip, daha zor temizlenen bir şey. Gel bir erkek düşün ki, sabah sofrası hazır bir evde uyanmak olsun en büyük buhranı. Tek derdi, gün içinde arayıp sormayacağı, üzerinden bir kaç gün geçince “ne olsun. Yoğunluk işte ” mesajları atacağı, ihtiyaç duyduğu an, ihtiyaç duyduğu kadarıyla bile bile kandıracağı, gayet güzel bir kadınla gece aynı yatağa girecek olmak olsun. Mağduriyet değil ki bu, resmen adam öldürmeye teşebbüs. Uzatılan ipi tutup karaya çıkar çıkmaz, seni boğmaktan kurtaran kişinin boynuna dolamak.
Ama asıl ölüye saygısızlığı, bize telefonunu, kapısını, kollarını ve kalbini açanları, fırsatçı piçler, basit orospular, değersiz insanlar, soğuk tenler, ruha acı veren tırtıklı yüzeyler olarak görerek yapıyoruz. Boylarıyla birlikte sorunları da büyüdüğü, o ilk günkü sevimlilikleri kalmadığı ve sonunda istenmediği için sokağa bırakılan köpekleriz. Halimize acıyıp besleyeni ısırıp, sabah yine istenmediğimiz o eve doğru yola çıkıyoruz.
Özgür Keskin