ESKİ BİR KOKU

 -Bir şey mi arıyorsunuz beyim? diye sordu.

-Evet! Eski bir koku, dedi.

Bazen bir parfümün, bazen bir yemeğin, bazen de bir çiçeğin kokusu; hatıralarımızı sakladığımız tozlu kutuların kilitlerini kolayca açıverir. Bu en eski duyunun -yer yer hatıralarla ilişkilendirilecek kadar nasıl güçlü bir anahtar olduğunun- anatomik ve fizyolojik temellerine gelin birlikte bakalım.

Koku alma yeteneğimiz, burnumuzun içinde küçük bir doku parçasında bulunan özelleşmiş duyu hücreleri, olfaktör sensoryal nöronlardan (kokuyla ilgili sinir hücreleri) gelir. Her olfaktör nöronun üzerinde sinyal taşımada özelleşmiş bir koku reseptörü vardır. Parfüm sıktığımızda burnumuzdaki mukozada çözünen koku molekülleri bu koku reseptörleri tarafından saptanır. Görmede reseptörler kabaca iki çeşit, tat almada ise beş çeşitken koku almada bu reseptörler yenilenebilmektedir ve en az 1000 çeşit olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum birçok farklı koku tipini ayırt edebilmemizi sağlamasına rağmen, her gülün bir dikeni misali, ayırt edebildiğimiz tüm kokuları adlandırabilmemiz pek de mümkün değildir. Daha da açmak gerekirse; tatlı, ekşi, acı, tuzlu, umami gibi adlandırılmış beş çeşit reseptörümüz olmakla birlikte (Taze ekmek tadı diyorsanız, bir de burnunuz kapalı deneyin.) koku için yenilenebilen en az 1000 reseptörümüz olduğundan bahsettik. Eh, bizim günlük hayatı 400 kelime ile idare ettiğimiz düşünülürse bana adlandıramamamız mantıklı geldi.

Reseptörler üzerinde bulunan sinir hücreleri uyarıldıktan sonra bunlar lif demeti şeklinde birleşerek olfaktör bulbus denen bir sinir yapısına girerler, burası beynin koku algısıyla ilgili ilk alanıdır (Bulbus Latincede soğan anlamına geldiği için bu yapıyı çoğu kaynakta koku soğanı olarak görebilirsiniz. Göz küreleri de bulbus oculi olarak geçer ancak biz kokuda direkt mecaz anlamı almayı seçmişiz). Koku buraya kadar işlenir, daha sonra vücudun merkezî komutasının diğer bölgelerine bilgi olarak gider.

Beyindeki koku alma merkezleri, hipokampus (Anatomik olarak denizatına benzediği için bu adı alır, Yunancada hippos at, kampos ise deniz anlamına gelmektedir.), amigdala (Latincede badem anlamına gelmektedir. Anatomik olarak bademe benzediği için bu adı alır.) dâhil olmak üzere duygulanım, hafızayla ilgili limbik sistem yapılarıyla yakın ilişkidedir. Hatta 1940’lı yıllarda -şu an esasen beynin hafıza merkezi olarak kabul edilen- hipokampusun sadece koku alma ile ilgili bir merkez olduğu düşünülüyordu. Hipokampus hafızada kabaca şöyle bir rol oynar: Epizodik anılarımızı (hayatımızdaki deneyimler, başımıza gelen olaylar) oluşturur ve bu anılar beynin diğer bölümlerinde uzun süreli depolamada dosyalanmak üzere kataloglanır. Limbik sistem ise hafıza dışında; öğrenme, vücut ısısının ayarlanması, karar verme, cinsel istek, zevk, korku, öfke, savaş ya da kaç gibi özellikle hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz beynimizin duygusal ve davranışsal cevaplarında rol oynayan bölümüdür. Bu durum kokunun sadece romantik bir karakterde olmadığını, canlılarda hayatta kalma, üreme gibi içgüdüsel davranışlarda ne kadar önemli rol oynadığını da gösterir. Kokunun limbik sistem bağlantıları harici hafızada bu kadar etkili bir rol almasının bir diğer nedeni de görme-işitme gibi duyulardan farklı olarak doğrudan beynin ilgili merkezlerine yol almasıdır. Koku harici diğer duyular -bir aktarma merkezi diyebileceğimiz- sinyal filtreleme özelliği olan talamusa (Latince oda) uğrarken, kokudaki bilgilerin hemen hepsi beyne ulaşır.

Kokunun hafızayla ilişkisini bilimsel temellere dayandırmak, hissettiklerimizi yatıştırır mı bilinmez ama ben girişte verdiğim (Hayır, Marcel Proust örneği değil!) Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabındaki diyaloğun tamamıyla sözü bitireyim:

– Bir şey mi arıyorsunuz beyim? diye sordu.

– Evet! Eski bir koku, dedi.

– Buralarda bulamazsınız. Caddedeki eczaneye sorun bir kere.

Geri dönüp yürüdü. Eczaneler onun bulmak istediği kokuyu değil, azap çekenlere DERMAN satarlardı.

parfumperver