Karaburun yarımadası ıssız, sessiz, büyülü bir güzelliğin İzmir’de biçim bulmuş bir hali gibidir. Şiirsel doğası, denizle iç içe geçen heybetli dağlarının kucak açtığı koyları, dağlık alanda dağılmış şirin balıkçı köyleri, yarımadaya özgü hurma zeytini ve nergis çiçeği ile ilk bakışta kendine âşık eder tüm ziyaretçilerini.
Kendine aşık eder demişken, Karaburun sanki Nergis çiçeği efsanesini yaşatmaya devam eder. Nergis çiçeğine dönüşen Narkissos, Yunan mitolojisinde ırmak tanrısı Kephisos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin avcı oğludur. Hissizlik, uyku kelimelerinden türeyen Narkissos ismiyle bu çok yakışıklı mitolojik kahraman, ona aşık olan peri Ekho’nun kalbini kırar, peri günden güne eriyerek dağlardaki yankılara(ekolara) dönüşür. Bunu gören intikam tanrıçası Nemesis de Narkissos’u kendine aşık olmakla cezalandırır. Narkissos, bir gün suda aksini gördüğünde bu aşkla yanıp tutuşarak suyun kıyısında ayrılamaz hale gelir, kendini seyrederek ömrünü tüketir, öldüğünde de bedeni nergis çiçeğine dönüşür.
Karaburun’da efsaneler, öyküler bitmez. Yarımadaya yolculuk esnasında mübadele sırasında boşaltılmış yerleşim alanlarını, Börklüce Mustafa ve arkadaşlarının hapsedildiği Kanlıburun ya da Kanar yeri olarak bilinen duvar kalıntılarını görürsünüz. 15.yy’da Karaburun’da yaşayan ve Osmanlıya karşı isyanıyla tanınan Türkmen Bektaşi halk önderi olarak bilinir Börklüce Mustafa. İsyanın nedeni ise Osmanlı’nın topladığı fahiş vergiler ve yarımadaya yapılan haksızlıklardır. Börklüce, Karaburun’da etrafına topladığı köylülerle eşitlik ilkesine dayanan paylaşımcı ve bireysel mülkiyet karşıtı bir yaşam tarzı oluşturmaya çalıştığı bilinmektedir.
“Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar.”
Theodor Adorno
Günümüze dönersek, Karaburun, tarihinden gelen bu muhalif duruşla, halkının paylaşımcı ve dayanışmacı özellikleriyle ve İzmir çevresindeki diğer ilçelere göre daha doğal kalmış bir yer olarak her sene Karaburun Bilim Kongresi’ni ağırlamaya devam ediyor. Her yıl Eylül ayının ilk haftası Karaburun Gündelik Yaşam Bilim ve Kültür Derneği tarafından düzenlenen kongreden hemen önce 2011 yılından itibaren de, karşılığında katılımcılardan hiçbir bedel talep edilmeden akademisyenler tarafından verilen derslerden oluşan Karaburun Ekonomi Politik Atölyesi gerçekleştiriliyor.
Karaburun Ekonomi Politik Okulu, açıklanan programda yer alan konularda bilgilerini arttırmak, önceden yapılan okumalar üzerinde konuşmak, konuyla ilgili birebir tartışmalar içinde yer almak isteyenler için pek çok farklı üniversiteden gelen akademisyenlerin dersleriyle ilerliyor. Kongre ise akademisyenlerle birlikte çalışmalarını paylaşmak isteyen derneklere, aktivistlere, emekçilere kapılarını açmış oldukça kapsamlı bir dizi seminer ve yine forumlarla devam ediyor. Bu sene Evrensel gazetesi kongre hakkında ayrıntılı bir ek yayınladı ve kongre düzenleme kurulunda yer alanlarla da röportaj yaparak kongrede paylaşılan atmosferi anlattı. Ben burada biraz daha ekonomi politik okuluna odaklanarak süreçte beni etkileyen alıntılarla paylaşımda bulunmak istiyorum.
“Gezi eylemleri sınıf mücadelesinin uğraklarından biridir.”
Yüksel Akkaya
Gezi eylemleri, başka bakış açısıyla bir sınıf mücadelesi olarak düşünülebilir mi? Gezi’de farklı çevrelerden insanların bir araya gelmesi, artık eylemlerde kimlerin yer aldığını değil, eylemin nedenini ön plana çıkarmıştır. Bugüne kadar çevreci aktivist, feminist, lgbt, radikal gruplar olarak bölünen tüm hareketler direnişte bir araya gelmiş ve protestolar iktidara karşı bir halk hareketine dönüşmüştür. Türkiye’de bugüne değin sesini çıkarmamış, kendince bir yolunu bularak yaşayan orta direk sınıf da artık sesini sokağa taşımış, iktidarın yaşam tarzı müdahalelerinden endişe duyan modernite yanlıları sessizliğini bozmuş ve nükleer, HES ve termik santral karşıtı mücadeleden kentsel dönüşüme ve madenlere kadar bir dizi direnişi gerçekleştiren halk, artık belki de hiç susmayacak şekilde sesini yükseltmeye ve bizzat kendi varlığıyla karşı durmaya, bu talan ve yağmayı protesto etmeye başlamıştır. Sokağın bu çığlığı ona kulak tıkayanlara rağmen artık susmayacak ve mücadele devam edecektir.
“Kapitalist sistemde devrimin mekanı vardır.”
Cenk Saraçoğlu
Gezi eylemleriyle birlikte devrimler tarihine biraz daha yakından bakmak ve bunun üzerinde tartışmak sürecin dinamiklerini daha net anlamada etkili olabilir. 1871 Paris komünü, Cenk Saraçoğlu’nun dersiyle ele alınan konu olarak, kapitalizm çağında gerçekleştirilen bir devrim olması nedeniyle oldukça ilgi çekiciydi. Paris komünü, 1871’de Fransa’da sosyalist bir hükümetin kurulmasıdır, sadece 2 ay sürebilmiş ve ardından kanlı bir şekilde sona ermiştir. Peki, bu yenilginin nedenleri nelerdir?
Kapitalizm zorunlu olarak küreselleşme ihtiyacı duyar. Bu nedenle kapitalist çağda devrim, ülke ölçeğinde çıksa bile mutlaka uluslararası yankı uyandırmalıdır. Paris Komününün Paris’te sınırlı kalması ve taşrada yayılamaması devrimin mekansal sıçrama yaratamamasıyla açıklanabilir. Bu nedenle devrim çelişkinin yoğunlaştığı mekandan çıkarak diğer bölgelere yayılmalıdır. Ortaya çıktığı dönemden bir ileri döneme aktarılmalı, süreç devam etmeli ve nasıl bir iktisadi sistemin getirilmesi konusu netleştirilmelidir. Bu noktada zamansal sıçrama önem kazanmaktadır. Tüm bu sıçramalar gerçekleşirken ideolojik propagandaların kitlendiği hedef karşımıza çıkar. Nedir propagandalardaki amaç?
“İdeolojik propagandaların amacı ‘toplumsal bilinç’ olarak kabaca ifade edebileceğimiz
‘tini ele geçirmek’ ve toplumu şekillendirmektir.”
Ersin Vedat Elgür
Meta nesnesini absorbe ederken tüketir ve tüm arzular çekilir. İşte şimdi geride tek bir arzu kalmıştır; tüketme arzusu. Cesur Yeni Dünya, Mülksüzler, 1984, Biz gibi bilimkurgu eserlerine aşina olanlar arzunun tüketime nasıl yönlendirildiğini hatırlayacaklardır. Çünkü metalaştırma her şeyi kendi formunda görmek ister. Gezi direnişinde de metalaştırma oldukça yankı bulur. Gezi kütüphanesinden karşılıksız verilen kitaplar, kurulan yiyecek sofraları ve sağlık yardımları buna verilebilecek örneklerden. Metalaştırma söz konusu olduğunda öznenin olduğu yerde bir çatlak vardır. Bu çatlak istem tarafından sinsice doldurulmaya çalışılır.
Bu distopyaların bir diğer formuyla İngiliz satirist prodüktör Charlie Brooker tarafından yaratılan “Black Mirror” film serisinde de karşılaşırız. Medyanın kontrolsüz gücünün ve medya-iktidar ilişkisinin ele alındığı filmle başlayan seri, bilimin teknolojiyle pazarlandığı, etik tartışmalara neden olduğu, emeğin satılarak yerine sahte yaşamların verildiği, insan yaşamını karikatürize eden iktidarın kontrol mekanizmasının insan bütünlüğünü alaşağı ettiği diğer filmlerle devam eder.
“Kapitalizm duygusal ilişkiyi bile metaya çevirir.”
Melda Yaman Öztürk
Kapitalizm bütün toplumsal ilişkilerini meta ilişkileri haline getirir. Artık bu bir gerçekliktir çünkü bu yaşanmaktadır. Ancak işte tam da bu, bir yanılsamadır. Meta’nın ortadan kaldırıldığını hayal edin. Sevgilisine sevgisini hediyeler satın alarak ifade eden insan ne yapacaktır? Sevgisini nasıl ifade edecektir? İnsan hem kendine hem de kendi emeğine yabancılaşmıştır. Onun için çizilen çerçeveden çıkmasının tehlikeli olduğu sistem tarafından zihnine kazınmıştır. Canlı emeği, doğal olarak tüm yaşamını iş, alışveriş ve iş ilişkileri arasında geçirmeye devam eder.
Beyin fırtınası, aydınlanma, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma çerçevesinde geçen bir süreç Karaburun Bilim Kongresi ve Ekonomi Politik Okulu. Anlatabildiklerim muhakkak çok yetersiz ama böylesine bir emekten haberdar etmek anlamında denemeye değer.
http://www.kongrekaraburun.org/
Yazı: Zeynep Çolakoğlu