Dünyanın sonu meğer burasıymış

 SONY DSC

Artık değişecek hiçbir şey kalmadı diyene kadar akıp gidecek bu kaldırımlar. Onlar aktıkça, umuda uyanacağız. Onlar aktıkça, her an her şeyin elimizden yitip gitme ihtimali ensemizde soluyacak. Başka türlüsünü düşünemediğimizden taşıyacağız bu yükü. Sen dünyayla ilgili kocaman şeyler düşüneceksin, ben yarını ve öbür seneyi planlayacağım. Beyinlerimizin içinden kilovatlarca elektrik akacak. Açığa çıkan enerji havaya karışacak, evrene dağılacak ve akıp dolaşıp yine birbirimizin zihnine girecek. Zaman, zihinlerimiz arasındaki bu devirdaimden ibaret olacak. Yazık ki biz bunu hiç fark etmeyeceğiz ve zamanımızın tükenmesinden korkacağız. Ne yattığın kadınlar ne de eve gelen misafirler bu korkudan haberdar olacak. Geceleri içimizde bir mum yanacak, sabah meltemiyle söndürüp yataktan çıkacağız. Biz bu sırra uyanmak istemediğimiz rüyalarımızı adayacağız. Sokağa, çay bahçelerinde dolanan yavru kediler gibi çıkacağız. Yolumuzu bilmeden, bir açlığın peşine takılıp tüm gün oradan oraya dolanacağız. Yanımıza mendil satan çocuklar gelecek. Sen cebinden çıkardığın bozuk parayı vermeden önce çocuğun adını soracaksın. Ben güneş gözlüklerimi ve kulaklıklarımı takıp hızla uzaklaşacağım. Akşama doğru, dalgaları hışırdatan bir vapura veya tıslayıp pıslayan bir otobüse binip, ev dediğimiz yerlere geri döneceğiz.

Derken bir gün, rüzgarlar yeterince sert estiğinde, sen aslında beni sandığım kadar düşünmediğini düşüneceksin. Ben yarın seni görüp görmeyeceğimi kestirmeye çalışacağım. Sen kız arkadaşına telefon edeceksin. Ben tarçınlı kek pişireceğim. Yemekten sonra rahat bir köşeye uzanıp kitabın kaldığımız sayfasını açacağız. Sen arada bir gözlüğünü düzelteceksin, ben ise durmaksızın saçımla oynayacağım. Kitabın bazı noktalarında duraksayıp yine boyundan büyük şeyler düşünmeye daldığında, ben altını çizdiğim bir paragrafı sana okutamayacak olmanın burukluğunu yaşayacağım. Sonra, aniden, bu burukluğun ne kadar anlamsız olduğunu, sanki başka bir şey mümkün olabilirmiş gibi yaşamanın kendime eziyet etmekten başka bir işe yaramadığını fark edeceğim. Gecemin mumu sönecek. Vapurlar, kaldırımlar, mendil satan çocuklar ve rüzgarlar… Hepsi duracak. Sen ve ben havada asılı kalacağız. Dünyanın sonu meğer burasıymış, diyeceğiz. Meğer böyle, boşlukta, birbirimize değmeden ve bir gün değme ihtimalini düşünemeden, karşılıklı durmakmış. Meğer dünya umutla dönermiş, zaman umutla akarmış. Sonra tüm renkler solacak, sesler kısılacak ve benim bir açıp bir kapayan göklerim dev bir florasan lambaya dönüşecek. Balkonuma plastik saksılar alacağım, içlerine yapma çiçekler dolduracağım. Salonun raflarına eski kitap görünümlü biblolar dizeceğim.  Saçım hiç kabarmayacak, ojelerim soyulmayacak. Ve sen artık adını koyamadığım ufak bir sızıya dönüşene dek, aldığım her nefeste tüm bu güzellikler için şükredeceğim. Günlerimi, aslında o kadar da zor olmadığını düşünerek geçireceğim.

Bunların hepsi tamam, hepsine razıyım.

Peki ama birileri öldükçe seni özlememi ne yapacağız?

Simla Belen