Uçurum kenarından iki bilet lütfen

Hava yeterince kapalıydı. Biz de çay gibi bira içtik. İçtiğimiz her birada o şarkılardaki çayları özledik. Hani yeşil döşeklerde içilen ve gidilmek istenen yerlerdeki evlerde demlenen. Bir de içine çamur karılan çaylar var ya, onları işte. Yerlere baktık ıslak mı diye, bir şeyleri buruşturup atmak için yağmuru bekledik. Yağmur gelse de alıp götürse dedik. Gelmedi. İstediklerimiz uzaktaydı ama bazıları da yanımızdaydı. Bazılarını da buruşturup cebimize attık. Ağzımız burnumuz ürkek tavşan kanı, yaşımız tutmazken dudaklarımızı dişleyerek kestiğimiz duvarlardan neler olacağını bile bile geçtik. Öyle ortalara falan yerleşmedik, köşelere sığındık. Biraz görünmez olmak ne de olsa Kadıköy’ün büyük şartıydı.

Bu bir ‘oradaydık ve şimdi buradayız’ hikayesi olamıyor maalesef. İnsan oradayken yazamıyor, burası da orası gibi kokmuyor. Kaptan başladı şarkılara, şarkılar başladı mı da, güvenli limanlara dönülmüyor. İşi gücü insanın hep bir ağızdan dinlemek oluyor. Yeterince cesaretiniz varsa içkinizin yudumlarını sözlere göre tasarlayabilirsiniz en fazla. İnceden bir manyaklık bu; kabul.

Şarkılar böyle bir raddeyi anlatıyor, her akıl sahibi aklıyla iç içe geçiyor. Ölmüyorsun ama söz konusu olan gerçek bir film şeridi yine de, işte bak bu kesin. Bayram günlerine has cesaretlerle evden Boğa’ya kaçmalar, son parayla verilen ölüm kalım savaşları, köpek öldüren şişesi yardımıyla Moda sahilinde kazayla ölüme sebebiyet verme teşebbüsleri, birkaç yılda bir tekrarlanan kış günü denize düşme seansları, Aygır, Punk İsmail, Akmar, çok yalnızlar partisi ve Kadıköyü. Kendi acına ekmek doğrar gibi sırıtarak ucuz bir filmin en boktan sahnesine benziyorsun. Aklınla iç içe geçmek dediysem bir köşede sızıp kalmak gibi yücedir. Fazlası değildir. Boktanlığına sırıta sırıta yine de sana ne ulan demeyi becerebiliyorsan, tamamdır. Kafanda yaşlanınca açacağın bara çiftleri almamak varsa bir de, iki kez tamamdır. Özellikle de mutlu olanları. Ne var? Sahneden Cenk Kaptan, ‘İşte bunlar Kadıköy’ün iyi çocukları, bunlara sahip çıkın’ demiş olabilir. İyiyiz ama iyi kalpli değiliz!

Ben sanırım ilk ‘Gerçekten Özleyince’yi duymuşumdur. Yaşlar onaltılı falan. Böyle video kasetlere klip kaydetme dönemleri. Sonrasında dinledikçe dağılma. Nasıl sözler ki inanmaktan vazgeçmeye son veriyorlar. Hala en az her gün dinlediklerim var. Dinleyemiyorsam da söyleyip dururum. Yalnızken ama.

İşin özü;

Bize bir şeyler oldu. Bu adamları, adamı dinleyince. Ya da olduğundan dinledik. Hep bir deniz kumu, hep bir uzaklar dedik. Başımız dönüyordu. Saatlerce diş sıkıp tam delirme öncesi yakınca sigarayı, döndürmesi gibi. Ve neden o kadar bekliyoruz anlatmaya çalıştık dudak tiryakilerine. Dünya vardı, içinde insanlar. Her insanın içinde bir dünya vardı. İçinde yalnızlar. Her yalnızın içinde de aşk vardı. Hani böyle ‘yürü gidiyoruz’ diyemeden, dertli dertli ve taş kadar gerçek.

Biz bir şeydik şeyler arasında. Kendimizden eksiktik ama yalnızlığa bayılırdık. Tek başına olmaktan ise nefret ederdik. Sözler önemliydi, söylemek önemliydi. Yazmak önemliydi, yazmayı becermek değil. Sevmek önemliydi, becermek değil.

Bize bir haller oldu bu adamı dinleyince. Dünya boktandı, Kadıköy güzeldi. Kadıköy boktandı, biz güzeldik. Şehrin kenarlarına savrulmuş insanları anardık, onları sayardık. Kupalarımızdan taşan her damla onlara kurbandı. Çoğu kişinin haberi yoktu bundan. Hatta kedilerin bile haberi yoktu. Özellikle de Ortaçgil kedilerinin.

Şu anda, tam da burada beni gülümseten şey bu; istediğim gibi yazamadım hiçbir şeyi. Yine de memnunum. Ömrümün bir yerlerindeyim. Biraz da uzaklardayım. Bir şeylere kan bağışlıyorum. Her gün en az bazı şarkıları dinlemekten bıkmıyorum. Cenk Taner’in söylediklerini özellikle. Kadıköy’ü seviyorum. Gidiyorum, her gidişimde Kadıköy’ü de yanımda götürüyorum. Ancak merak etmeyin ben onu götürdükçe o daha da artıyor. Yeterince gidebilirsem Kaptan’ın da dediği gibi dönmem coğrafya gereği zaten. Buradan Kadıköy’e dönenlere selam olsun.

Şu anda ‘Tezatlar Kitabı’ çalıyor. Siz varsınız diye mırıldanamıyorum. Bu beni biraz tedirgin etse de naçiz son sözlerimi söylemeliyim. (Araklar için Kaptan’dan özür dilerim ancak başka türlüsü mümkün değil.)

Eğer çift kişilik biletlere niyetlendiyseniz lütfen uçurumun kenarından alın. Yorulduysanız sakın dinlenmeyin. Daha çok yorulun. Ana haber size yetsin istemezsiniz. Eğer gençliğinizde ‘hayatım şöyle olacak’ demişseniz, şu anda da ‘hayat böyle’ diyorsunuzdur. Yapmayın. Hayat öyle değil ve öyle de olmayacak. Kendinizi kendinizle aldatmayın, en kötüsü bu. Kafanızda çizdiğiniz kadraj sizi öldürür. Ölülerin yalnızken dahi mırıldanmadıklarına dair ciddi kanıtlar var. Umut etmek gerçeği reddetmektir, vazgeçmek ise aptallık. Bu dünyada aşıklardan çok acıkanlar var, bak bu da kesin. Ancak bu Kadıköyü de her yere uçabiliyor aç karnına. Üstelik müzik var, tütün var, çay var. Üstelik ucuz şarap her zaman ucuz. Üstelik iki şişesi dahi tarih yazabilir. Alın şu biletleri ve atlayın. Uçurumdan. Onaltılardan otuz ikilere; konser bunları söylüyor.

İçimiz dem dolu, sokağa çıktık. Vakit yeterince geceydi. Yağmur hala gelmemişti. Yanımda aşık bir dostum vardı. Orada öyle olması hoşuma gitti. Mümkün olsaydı ona bir çay demlerdim. Mümkün olsaydı da öyle kalsaydı. ‘İyiydi’ dedim. ‘İyiydi’ dedi. Sigara çıkarırken biletler düştü cebimden. Almadım eğilip. Bir kez daha sırtımızı denize verip, çocukluğumuzdan beri gezinip durduğumuz karanın içlerine girdik. Yürürken bizden olmayanlara da yaka üstünden şöyle bir göz atmayı ihmal etmedik. Durduk şöyle bir, sonra devam ettik. Sustuk. Sigara istedi birileri. Kendiminkini yakarken ben bir daha yazmayacağım dedim ve şık bir küfür yedim.Kafalar sallandı, yine devam ettik.

Herkes kendi uykusuna dönerken birbirimize en sessizinden bir söz verdik. Nereye gidersek gidelim, barların tahta tavanlarına, korla, ateşle ve acıyla içimize çakılmışlara, lodos sallantılarına ve Bizanslı yağmurlara bakarak hafiften gülümsemeliydik. Ne olursa olsun bu uçsuz bucaksız azınlıkta, bir yerlerde ve kendi kendimize en az her an bir şarkı dinlemeliydik…

 


Yiğit Ünsay