DEKALOG
Kemalist İlahiyat Üzerine Bir İnceleme
Osman Özarslan
Açılım Yayınları
2014, 388 sayfa, 17,5 TL.
Kemalizm üzerine bir kitap daha, diye düşünebilirsiniz; niye okumalıyım, diye sorabilirsiniz. Ki gayet de meşru bir soru sayılabilir bu. Kemalist paradigma için “yıkıldı” demenin çok da olağandışı olmayacağı zamanlardayız. Yeni bir elit grubun yeni bir ideolojiyle hegemonyayı oluşturduğu da birçok çalışmada belirtildi (Cihan Tuğal’ın Pasif Devrim kitabında bu süreç özenle incelendi, Aydın Uğur’un röportajlarında “nurjuvazi”den bahsetti ). AKP iktidarının, Cumhuriyet’in ilk yıllarını fazlasıyla andırdığına da işaret edildi. Kalkınma vurgusu, korporatizm, devlet eliyle yaratılan zenginler, yeni bir “aferizm” durumu, iktidarın sürekli övülmesi ve zenginleşmenin yolunun siyasi iktidarla yakın ilişkiden geçmesi, basının sıkı kontrolü ve Erdoğan imajının giderek uhrevileşmesi…
Osman Özarslan’ın kitabı Dekalog bu soruya bir cevap verme amacıyla da yazılmış. Kemalizm hiç olmadığı kadar zayıf-ki kitabın sonunda bu sıfat yerine “dünyevi” diyebileceğimizi de görüyoruz- olabilir; ancak her birimizi modernizm ve pozitivizm ile tanıştırması vesilesiyle zihnimizin ve politik tahayyülümüzün önemli bir kısmını, biz hiç farkında olmasak da işgal ediyor.
Özarslan, Kemalizm’le yolları ayırdığına inanmış sol düşüncenin içindeki Kemalist işleyişe işaret etmeye “murad ederek” incelemeye başlıyor Kemalizm’i. Dolayısıyla kitabın ilk kısmı Kemalizm’in ve Kemalizm’i mümkün kılan dünyanın derinlemesine bir irdelenmesini içeriyor. Bu gerçekten iddialı bir proje. Özarslan da bu işi hakkını vererek yapmaya çalışıyor. Durkheim, Weber gibi isimlerden başlayıp Schmitt, Adorno, Horkheimer ve Benjamin gibi birçok ismin perspektifini kitabına taşıyor. Günlük hayatın ipuçlarını tarihsel veriyle birleştiren Özarslan, bir uca Comte’un Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektubu koyarken, öbür uca Sızıntı dergisinin bilim sevgisini imanla harmanlamasını yerleştirip Türkiye’nin “zihni aygıt”ının dönüşümünü inceliyor.
Dinin dünyevileşmesiyle beraber, dünyanın, yani ulusun, liderin ve devletin uhrevileşmesini Kemalizm örneği üzerinden inceleyen Özarslan, Kemalist mitolojiyi inşa eden unsurları tek tek ele alıyor.
Kitapta, Can Dündar’ın Mustafa filminden Turgut Özakman’ın Dersimiz Atatürk’üne, kulüp yönetimini Ata’ya şikâyete giden Erzurumspor taraftarlarından Madam Louvre müzesindeki Koç ailesi fonuyla yeniden düzenlenen Atatürk heykeline, Anıtkabir için finale kalmış projelerden edebiyat eserlerine, bazen lise eğitimimizin zorunlu durakları olmuş, bazense gazetenin bir köşesinde görüp geçtiğimiz birçok unsuru bir araya getirip düşünme eğilimlerimize işaret ediyor.
Özarslan’ın eserinin bütün analizleri, şu iddiayı temellendirmeye yönelik: Kemalizm bugün bir sürü insan için hatta bizzat birçok Atatürkçü ve/veya sosyal demokratların kendisi için dünyevi ve eleştirilebilir bir ideoloji olsa da, Kemalizm’in modernist ve pozitivist yaklaşımı zihnimizin “kurucu unsur”u olmaya devam ediyor. Bu noktada Özarslan’ın nazarı Türkiye sol düşüncesi ve hareketine dönüyor.
Özarslan’a göre, Kaypakkaya’dan bu yana Kemalizm’le bağlarını kopardığını düşünen Türkiye solu, modernizmi ve pozitivizmi Kemalizm’den öğrenip devraldığı için çoklukla Kemalizm’e benzer tepkiler verir. Bu noktada, Türkiye solunun mitolojisi Özarslan’ın perspektifine yerleşiyor ve kızılca kıyamet kopuyor. Bütün sol deneyimini yeniden değerlendiriyor Özarslan.
Yazar kitabını nihayete erdirirken son altbaşlığı “Devrim”, geri döndüğü tarihsel belge ise Marx’ın “Var olan her şeyin acımasız bir eleştirisi”. Denebilir ki kitabın niyeti burada yeniden çiziliyor.
Sonuç olarak, Kemalizm üzerine hâlâ okumak için geçerli nedenlerimiz var gibi görünüyor. Yerinden edilmiş tanrılara karşı hangi tanrıları icat ettiğimiz, Durkheim’ın bizlere hediye ettiği bir sorunun çok ötesinde, gündelik hayatımızın da bir parçası değil mi?
Bu yazı Radikal Kitap’ta yayınlanmıştır.
Barış Şensoy