Lynch-vari Bir “Roman:” Bülent Uçar’ın “8 Ölü 27 Şarkı”sı

Bülent Uçar’ın “8 Ölü 27 Şarkı” isimli yeni romanı hiçbir sınıflandırmaya dahil edilemeyecek, edebiyata dair ezberleri bozan ve dolayısıyla da her kitap okuyucusunun kolayca hazmedemeyeceği bir çalışma. Barındırdığı sayısız edebi/felsefi gönderme, işlediği metafiziksel temalar ve David Lynch-vari atmosfer ve karakterleriyle “roman” tanımının bile sınırlarını zorlayan eser, genelde okuyuculara keyifli bir serüven imkânı sunuyor.

Roman, yetişkin birkaç erkek arkadaşın İstanbul’un bir beldesindeki yaşantılarından bir kesit üzerine kurulu… Ve anlatılanların roman kurgusu içinde ne kadarıyla gerçek, ne kadarıyla hayal ürünü olduğu konusu biz okuyuculara kalmış. Yani ilk paragrafta andığım gibi, adeta Lynch sinemasındaki sürreal sekanslar tadında birçok an okuyucu tarafından yorumlanmayı bekliyor romanın satırlarında. Bir karakter gerçekten öldürüldü mü? Başka bir karakter ölmüş annesini gerçekten yeniden hayatta gördü mü? Bunlar ve benzeri soruları yanıtlamak bize kalmış.

Ama aslına bakılırsa bu soruların ve yanıtların pek bir önemi yok çünkü Uçar’ın romanı yazarın hayata dair felsefi ve edebi tespitleri sunması için salt bir platform görevi görüyor. Pek tabii ki kurguyu çok iyi kavramak, karakterleri analiz edip çözümlemek ve romanda cevapsız soru bırakmamak bir okuyucu için eğlenceli ve faydalı zihinsel egzersizler olacaktır. Ama Uçar’ın romanında bunlara uzun süre kafa yorarak ve ipucu toplayarak başka şeyleri ıskalayabilirsiniz.

8 olu 27 sarki - filhakikat

Kaldı ki Uçar’ın romandaki başkişileri (ve hatta yan karakterleri bile) –kendilerine has belirli özellikleri bulunsa dahi– adeta yazarın birer “hayalet”i gibiler. Bunu şöyle açalım: Uçar, nesnelere, olgulara ve insanlara dair sınırsız fikirlerle dolu, dipsiz bir kuyu gibi. Öyle ki sıradan bir insanın basit saiklerinin arkasına bile çarpıcı fonlar yaratmayı çok iyi başarıyor. Örneğin:

…Kız da o sırada kalabalığın içinde gözden kaybolmuştu. Aklımdaki tek düşünce, eğer kızı yakalayabilirsem, bütün hayatım ve sonsuzluk içinde var olacak ruhumun, bir daha kırılmamak üzere onarılmış, kurtarılmış olacağı düşüncesiydi. Bundan o kadar emindim ki, yapmam gereken tek şeyin kızı bulmak olduğunu biliyordum ve hiç sorgulamadan kalabalığa karışıyordum…

Uçar’ın bu ve benzeri, kimi zaman rasyonel, kimi zaman da oldukça absürt (ama her zaman eğlenceli ve çarpıcı) fikir ve tespitleri için birer suflör görevi görüyor romanın karakterleri. Her biri kendilerinden ve diğer karakterlerle paylaştıkları çıkarımlarından son derece eminler. (Romanda bir kalpazan bile diğer karakterlere felsefi tespitler sunabiliyor.) Bu aslında asla edebi bir sorun değil çünkü hakikaten her birey kendi zihinsel evreninde gerçekten böyle hissediyor ve yazar da bunu olduğu gibi aktarıyor olabilir. İşin ilginç yanı, istisnasız bütün karakterlerin birbirlerine üst perdeden tirat okuduğu böyle bir çalışmada, karakterler inandırıcılığını yitiriyor ve okuyucunun hiçbiriyle bağdaşım kurmasına müsaade edilmiyor ama romanın sınıfta kalmasını beklediğiniz bu noktada, kendinizi sürekli bir sonraki sayfaya merakla ilerlerken buluyorsunuz. Bir macera romanı nasıl elden bırakılamazsa, aynısı “8 Ölü 27 Şarkı” için de geçerli. Ama yazar bize burada, “Ne olacak?” diye sordurmaktansa, “İçlerinden ne geçiyor?” dedirterek merakımızı her daim dinç tutuyor. Uçar’ın karakterleri, yaşadıkları yer ve zamana büyük gelen, dolayısıyla da gerçeküstü insanlar. (Misal: Kalpazan Salim, “Eve girerken kimsenin olmadığını bilmene rağmen hâlâ kapı zilini çalıyor musun?” sorusuna olumlu yanıt verdikten sonra şunu söylüyor: “…Boşluğu sarsmak, hiç kimsenin olmadığı bir mekâna, sanki orada biri varmış gibi seslenmek, dilsiz sonsuzluğa sesle saldırmak gibi. Bir gün ya oradan bir ses gelirse?”)

bulent ucar 2- filhakikat

Üzerinde felsefi referanslı nesir ustası Bilge Karasu’nun etkisini hissedebileceğimiz Uçar’ın romanına dair getirilebilecek yegâne eleştiriyi dile getirmiş bulunuyorum. “8 Ölü 27 Şarkı”yı sınıflandırmayı ya da eserin janrını tespit etmeyi bir kenara bıraktığımız anda, Karasu’nun belirli eserlerinde rastladığımız metafiziksel hissiyata kendimizi rahatlıkla bırakabiliyoruz. Yolda rastladığınız ve aslında tanımadığınız halde size, “Sen, yerinde olmak istemediğim adamsın,” diyerek ilginç sohbetleri tetikleyen insanların var olduğu bir metafiziksel evren çiziyor Uçar bize. İçeriğindeki bolca müzik, sinema ve popüler kültür referanslarıyla roman otantikliğini de ön planda tutmayı beceriyor. Romanı çekici kılan öncül özellikler bunlar.

Özünde, “8 Ölü 27 Şarkı” silik insanların kendi evrenleri dışında kimseyi etkilemeyecek eylemleri ve sonuçları hakkında; yani aslında romanın kurgusu bunun üzerine kurulu. Ama sabırlı ve zihni açık okuyucuların bu kurgunun satırları arasında varoluşa dair yepyeni ve çarpıcı fikirler bulabileceği bir roman aynı zamanda.

“8 Ölü 27 Şarkı”

Bülent Uçar

Roman

Verita Yayınları

332 sayfa

 

Emre Karacaoğlu

https://www.facebook.com/emrekaracaoglu