Tapınak: Bir kelime, üç hece; masalı olmayan bir hikayeden doğar.
İnsanoğlunun yaşamı da böyledir. Hangi hikayeden geldiğini bilir ama, hangi masalı yaşadığını tam bilemez. Her daim bir abluka altında tutulmuş hisseder. Tapınak dışında kendilerini göremezler. Bir tapınak düşünün, etrafı dört duvarla çevrili, üstünde çatısı olan bir meskende özgürlük aşılayan bir tapınak…
Tapınak bizlere kapalı kapılar ardında özgürlük aşılarken, bizler eşitliğin ne olduğunu bilemedik. Biz, eşit kavramı olmadan özgürlüğün nasıl oluşacağını akıl sır erdiremedik. Çünkü insanoğlunu engelleyen ardı arkası kesilmeyen bir zaman vardı.
Zaman, geçmişin, geleceğin, saatin, günün, ayın ve yılın hepsinin aynı şey olduğunu gösterirken; bizler ise, zamanın içindeki tapınağın değerini yitirdiğini, geçersizleştiğini anlardık. Fakat gecenindi hüküm, gecenindi söz; tapınağın yerine gecenin apansız karanlığı hüküm sürerdi. Bu hüküm sürmek sözü yalnız Tanrı’nındı. Tanrı’nın bu meşrulaşması insanoğlunun ruhuna sahip olmak demekti. İnsanoğlu ise o tapınağın içinde Tanrı’dan ziyade kendi ruhunun farklı başka şeyler yapmasını isterdi. İşte Tanrı’nın eli değdi an buydu ve en büyük engel olduğunu anlardık.
Tanrı, insanların var olan gerçeği eleştireceklerini gördü ve tapınağın içinde bir gece vakti insanların gerçeklerini ellerinden alır. Çünkü, tapınağın içinde “yaşam” bunu gerektirirdi; tapınağın içindeki “zaman” da böyleydi, yanılsama ve bir süre içindeki yaşantıydı; günahtan arınma süresi olarak görülürdü; bir gece vakti geçmişin geleceğin affa doğru ilerlemesiydi…
Görüldüğü gibi tapınak, bu anlatılan, çizilen hikayelerden ibaretti. Şimdi de tapınağın dışındaki masalımıza bir göz atma vakti geldi. Masal dediğime bakmayın, tapınağın dışı zamandan çıkma olduğu için, masallar da zaman dışıdır. İnsanoğlu da tapınağın içinde zaman kementini kırıp, masalın içine müdahil olmak isterdi. Bu tapınağın dışındaki masal, bir bilincin ne kadar uyanık olduğunu ve zamandan çıkmamızın gerektiğini gösterir. Çünkü tapınağın dışı, gökyüzündeki Tanrı’yı yeryüzüne indirir. İlk insanoğlunu tanımayı gösterir. İnsanoğlu tapınağın içinde kendinden önce Tanrı’yı tanımıştı, O’na “özne” kavramı yüklemişti. Tapınağın dışı ise ilk bize, insanoğlunu tanımayı, yani kendimizi bilmeyi öğretirdi. Bundan mütevellit, insanı/insanoğlunu tanımadan Tanrı’yı nasıl tanıyacaktık? Ya da tapınağın içindeki zamana “Kabe” neresidir diye sorduğumuzda, sorumuz cevapsız kalırdı. Fakat, tapınağın dışındaki “Kabe” neresidir diye sorduğumuzda ise, verilen cevap hep insan ve insanoğlu olduğunu bilirdik…
İşte bizim masalımız da burada biter…
Yazı: Emrah Şanlı
Fotoğraf: Dezi chui