Aslında bütün mesele bu, olabilmek… Zira olana kadar ruhunu teslim eden insanlar var, şaka değil tanıyorum yahu. Evet, Tıbbi Mümessil olmayı, olabilmeyi sizlerle paylaşacağım. Ama baştan benden size çam sakızı çoban armağanı bir tavsiye; ben oldum hem de çok güzel oldum, siz olmayın. Olur mu?
Başta da belirttiğim gibi aslında bütün mesele olabilmek. Küçük ölçekli firmalarda değil kastım. Büyük firmalarda. O güzel arabaları, hediye çekleri, dolgun kredi kartları olan firmalarda. Çok zorlu bir serüven… Mücadele yoğun, rakip çok ve inanın vakit yok. Peki, bu mücadele nasıl başlıyor?
Düşünün lisans mezunusunuz. Bir bölümü çok isteyerek kazanmış ama… Mezun olduktan sonra da dımdızlak ortada kalmışsınız. Yine bir gün yatağa uzanmış, göbeğinizin üstüne koyduğunuz bilgisayarınızdan iş ilanlarına bakıyorsunuz. İş ilanının olduğu siteler size ‘aradığınız kritere göre ilan bulunmamaktadır’ diye hareket çekiyor. Doğal olarak sinirleriniz harap olmuş bir şekilde düşünmeye başlıyorsunuz, ben ne bok yiyeceğim diye. Bu kaçıncı o nitelikte bir ilan aramanız, belli değil. Geleceğe dair bir of çekiyorsunuz. Sonra… Sonra aklınıza o muazzam, sihirli kelime geliyor; “ Reprezant”.
Herkesin çevresinde mutlaka bir tane vardır; Ayşe teyzenin oğlu, Hüseyin abinin kızı reprezanttır… Takım elbise, altta son model araba hatta benzin bedava, beyin de bedava ama neyse. Herkes bayılır size maaşlar yüksektir, mahallenin gençleri size imrenir. Siz de imrenenlerden biriymişsiniz meğer. Sonra içeriden gelen bir ses; “Neden olmasın? ” diye size zarf atar. Aklın karışır benden olur mu? Sen de tuzağa düşersin ve çılgın gibi ilanlara başvuru yaparsın. Gel zaman git zaman kendini inandırır, Tıbbi Mümessil olmanın inceliklerini araştırırsın. Telefonla kurulan duygusal yakınlık sonrası, bir haber gelir ve seni ‘Genel Yetenek Sınavı’na çağırırlar. Kıçınız hafif kalkık vaziyette, Mümessil olacağım uleyn edalarıyla sınava gidersiniz.
Büyük bir otelde yapılan sınava senin gibi kurbanlar da gelmiş beklemektedir. Sınavın yapılacağı salonun önünde herkes birbirini keser. ‘Bundan mı Mümessil olacak, hadi oradan’ gibi iç geçirmeler hafif hafif duyulmaya başlanır. Sınava girersiniz, alttan reklam geçer, şöyle firmayız böyle firmayız diye. Siz daha sınava girmeden firmaya tutulur kendinizi uçan adam Sabri gibi havaya fırlatıp ne olur beni direkt işe alın diye yırtınasınız gelir. Sınav kâğıdını açtığınızda Merkez Bankası’na mı yoksa ilaç firmasına mı başvuru yaptığınızı düşünmeye başlarsınız. Sistem çöker ve siz el mahkûm der kâğıda yumulursunuz. Çok zor bir sınav sonrası yine telefonla kurulan o duygusal bağın ardından yeni bir haber çalıverir kapınızı; Sizi toplu mülakatımıza bekliyoruz. Hay hay efendim neden olmasın?
Bu süre içerisinde sanmayın hayat çiçek, böcek, güneş, bulut… Tam aksine mevsimlere göre uyuyor ama uyanamıyorsunuz. Yara içeride misali. Hep aklını kemiren sorular, can sıkmaya devam ediyor. Toplu mülakata gidersiniz, yine herkes ‘Don Corleone’ gibi şık mı şık. Yuvarlak bir masaya grup halinde sizi oturturlar ve önünüze bir konu bırakırlar. Beklenen, sizlerden bu konuyu tartışmanızdır. Etrafınızda sizi izleyen 4 büyük, yüce yönetici vardır ve sizin yine kıçınızla başınız derttedir. Birileri mantıklı da olsa mantıksız da olsa kendini göstermek için konuşur, siz daha fazla yenilgiyi kaldırmazsınız ve sözü ele geçirirsiniz. Çok konuşan kazanacaktır, bunu bilirsiniz ve fırsat kollarsınız. Fırsatı yakaladığınız an ‘ileriiiii’ komutuyla atağa kalkarsınız. Artık savaş alanı sizindir ve üretimi size ait olan mermileri peşi sıra kullanmaya başlarsınız.
Zaferi görebiliyorsunuzdur, kazanmışsınızdır. Ama neyi? Tabii ki 3’ün 1’ini… Yazıyla üçün birini.. Bu daha bir başlangıç ve daha engeller ortaya çıkmadı. Ya birebir mülakat, o ne olacak, ona kim girecek? Seennnnn… Çok ve dolu konuşmanın getirisi, birebir mülakattır. Karşında 3 tane yönetici ve sen… Deplasmandasın ve elin mahkûm ne istiyorlarsa konuşacaksın. Şahsi sorular, sahte gülümsemeler, al gülüm ver gülüm mevzuları, yok biz böyleyiz sen öyle misin, sen şöyleysen bu böyle mi, aşçı bahçıvana, bahçıvan aşçıya, sonra hepsi şoföre ne yapmış gibi sorular peşi sıra devam eder. Karakter analizin yapılır ve haber verileceği belirtilerek uğurlanırsın. Bu sefer telefona âşıksındır, çal lan diye yırtınırsın. Çalar, çalar… Hiç çalmaz olur mu? Senin gibi enayiyi bulup da aramayacak akıllı var mı? Yok, çok basit. İlaç sektöründe böyle akılsız bulamazsınız. Herkes çakaldır, kurttur, tilkidir…
Güler yüzlü yöneticiler daha sonraları baş ağrısı sebebiniz olur, can sıkar, ömrü azaltır. Hadi diyelim o elit insanlardan biri oldunuz ve birebir mülakatı da geçip 3 aylık eğitime, kampa daha doğrusu Nazi kampına davet edildiniz. Siz de “davet var şimdi gitmezsek ayıp olur” dedikten sonra kampa gittiniz. İşte orada kaybettiniz arkadaş, kaybettiniz. Hala düşünürüm gidenlerin babası, anası neden ‘açıp da kollarını gitme diyeydim’ diye koymuyorlar şekillerini. Evlat gönderilir mi yahu Nazi kampına. Kamp, bildiğiniz lüks içerisinde hapishane günleridir. Türkiye’nin her yerinden sizin gibi ‘akıllı’ çocuklar gelmiştir ve hep beraber kutu kutu pense oynayacaksınızdır. Toplanırsınız bir otele ve hikâye orada yazılmaya başlanır. ‘Senin ile benim aramdaki tek fark kardeş’ diye bir uğultu duyar sonra paniğe kapılırsınız. Artık çok geçtir. Kapılar üstünüze kapanır ve siz kaderiniz ile yüzleşirsiniz; Mümessil olmak…
Serdar V.