Kayıp Zamanların Sesi

Her mekânın kendine has bir zamanı, havası vardır elbette. Fakat konu Kadimzamanlar olunca işler bambaşka bir hal alıyor. Öylesine özel ve izole bir yer ki… Sanki dakikalar orada farklı ilerliyor, ormanı esrarengiz canlılara hayat veriyor, insanların hayat şarkıları bir başka çalıyor.

Olga Tokarzcuk, son zamanlarda Polonya edebiyatına vurduğu damgalarla kendinden oldukça sık söz ettiriyor. 2018’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen yazar, aynı zamanda Polonya’nın en prestijli ödüllerinden biri olan Nike Ödülü’ne de sahip. Yazarın ‘Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde’ kitabından sonra Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler romanı Neşe Taluy Yüce’nin çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından basıldı. Barış Şehri’nin tasarladığı kapak tasarımı oldukça dikkat çekici ve bana kalırsa kitaba ayrı bir gizem katıyor.

Kitaba dair en beğendiğim şey aralara serpiştirilen mit unsurları ve Tanrı algısıydı. Bu konular yazarın hayal gücüyle de birleşince daha da keyifli bir hal alıyor.

Bu masalsı roman birkaç ana karakterle başlıyor, devamında nesillerinin yaşam öyküsüyle son buluyor. Çocuklar doğuyor, bahçeler genişliyor, evlere yeni katlar çıkılıyor, büyüyen çocuklar kendi yuvalarını kuruyor, zaman ilerliyor, insanlar yaşlanıyor, savaş başlıyor ve bitiyor; Kadimzamanlar bütün bunlara karşı gardını düşürmüyor, değişmiyor, ilk günkü gibi hayatına devam ediyor. Öylesine büyülü bir yer ki ne dışarıdan gelenler onu bozuyor ne de kendi içinde bir yenilenme hissi duyuyor.

Elma ağacı yazları yeni fikirler doğurur. İnsanlar yeni yollar yaparlar. Ormana dalıp genç ağaçlar dikerler. Nehirlerin üstüne bentler yaparlar ve arazi satın alırlar. Yeni evler için temeller kazarlar. Yolculuklar planlarlar. Erkekler kadınlarına ihanet ederler ve kadınlar da erkeklerine. Çocuklar birden yetişkin olurlar ve kendi yaşamlarını sürdürmek için ayrılırlar. İnsanlar uyuyamazlar. Çok içerler. Önemli kararlar alırlar ve şimdiye kadar yapmadıkları şeyleri yapmaya başlarlar. Yeni fikirler çıkar. Hükümetler değişir. Borsalar dengesizdir, günü gelir milyoner olunur, günü gelinir insan elindeki avucundakini kaybeder. Rejimleri değiştiren devrimler patlak verir. İnsanlar hayal kurar ve düşlerini, gerçek olarak düşündükleri şeyle karıştırırlar.

Romandaki masalsı anlatıma rağmen sorunlar saklanmıyor, bütün insanlığın çözüm bulmaya çalıştığı problemler göz önüne seriliyor. Aile kurmaya çalışmak, para kazanabilmek için durmadan çırpınmak, çocuk yetiştirmenin verdiği yorgunluk, bunların en ötesinde de insanoğlunun kafasını her zaman kurcalayıp duran duygular ve Tanrı olgusu yer alıyor.

Karakterlerin hayatına iyice girdikten sonra dünyayı algılayış şekillerini de görmeye başlıyorsunuz. Savaş yüzünden merhametini kaybetmiş Ivan Mukta, klasik aile yapısına ve yaşam şekline karşı çıkan ve ormanda yaşayan Başak, yaşama dair inancını büsbütün kaybeden Toprak Sahibi Popielski, ailesi için durmadan çabalayan ve sonunda kendi benliğini unutan Misia, geçmişinden ayrılmak istemeyen Michal… Farkında olmadan her biri farklı duygulara sesleniyor. Karakterler artık mutlu değiller ancak bir değişiklik de yapmıyorlar. Bulundukları yeri terk etme ihtiyacı duymuyorlar. Kadimzamanlar’da başlayan Kadimzamanlar’da kalıyor.

“ ‘Bu dünyaya kötülük nereden geliyor ki?’ diye düşünmüştü. ‘Tanrı o kadar iyiyse kötülüğe neden izin veriyor? Belki de Tanrı iyi değildir’”

Peki, bu yaşam boyunca Tanrı hayatımızın neresindeydi? Bizim için ne kadar önemli? Tanrının insana ihtiyacı vardı; yoksa yok muydu? Bu kadar inançsız insan ne yapıyordu o zaman, Tanrısız bir hayatı nasıl sürdürüyorlardı? Belki de insanın da ihtiyacı yoktu. Tanrıya küsmek mümkün müydü?

Roman, çok uzun bir zamanı kapsıyor; savaşın olmadığı zamanlardan başlıyor ve savaş bittikten sonraki yıllara kadar uzanıyor. Buna rağmen roman o kadar akıcı ilerliyor ki Kadimzamanlarda hangi vakitte olduğunuzu anlayamıyorsunuz. Bütün mit unsurlarına ve hayali ögelere rağmen gerçekçilikten kopmuyorsunuz.

Sanki evler inşa etmek göklerin ve dünyanın doğasına zıttı, sanki duvarlar dikip birbirinin üstüne taşlar dizmek zamanın akışına karşıydı.”

Yazar, doğayı ve güçlerini görmezden gelen her insana doğanın gücünü tekrar tekrar hatırlatıyor. Doğanın hafızası vardır ve günü geldiğinde kendisine yapılan hataların bedelini ödetir. İnsanoğlu karşı koyduğunu sanmıştır her zaman ancak bu kısa süreliğine bir yanılgıdan başka bir şey değildir.

Doğanın en başından beri bir düzeni vardı elbette, Izydor, doğanın ve evrenin düzenini dörtlülere bakarak yeniden keşfetti. Yönlerin, renklerin, mevsimlerin, mitlerin, var olmanın, bilincin, elementlerin ve evrende bulunan bir sürü şeyin dört rakamıyla olan ilişkisini yeniden keşfetti. Benim için en zevkli kısımlardan biri de buydu; var olan düzeni ilk defa keşfetmiş olmanın verdiği o muhteşem hissiyat.

Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler okuması oldukça kolay ve bir o kadar zevkli, sürükleyici bir romandı. Olga Tokarczuk’ un kaleminden çıkmış bu roman, Polonya edebiyatına bizi daha da yakınlaştırıyor.

İnsan öğrenmek zorunda olan aptal bir yaratıktır.”

Berfin İnan