Sibel Yılmaz, 38 yaşında başarılı bir işkadını. Katıldığı bir seminer sayesinde korkuları ve önyargılarıyla yüzleşiyor. Bu sayede kendiyle tanışıyor. Tanışmanın ardından hayatının merkezine koyduğu evlenme arzusunu ve yaşadığı değişimleri kaleme alıyor. İlk kitabı “Evlenmek İsterken Aydınlandım”ı çıkarıyor. Şimdi de “Bir Bedende İki Kadın” isimli yeni kitabının heyecanını yaşıyor.
Kitaplarınızda eleştirilmekten başkaları tarafından yargılanmaktan korkan bir kadın var. Bu korkunuz hâlâ var mı?
İlk kitabım “Evlenmek İsterken Aydınlandım”ı yazarken korkudan elim titriyordu. Yıllarca kendini insanlardan saklamış bir kadının birden bire kendini herkese açması zordu. Bir gün kimsenin değil, benim kendi kendimi yargıladığımı fark ettim. Tüm duygularımı, düşüncelerimi, davranışlarımı beğenmeyen ve içeriden yargılayanın ben olduğumu kabul ettim. Tüm cezaların, suçlarının benim zihnimde olduğunu gördüm. Ben kendimi yargılamayı bıraktığımda dışarısı da beni yargılamayı bıraktı. Biz kendimizi içeride yargıladığımız için her yargı da dışarıda beden buluyordu.
Peki, korku duyduğunuz konuları nasıl bertaraf edebildiniz?
Önce kendimizi yargılamayı bitirmemiz gerekiyor. Biz ne hissettiysek herkes aynı duyguyu hissetti bu yaşamda. Hiç kimseden bir farkımız yok. Hissettiklerimizi, yaşadıklarımızı olumlu-olumsuz kabul etmemiz gerekiyor. Kendi iç dünyamızın merkezinde durmamız gerekiyor.
İlk kitabınız “Evlenmek isterken Aydınlandım”da evlenmeyi kafasına koymuş bir kadın vardı. Evlenmek neden sizin hayatınızda bu denli önem teşkil ediyordu, bir amaç olmuştu?
28 yaşındaydım ve hayatımda ilk defa âşık olmuştum. Ama aşkım karşılıksızdı. Ve bu durum egoma inanılmaz ağır geliyordu. “Nasıl olurda istenmem, kabul edilmem” düşüncesi bende aşkı hırsa dönüştürmüştü. 3 yıl hem hissettiğim aşkı hem hırslarımı hem de korkularımı içimde yaşadım. Bir gün onun hayatına başka bir kadın girdi. İşte bunu öğrendiğimde ona inat benim de hayatımda biri olmalı, hatta ondan önce evlenmeliyim düşüncesine kapılıp kendimi bir kez daha gaza getirdim. Ayrıca inceden inceye çevremin de baskısı vardı üzerimde “Ne zaman evleneceksin?”, “Ne zaman çocuk sahibi olacaksın?”, “Bak yaşın ilerliyor” gibi… Bir kadın 30 yaşın üzerindeyse maalesef toplum baskına maruz kalıyor. Evlenmemeyi tercih etmemiş gözüyle değil de evde kalmış gözüyle bakılıyor. Şimdi baktığımda çok şükür ki o hırsla karşıma biri çıkıp da evlenmemişim. Sanırım hem kendimi hem de karşımdaki kişiyi hırsım ve bencilliklerimle çok üzmüş olurdum.
Şu an evliliğe bakış açınız nasıl?
Akıl aldığım Hocam Mehmet Botan Diler bana yıllar önce bana evlenmek istemediğimi söylemişti. Ama ben içime değil de aklıma göre hareket ettiğim için bu tezi kabul etmemiştim. Yavaş yavaş kendimle yüzleşmeye başlayınca evlilikten korktuğumu anladım. Evlenirsem hayatım bitecek, mutsuz olacağım, mutsuzluğuma rağmen ayrılamayacağıma dair korkularım vardı. Bir de çocuk fikri eklenince tamamen kaçıyordum. Evlilik mutsuz da olsan sürdürülebilen bir şeydi benim için. “El âlem ne der?” korkusu yüzünden. Çünkü öyle görmüş, öyle öğretilmişti. Ben insanların evlilik için yaşadıklarına ilişkilerini de evlilik için oldurmaya çalıştıklarına inanmıştım. Evlenmek için çok emek vermek, çok çabalamak gerektiğine inanıyordum. Kendi içimden aldığım cevaplarla evliliğe bakışım değişti. Evlilik korkulacak bir yer değil, sadece bir kurumdu. Önemli olan kiminle evlendiğindi. Ben nasıl bir enerjide olursam eşim de öyle olacaktı. Önemli olan benim ne niyetle evlendiğimdi. Bunu kabul ettiğimde “Evlenebilirim” dedim. Artık evlilikten korkmuyorum.
İlk kitabınızın temelini yaşadığınız karşılıksız aşk sonrasında hayatınızdaki değişimleri konu alıyor. Peki, ikinci kitabınız “Bir Bedende İki Kadın” ne anlatıyor?
Evet, ilk kitap aşkı, “Bir Bedende İki Kadın” ise hem sevgiyi hem de benim kadınlığa bakışımı anlatıyor. Hikâyesine gelince de yolum bir gün bir erkekle kesişti. Ve bu erkeğe olan hislerimden yola çıkarak sevgi üzerine yaptığım yığınla yanlışımı fark ettim. Her yanlış beni kendi içimde bir doğruya götürdü. Bu kez hırslarım, bencilliklerim korkularım aşk üzerine değil, “Onu seviyorum, benim olsun” tarzındaki inançlarımı değiştirmem için yola çıkardı. Bir de toplumun istediği kadın rolüne göre hareket ederken, içimizdeki gerçek kadını yani kendimizi hiç tanımadığımızı ve duymadığımızı, dahası fark bile etmediğimizi anlattım. Şehveti, arzuyu, cinselliği korkuları yüzüne bastıran yetişkin bir kadın mıydım? Yoksa toplumun ve ailemin bana biçtiği rollerle büyümüş bir kız çocuğu muydum? Sorularının cevaplarını kendimle yüzleşerek buldum. Erkeklerin istediği kadın olmaya çalışırken yakaladım kendimi, sevilmek ve kabul görmek için. Hayatlarında var olmak için olmadığım bir ben olmaya çalıştığımı fark ettim. Daha dün karşılarında kadın olarak var olmaya utanırken bugün ben varım, ben kadın olarak varım demeyi kabul ettim. Utanmadan, oyun oynamadan kendim olarak.
İlişki ve evlilik üzerine iki kitap kaleme almış bir yazar olarak evlilik programlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kimse o programlarda karşısındaki kişinin değerleri, kişilik özellikleri, saygısı, efendiliği, konuşmasıyla ilgilenmiyor. Orada herkesin birbirine kendini beğendirme telaşı var. Hiçbiri içinin istediği kadın ya da erkeği aradığı yok. Görselliğin, maddi imkânların daha çok göz önünde tutulduğu bu programlarda kendin olabilmek ya da kendin kalabilmek biraz zor görünüyor. Yine de umarım aradıklarını bulurlar.