Ali Mert arıyor, parfümler üzerine yazıp yazmayacağımı sormak için. Koku, her zaman hayatımın merkezinde oldu. Kolonyalar, tütsüler, parfümler, insanlar, çiçekler, kıyafetler, mekanlar, hatıralar, korku ve heyecanlar… İnsana dair ne varsa, hepsinde koku var. Bilim de açıklıyor bunu, kafa ütülemek istemem. En ilkel dürtülerimizin, tüm hatıralarımızın ve yaşanmışlıklarımızdan kalan izlerin, tüm umutlarımızın… Hepsinin hepsinin uyanmasını sağlayan limbik sistem, amigdala ikilisi. Yani tüm kokuların direkt ulaştığı, Sirkeci Garı. Herkes ve her şey orada; kendi kokuları ve bilmem hangi biçimleri kriptoladıkları milyonlarca kokuyla…
Birkaç gün geçiyor, bu sefer Ali Mert elinde bir kutuyla. “Meo Fusciuni Parfums” yazıyor. Bir tur atıp hoşbeş ediyoruz sonra dönüyorum eve. 12 küçük deneme tüpü ve bir kitapçık. Kokuları “tattıkça” hepsinin birbirinden farklı olduğunu anlamak zor değil ama bütüne bakınca hepsi aynı şeyi arzuluyor; Charles Baudelaire. Ne alaka diyebilirsiniz. Ben de dedim.
19. yüzyılda yaşayan, kısa yaşayan ama şiir tarihine yön veren şairlerden biri o. Belki denk gelmişsinizdir şiirlerinden birine.
ALIP GÖTÜREN KOKU
(Parfum Exotique)
Gözlerim kapalı, bir sonbahar akşamında;
Sıcak göğsünün kokusunu içime çeker,
Dalarım; gözlerimden mesut kıyılar geçer,
Hep aynı günün ateşi vurur sularına.
Sonra birden görünür baygın, tembel bir ada;
Garip ağaçlar, hoş meyveler verir tabiat;
Erkeklerin biçimli vücutlarında sıhhat
Ve bir safiyet kadınların bakışlarında.
O güzel iklimlere sürükler beni kokun;
Bir liman görürüm, yelkenle, direkle dolu;
Tekneler, son seferin meşakkatiyle yorgun.
Burnuma kadar gelen hava kokular taşır.
Yemyeşil demirhindilerden gelen bu koku
İçimde gemici şarkılarına karışır.
Charles BAUDELAIRE
Çeviri: Orhan Veli KANIK
Yazıyı niçin bir şiire, Baudelaire bölüyorum? Çünkü yazıların da kokusu vardır. Kokular yazıları, yazılar kokuları yaratır. Meo Fusciuni bana bunu yaptı, tuttu Baudelaire’i hatırlattı. Aslında bu amaçlanan bir şey diye düşünüyorum. Yani herkesin zihninde uyanan şiir ya da şair değişebilir elbet, ya da edebiyatla hiç ilgisi olmayana içinde tanımlayamadığı, çiğlikle saflık arasında gidip gelen bir çelişkiyi anımsatabilir. Olabilir.
Setin kitapçığında, içerdeki kokulara dair kısa metinler var. Kimileri dize, kimileri düz yazı. Fakat hepsinin temel dünyası, kendi imgelemlerini yaratması. Anlıyorum diyorum, bu kokuların kaşifi, kendi imgelemini koklatmak istiyor. Öte yandan, kitapçığın açılış cümlesi de şu; “Parfüm, gölgemizi şekillendiren bir ruhtur.” Gölge, beden ve varlık kavramları üzerine boylu boyunca bir metin yazılabilir tabii fakat bunun da yeri değil. Ama kısaca, bu açılış cümlesi de yine başa götürüyor beni; parfümler, limbik sistem, olay ve olguların zihnimizdeki gölgelerini şekillendiren kokular…
Elimdeki kokuların parfümörü Giuseppe Imprezzabile’yi araştırıyorum biraz. Neruda, Rilke ve Juana Ines de la Cruz’dan ilham aldığını okuyorum. Tamamen kendiliğinden gelişen bu yazı serüveni de yine aynı gerçeği doğruluyor; şiirin kokusu parfümlere sinmiş, parfümlerin kokusu şiire sinecek. Belki benim de şiirlerime.
Setteki 12 kokunun, Giuseppe tarafından yapılan metaforik tanımlarını internette bulabilirsiniz muhtemelen. O yüzden ben onları iletmeyeceğim, gerek yok. Söz konusu koku olduğunda, koku ya da onu ortaya çıkaran kaşif değil, tanıklar konuşur. Ben kendi tanıklığımla, elimden geldiğince en kısa biçimde, her koku için bir tanım yapmaya girişeceğim. Bu zor bir iş, işin içinde saçmalıyor gibi görünmek var ama sorun değil. Ayrıca hangi kokunun bana neyi çağrıştıracağı da elbette kontrolümde değil. Zihnimin yönlendirilmesine izin vermemek için, kokuların kitapçıktaki açıklamalarına ve içeriklerine asla bakmıyorum şu an. Tıpkı yanımdan geçip giden biri gibi olsun istiyorum bu kokular; rastladığım 12 yabancı. O 12 yabancının bende uyandırdığı tanıdık şeyler… Bir de bu işi, yazılarım ve şiirlerimde kokuları aracı olarak kullanmak dışında, ilk kez hedefe onları koyarak yapıyor olacağım. Tabii şunu belirterek; bu 12 koku kendi içlerinde 5 ara başlık altında toplanmış ve her bölüm sunuş cümleleriyle süslenmiş. İşte o şiirsel zihin haritası, açılış cümleleri ve parfümlerin Giuseppe’den ziyade bende uyandırdıkları…
ZAMANDAN BAĞIMSIZ
Varanasi: Ayakkabılarımın içine kumlar girdiğini, bir kumsalda değil, bir çölde yürüdüğümü, güneşin, kirpiklerimden akıp göz altlarıma süzülen ter damlalarını ısıttığını hissediyorum.
Encore du Temps: Bu kez yazlık bir yerdeyiz; küçüğüm. Öğle uykusundan uyanmışım, televizyonda neşeli bir şeyler oynuyor… Birazdan denize gideceğiz ve annem, eski püskü bir makinede yıkadığı kıyafetleri balkona asıyor. Bir yerlerde birilerini yakan güneş, bana meyvelerin ve heyecanın kokusunu getiriyor bana. Önümde uzun uzun yıllar var. Gideceğiz. Denize doğru.
YOLCULUK ÜÇLEMESİ
1# nota di viaggio (Rites de passage): Bir otoban, Tanrı’ya ulaşmaya çalışır gibi dikilen gökdelenler, üzerimde siyah bir takım elbise, beyaz gömleğimin yakası ayrık. Kravatımı bir noktada fırlatıp atmışım. Yanımdan süratle geçen arabalar, kornalarını benim için çalıyor. Hiçbir şey umurumda değil. Gecenin içinde geceye yürüyorum.
2# nota di viaggio (Shukran…): Sevdiğim kadının kokusunu duyuyorum, silik. Özenle atılan adımlar… Uykumu açamıyorum. Sonra bir koku ve burnuma çarpan bir başka koku; içinde birtakım bitkiler var, saniye saniye anlıyorum. Beni güne güzel başlatmak için burnuma yaklaştırıyor sıcak bitki çayını. Hiçbir şey söylemiyor. Gözümü aralayıp ona baktığımda, elinde duran çiçeklerle karşılaşıyorum. Şimdi anlıyorum; çaydaki bitkilerin kokusuna karışan kadının ve kadının elinde kendi kokusunu tamamlayan çiçeklerin burnumdaki birlikteliğini. Şükrediyorum.
3# nota di viaggio (Ciavuru d’amuri): Belki de yeni doğdum. Tüm korkularıma rağmen bana güven veren bir şeyler var; yumuşacık bir pamuk balyasına sarılmış gibi yeryüzü. Bana hazırlanmış, uslandırılmış.
ŞİİR ÇEVRİMİ
Notturno: Ortaçağ zindanlarından biriymiş burası; kimbilir ne sebeplerle işkence edilenlerin, onlarca yıl yaşamla ölüm arasında bırakıldığı bir karanlık nokta. Şimdilerde bir bar. Duvarlarda hala yüzyılların kokusu var. Masalarda ve barmenin etrafında ise içkilerin kokusu. Zihnini yavaşlatmak isteyenler, mekanın donduğu bu zindan kalıntısında, eski kokularla yeni kokuları birbirine karıştırıyor.
Luce: Bir yatakta, uzanmışım. Yüzüstü. Üstümde hiçbir şey yok; dünya hariç. Yılların hareketleriyle şekillenen tüm kaslarım ve damarlarım, milyarlarca insanın aynı anda yaptığı hareketler sayesinde gevşiyor. Sanki ben yerküreyim; herkes, gündelik işlerini yapıp hayatlarını devam ettirirken, sergiledikleri her hareketle bana masaj yapıyor. Tüm bitki özleri, usul usul sızıyor dışarı ve kokuları birbirine karışıyor. Dünya, ben, Luce, rahatlama kokuyor.
MİSTİSİZM ÜÇLEMESİ
Narcotico: Av. Vahşi bir hayvanın izini sürerken… İnsan kokusu duyuyorum. Yaşadığım mağaranın duvarlarına kazıdığım farklı canlı türlerine, belki de bir yenisi eklenecek bu gece. Ama avı bırakıp, bu kokuyu takip edemiyorum. Belki o beni bulur. İçine hiçbir şey karışmamış da tek bir özden oluşuyormuş gibi duran bu koku, bu ormanda karşılaştım en bağımsız şey olmalı.
Odor 93: Sertliğin, kırılmazlığın, aşınmazlığın kokusu. İlk başta gayet yumuşak ve sıcak gelen bir tat bırakıyor insanın ağzında ama birkaç saniye sonra, karşımda kainatta var olup olacak en özgüvenli dev var gibi. Fakat korkmuyorum. Bu çetin aura, incitmenin zulmünü değil incinmezliğin haşmetini sergiliyor.
L’oblio: Yeni yemek yemiş, ağzı yüzü biraz dondurma olan, güleç bir çocuğa sarılıyorum. İçim yumuşuyor ve herkesi affediyorum. Önce kendimi. Odor 93’ün antitezi gibi sanki, sanki bu kez o haşmetli dev benim ruhumda. Ve o devi ruhumda hissederken, onun ne kadar naif olduğunu da fark ediyorum. Çokça kırılgan bir koku. Hassas. Sanki etimin altını, olmak istediğim iyiliği, dünyada bırakmak istediğim izi kokluyorum.
METAMORFOZ ÇEVRİMİ
Little Song: Bu kokunun çağrışımı tek bir görüntü ya da kendine has bir durum değil. Çok kalabalık bir yemek masası gibi; onlarca duygu ve içgüdü aynı anda bir arada. Hiçbirini tam seçemiyorum. Masadaki yemeklerin ve evin kokusu da onlara karışıyor üstelik. Bir sandalyede, kamp kurduğu yerde akşamki yemeği için odun kesen bir adam, diğer sandalyede denize atlayan birinin burnu suya değdiğinde duyduğu koku… Seçemiyorum ama bu bütünlüğün ortaya çıkardığı kokuyu tanıyorum. Hayata dair bir toplam.
Spirito: Beni en saran kokulardan biri de bu. Öyle bir mükemmellik çağrıştırıyor ki, ütopik bir varoluşta, içimden dışıma, çevremden uzağıma kadar hayatımın tümden en kusursuz olduğu bir düşü kokluyor gibiyim. Işıklı bir koku. Doğal ışıklı. Kendi ışığını doğurup çoğaltan, ideal gerçekliğin kokusu.
Meo Fusciuni’nin tüm esanslarını kokladıktan sonra şu son cümleleri söyleyebilirim; bu kokuların hiçbiri sentetik değil, aşırı estetik kokuyor. Hiçbiri için hoş bir esans deyip geçemezsiniz, üzerinde düşünmeniz, hissetmeniz, anlamaya çalışmanız gerekiyor. Bu yüzden bir şair olarak, bu sette de bir şiir olduğunu düşünüyorum.
Kaan Koç