Hemşeri Dernekleri

ERZURUMLULAR-DERNEĞİ-ÇİĞ-KÖFTE-2

Sırrı Süreyya Önder’in bir yazısını hatırlıyorum, hemşeri derneklerini hor görüyordu, gündelik faşizmi yeniden üreten kurumlardan biri olarak değerlendiriyordu. [1]Nihat Genç de, ben daha onu Leman’da okurken, bir yazısında şehre dair tek arzusu memlekete dönmek olan erkeklerin hemşeri dernekleri kurup durmasından ve çocuklarına geleneksel isimler vermesinden bahsetmişti. Şehre uyum sağlamaya çalışan kadınlar ise, kadın emeğini değerlendirme inisiyatiflerini destekliyor ve çocuklarına şehirli isimleri koyuyordu. [2] Şimdiki bakış açımla bunun ne kadar çarpıcı bir fikir olduğunu daha iyi anlıyorum, anasının sıcak koynuna dönmek için şekilden şekile giren kravatlı adamlar ile, baba dayağından ağabey derdinden sıyrılmak için kimsesizleşmeyi göze alıp aileden ayrılmak isteyen kadınlar: Erkeklik ve kadınlığa dair birçok şey var bu fikirde. Sonra Nihat Genç okumayı bıraktım, biraz da ulusalcı mı oldu ne? Ekranın karşısında tekrar tekrar ağlayanlar ister istemez Fethullah Gülen’i düşündürtüyor bana. Kendisinin müridi değilim, bununla beraber nutuklarını korkunç sıkıcı buluyorum; kendisini 15 saniyeden daha uzun zaman dinleyebilmek için hipnotize olmak gerekir. Bu esnada, bugünün karanlık ayrıntısı da şu olsun: Fethullah Gülen, aynı Vehbi Koç gibi, 12 Eylül’ü kutsamıştır. Arçeliklerimiz, dershanelerimiz, 12 Eylül hep kalbimizde.

Sırrı Süreyya’nın yazdıklarının çoğunda haklı: Gene de, an itibariyle, bir kitle politikacısı olarak, aynı şeyi söyler mi yazar mı bilemem. Bir hemşeri derneği toplantısında yeterince uzun süre takılırsanız, mutlaka birisinin “siyasi rozetleri çıkarmaktan” bahsettiğini duyarsınız. Ben radikal olduğumu hiç açıklamıyorum, zaten benim gibi tipler bu insanlar için ya delidir ya da ütopyacı.  Ben kendi davranışımda kendi hesaplaşmalarım ve ikiyüzlü bir konformizmden başka bir şey görmüyorum. Öte yandan meselenin AKP, CHP, MHP ve son dönemlerde Sarıgül arasında geçtiğini siz de anlamışsınızdır.

Ne olursa olsun, hemşeri derneklerini hor görmek mevzuyu görememek demektir diye düşünüyorum. Hemşeri dernekleri imkansız bir nostaljinin can çekişme mekanlarıdır: Bu açıdan pek sinematiktirler. Öte yandan bu dernekler akıntıya karşı yüzerler: Bakın, bu bir solcu sloganı. Bu dernekler, iş bağlamak temelinde kurulurlar; ancak hemşerinin hemşeriye gurbette ne yaptığını siz de biliyorsunuz. Bu aslında proleterleşmeye karşı direnmeye çalışmak: Herhangi bir yapı marketin taşeron bir şirketinde güvencesiz, insan yerine konulmaktan, en temel haklardan mahrum bırakılarak üç kuruş maaşa çalışmak yerine bağımsız iş yapmaya devam etmeye çalışmak demek. Patron ile işçi arasındaki dinsiz imansız, aman vermez bağın yerine, hemşeri ilişkisi üzerinden bir bağ kurarak “saf emek” olmanın önüne geçmeye çalışmak demek. Çavuşların hemşerilerine ettikleri de bir başkadır tabii; ama dedikodu ve şikayet mekanizmalarının görece koruyuculuğu altında bulunmak, patronun karşısına çıplak kalmaktan iyidir herhalde.

Ancak, kapitalizmde ayakta kalmanın tek yolunun bu bağları yıkıp parçalamak olduğunu hepimiz kendi deneyimimizden biliyoruz. Patron, hemşerisi yerine daha rahat sömürebileceği yabancıyı, sonra onun yerine daha rahat sömürebileceği hemşerisini işe alır. İşçi de (umuyoruz ki) daha iyi çalışma koşullarına doğru yönelir, yoksa yönelmez mi? Bıçak kemiğe dayandığında ise sendikasını kurar, greve çıkar ve işgalini yapar, yapar mı? Yaparsa memlekette ne muhabbet olur ama. Nihayetinde kapitalizm mahşer yeridir, hemşeri hemşeriyi gurbette tanımayacaktır.

Ve şehir hayatına uyum: Kız alıp vermek vesilesiyle gelenek ayakta tutulmaya çalışılır ama sonuç ucubeleşmedir her zaman. Ortaya ya kentleşmeye çalışan ama başaramayan, dolayısıyla kentten dışlanan, saldırganlaşan bir ucube çıkar, bir apaçi, bir maganda, bir arabeskçi. Ya da şehirden ölesiye korkan biri, bir cemaatçi, kapalı kutuda yaşayıp giden biri, mesela bir hemşeri derneği aktivisti. Sonuç ne olursa olsun, memlekete döndüğünde memleketli olmayan, ama kentte de kendine yer edinemeyen bir ucube.

Marksistler, ya da Marks okumuşluğu bulunanlar, başlıktaki şakayı anladı. Hemşeri dernekleri: Kitlelerin afyonu, ama bunun da öncesinde kalpsiz dünyanın kalbi. Buna bağlamak istiyorum, sol siyaset de şehrin ve işçiliğin travmatize ettiği kişiye umut üretebilmenin adı değil midir? O zaman, solun güçlü olmadığı bir dünyada, umudu hemşeri derneğinde arayana mı kızmalı? Muhafazakar, nostaljik, romantik çözümler, başarısız olmaya mahkum da olsa, çözümsüzlüğe yeğdir. Görünen o ki, şehir hayatı ve iş hayatı kopup geldikleri memleketlerini, erkekler için, neye benzerse benzesin, bir kayıp cennete dönüştürüyor. Kadınlar içinse zulüm topraklarının yıkılışı anlamına geliyor. Erkekler, anavatanın (ki ötesinde ana rahminin) kaybını kabul edip, yas tutup, değişmeye direniyor: Hemşeri derneğini bırakıp sendikaya geçmekten korkuyor. Kadınlar ise özgürlüğün anlamının farkında, bedel ödemekten korkmuyor.

Musa Acar

 



[1]http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1026481

[2] Bu yazıyı ne yazık ki bulamadım.