Evlerde balkonu seviyorum. Balkonsuz evlerin, çiçeksiz dallara benzediğini düşünüyorum.
Çiçekleri seviyorum. Çiçeksiz balkonların, çıplaklığına üzülüyorum.
Onlarca çiçek türünün arasında iki de gül var balkonda, iki farklı renkte, iki başka yerden alınmış ama dalları birbirine değen.
Çiçekler kendi aralarında yarışa girmez, güzellikleri üzerinden dövüşmezler ama güllere hep farklı bir gözle bakıyorum; belki edebiyat ve sanatta en çok kullanılan çiçek olmasından, belki ezelden beri mistik referans noktalarında dikilmesinden, belki gıdadan parfüme birçok alanda kullanılıyor olmasından ötürü, gül durup durup kendine farklı bir alan açıyor zihnimde. Dürüst olmak gerekirse, tanıştığım bir parfüm sayesinde, gülün açtığı yollara hayran kalan ve güle yeni bir yol açan bir kahramanla tanışmak, gülün tüm çiçekler içindeki o şahsına münhasır duruşunu hak ettiğini ispatlıyor bana. Parfüm Anka Kuş’un “İsmail Efendi: The Rose Bandit” adlı harikası, kahraman ise yine kokunun adında saklı; İsmail Efendi.
Şimdilerde, dünyada Isparta gülü diye bir şöhret varsa, onun ilk fidanını eken kişi Gülcü İsmail Efendi. 1888 yılında, belki bir kuşluk vakti belki bir bahar ertesinde, Bulgaristan’ın Kızanlık kentinden Isparta’ya yola çıkan İsmail Efendi’nin elinde bir baston vardı. Bastonuna sakladığı şey ise ne Kaşıkçı Elması ne de bir tarihi kalıntıydı. İsmail Efendi, The Rose Bandit adıyla, Melbourne’de üretilen müstesna bir parfüm markasına ilham olacağını hayal bile etmemiştir o gün muhtemelen. Ama bir bastona bir gül fidanı saklatan heyecanıyla amacı, belli ki bir gül bahçesi yaratmaktı. Oldu da; İsmail Efendi sayesinde, Isparta, neredeyse dünyanın en büyük gül bahçesine döndü.
Ali Erkekli, Anka Kuş’u ve bu serinin öne çıkan parfümlerinden biri olan İsmail Efendi: The Rose Bandit’i oluştururken, geçmişin mirasını geleceğin umutlarıyla çarpıştırıyor. Kokuyu ilk duyduğumda, saniye saniye aklımda bu geçiş oluştu. Klasik bir noktadan başlayıp, bana eskileri, belki de çokça duyup üstünden geçtiğimiz rayihaları hatırlatan bu parfüm, bir süre sonra beni adım adım şaşırtmaya başladı. Biraz düşününce, bu kokunun benim tenimdeki yolculuğu Gülcü İsmail Efendi’nin yolculuğuna çok benziyor; insanlık geleneğini, pek çok farklı kültürdeki insan ve inanışın motif olarak kullandığı bir çiçeği alıp yeni topraklara götürmek…
Bulgaristan’dan Isparta’ya giden yolu şimdilerde 15 saniye içinde en hızlı ve en güvenli rotayla bulabiliriz. Bu parfümde onu bulmak içinse, Ali Erkekli’nin neleri kullandığına bakmak lazım;
Üst Notalar: Gül, Kekik, Misk
Orta Notalar: Şam Gülü, Ahududu, Lavanta, Karanfil, Safran
Alt Notalar: Paçuli, Ambergris, Sedir, Benzoin
Parfüm uzmanı değilim; yazmakla geçen bunca yıl içinde, kokuların insan hayatındaki önemini anlamış biriyim. Kokuların bende yarattığı etki de, Proust’a roman yazdıran cinsten…
Fakat İsmail Efendi: The Rose Bandit’in notalarına bakınca, burnuma olan güvenim artıyor. İsmail Efendi’nin, 1888’de Isparta’nın Gülcü Mahallesi’ne (ki mahalle adını nereden almış pek belli) varıp da bastonunda sakladığı güle korkuyla baktığı o anı merak ediyorum; kırılmış mı, sağlam mı? Gülü, hünerli parmaklarıyla oradan çıkarttığı saniyeyi hayal ediyorum; dikenlerin batmasından korktu mu, umursamadı mı? Tutup güneşe kaldırdı mı o mucizevi fidanı; yaprakları üstünde miydi hala yoksa sırf bir saptan mı ibaretti? Sorular bitmez ama cevap tenimde;
İsmail Efendi: The Rose Bandit, gülün yola çıktığı noktayla gülün vardığı noktayı birbirine öyle bir köprüyle bağlıyor ki, balkonumdaki güller artık benim zihnimde 4. bir boyut kazanıyor.
Kaan Koç