Kaan Murat Yanık: Yazmadan bu dünyada barınmak benim için çok zor

Genç edebiyatçı Kaan Murat Yanık’la son romanı “Uzakların Şarkısı” nı konuştuk…

İki yıl boyunca 17 ülke dolaşmışsınız. Yollar size ne öğretti?

Yollar bana esas olanın varmak değil yürümek olduğunu öğretti. Bununla birlikte yolda karşılaştığın her nesneden bir şey öğrenmeyi ve karşılığında ona bir şey öğretmeyi belletti. Bu mefhum insan, ağaç, ev veya bir rüzgâr olabilir.

“Uzakların Şarkısı” kitabınızda Kars şivesi, Azeri Türkçesi muazzam. Kars’da da kalmışsınız. Bu şiveyi orada mı öğrendiniz yoksa oralı mısınız?

Teşekkür ederim. Dedelerim Azerbaycan’dan Iğdır’a göçmüşler yüz yıldan fazla zaman önce. Bu bakımdan Azerbaycan Türkçesi’nin benim öz dilim olduğunu söyleyebilirim. Hem aile büyüklerim; dedelerim, ninelerim hem de annem ve babam bu şiveyle konuşurlar. Öz kültürümü ve köklerimi seviyorum.

Büyük şehirlerdeki insanların günlük sıkıntılarıyla Kars’ın bir köyündeki insanların günlük sıkıntılarını karşılaştırdığınız zaman ne gibi farklılıklar gözünüze çarpıyor?

Temelde ve insani çerçevede elbette müşterek dertler var; yoksulluk, hastalık, aşk…  Fakat bilhassa TV- internet vesilesiyle alınan modernizmin köy halkında özellikle gençlerde bir kültür karmaşası yarattığına şahit olmuştum.  Bunda en büyük pay sahibi dizilerin.

 

“Uzakların Şarkısı” romanınızda gerçek, tarih, hayal hepsi bir arada. Okurken “kitabın filmi olsa harika olur” diye düşünmeden edemedim. Kitabı okurken dünyadan kopup kitabın dünyasının içine giriyorsunuz. Merak ettiğim şey hayal gücünüzü neyle besliyorsunuz?

Teşekkür ederim. Ben çocukluğumdan beri hayal dünyasında ikamet ediyorum. Bu nedenle gerçek hayatla bağ kurma konusunda da ta o zamanlardan beri sorun yaşıyorum. Ama hayalperest olmanın güzel yanı her an kurmaca yapmaya gebe olmak. Klasik doğu edebiyatının kaynaklarını, halk kültürünün gölgelerini ve dünyanın çeşitli coğrafyalarının mitoslarını araştırmayı bunları kurmacamın içine katmayı seviyorum. Söz gelimi Klasik kültürün altında olan batıl inançlar; remil, havas, ebced, ilm-i nücüm, ilm-i sima… Elbette bunların tümü roman ile masal arasında bir yere oturtmaya gayret ettiğim üslubumu belirliyor. Ayrıca roman için keşif yaptığım yerlerdeki yaşlı insanlarla röportajlar yapmayı, oraların insanlarını gözlemlemeyi, kendimce sosyolojik ve psikolojik deneyler yapmayı seviyorum. Bazen de kendi benliğimi ve ruhumu ameliyat masasına yatırıyorum. Ayrıca Japonya’dan Güney Amerika edebiyatına kadar olan hinterlantta öne çıkmış olan tüm romanları takip ediyor ve teknik anlamda yeni bir şeyler öğrenmeye de çalışıyorum.

Siz üniversitelerde öğrencilerle sohbet ediyorsunuz, edebiyat konuşuyorsunuz. Buralarda insanlar size dair en çok neyi merak ediyorlar. Duyduğunuzda sizi en çok şaşırtan soru nedir?

Yazma sürecimi ve bu sürece hazırlanırken bilincimde dönen şeyleri merak ediyorlar en çok. Bunun dışında romanlarımı yaşayarak yazma meselemi ve roman kahramanlarımla aramda kurduğum nevrotik bağı. Doğrusu ben de bu konularda konuşmaktan hiç erinmem. Edebiyat çok güzel, kutsal bir şey…

Siz çok genç yaşta güzel kitaplara imza attınız. Türkiye’de genç ve başarılı olmanın bedelini ödetirler genelde. Bu konuda büyük ikramiye kazananlardan mısınız 😊

Evet, büyük ikramiyeyi çok defalar kazandım bu konuda. İnanır mısınız bu soruyu cevaplamanın kaç türü olduğunu düşününce bir yerden sonra sayamadım. Hülasa çok doluyum bu mevzuda. Biraz evvel cevapladığım soruda edebiyatın kutsal bir kavram olduğundan söz ettim. Doğru! Edebiyat olmadan yaşayamam. Okumadan, yazmadan da bu dünyada barınmak benim için çok zor olurdu. İyi ihtimalle akıllanırdım. Fakat edebiyat bir endüstri haline dönüştüğü andan sonra işler bir roman konusu olacak kadar çirkinleşebiliyor. Çok fazla şeye şahit oluyorum. Hiçbir konuda, kimseyle polemiğe girmiyorum. Sadece işimi yapıyorum. Belki ileride tekaüt bir romancı olursam oturup başımdan geçenleri yazarım ha…