Uruk kentinin kralı Gılgameş, ilkel dağ adamı Enkidu’ya, çekici bir tapınak kızı olan Şamkat’ı yollar ve yontulmamış bu adama insan gibi yaşamayı öğretmesini ister. Şamkat, ağzını açıp Enkidu’ya şunu söyler: “Ekmek ye Enkidu, bu yaşamın bir parçası! Ve toprağın geleneği olan birayı iç. Sen de bizden biri ol.” Enkidu ekmek yer, doyuncaya kadar. Bira içer, üstelik yedi testi dolusu. Ruhu sakinleşir ve keyiflenir. Kalbi neşe dolar ve yüzü ışıldar. Su ile pis bedenini yıkayıp vücudunu yağ ile ovar ve “insan” olur.
Yapılan kapsamlı incelemeler ve değerlendirmeler göstermektedir ki; bira insanlık tarihinin en büyük icadıdır. Hatta Amerikan bilim adamlarının yaptığı detaylı bir araştırma sonucu ortaya attıkları teori de, hiçbir üniversite tarafından çürütülmemiş hatta eleştirilmemiştir. Oregon State Üniversitesi gıda bilim Profesörü Patrick Hayes ve Antropoloji Profesörü George Armelagos’un başını çektiği ekip, biranın insanlık tarihini temelden etkilediğini ve şimdi yaşadığımız koşullara getirdiğini ileri sürdümektedirler. Yaptıkları araştırmadan vardıkları sonuçlar, yaklaşık 9000 yıl öncesine dayanmakta. Tarım devriminin başlangıcı olarak kabul edilen arpanın, ekmek değil, bira yapımı için kullanıldığı ve bu sebeple tarım devriminin gerçekleştiğini savunurlar.
Şöyle ki; teoriye göre, o güne kadar tek tasası yemek ve korunmak olan insanların topladıkları arpalarla dolu çömleği, yağmurlu bir günde dışarıda bırakmaları hepsinin hayatını sonsuza dek değiştirdi. Yağmuru yiyen arpa şişti ve ikinci bir yağmurla dolan çömlek, açığa çıkan karbondioksit ile fermente olarak bira oluştu. Bu enteresan sıvının tadına baktıklarında ise ilk kez bir içecekleri olduğunu farkettiler. Tadıyla büyüleyen ve neşe veren biradan daha fazla üretmelilerdi. Bu sebeple daha fazla arpaya ve düzenli bir tarım sistemine ihtiyaçları vardı. Başak tarlalarını sürebilmek ve arpayı sorunsuzca nakledebilmek adına tekerleği icad ettiler. Daha sonra kendi arazilerinin sınırlarını belirlemek zorunda olduklarından matematiği uygulamaları gerekti. Biranın reçetesi kayıt altına alınıp, gelecek nesillere ya da civar yerleşkelere iletilmeliydi bu sebeple bunu yazmak zorunda kaldılar ve yazının keşfi ortaya çıktı. Pensilvanya Üniversitesi yazı bilim profesörü Stephen Tinney’in de doğruladığı bu durum, ilk yazılı kitabeler olarak kabul edilen Göktürk tabloidlerinde de biranın reçetesiyle karşımıza çıkmakta.
Gelmiş geçmiş en büyük ve en gizemli medeniyet olan Mısır’ın ise bira ile çok daha çarpıcı bir geçmişi mevcut. Piramitlerin yapımında çalışan işçilere ödeme bira olarak yapılıyordu. Çalıştıkları her günün sonunda bir galon bira kazanan işçiler hallerinden son derece memnun olacaklar ki, dünyanın en büyük harikalarını inşa ettiler. Mısırolog Dr. Joseph Vegner’e göre; Giza piramidin yapımı, firavuna 231,414,717 galon biraya mal olmuş. Yaklaşık olarak %3 oranında alkol içeren bira, mısır uygarlığının temel besin kaynağıydı. Vitamin ve mineraller açısından da oldukça zengin bir içeriği olan arpa birası, işçilere ihtiyaç duydukları enerjiyi sağlıyordu. Mısırlılar birayı tedavide de kullanıyorlardı. Antropoloji Profesörü George Armelagos’un keşfi modern tıbbı sarsacak nitelikteydi. Mumyalanmış bir eski mısırlının kemiklerini incelerken, kemiklerin üzerinde tetrasiklin adı verilen bir tür antibiyotiğe rastladı. Fakat tetrasiklin milattan sonra 20’li yılların sonunda keşfedilmişti. Bu bir nevi mucizeydi. Bunun nasıl mümkün olabileceğini öğrenebilmek için her yolu denedikten sonra, mısır hiyarogliflerinde yer alan bira tarifini uyguladılar. Sonuç akıllara durgunluk vericiydi. Ürettikleri bira, modern antibiyotiklerin bir çoğunu içermekteydi. Yani bira hayat kurtarıyordu. Alexander Fleming’e nobel ödülü kazandıran icadı, aslında 3000 yıl önceki bira tarifinde mevcuttu.
Muhakkak ki biranın hayat kurtarmadaki payı bununla sınırlı değil. Sıtma ve veba gibi ölümcül salgın hastalıklar yüzünden milyonlarca insanın hayatını kaybettiği ortaçağ Avrupa’sının da kurtarıcı meleğinin bira olduğu öne sürülüyor. 16. yüzyıl karanlık Avrupası’nın, günümüze oranla 6 kat daha fazla bira tüketerek büyük illetleri bertaraf ettiği varsayılıyor. Kaliforniya Üniversitesi mikrobiyoloji laboratuarlarında, Profesör Kyria Mills tarafından yapılan deney bu iddiayı kanıtlar nitelikte. Bir ördek havuzundan alınan atık suyu inceleyip içinde ölümcül bakterilerin olduğunu tespit ettikten sonra, aynı su ile ürettikleri birayı güvenle ve afiyetle içerek bu mucizeyi tüm dünya ile paylaştılar.
Bütün bu araştırmaların Amerika’lı bilim adamları tarafından yapılmasının da elbette yine bira mucizesiyle ilintili bir gerekçesi var. Amerika’lılar tarihlerini biraya borçlular. Ulusun en büyük önderleri olan, George Washington, Thomas Jefferson ve Sam Adams bira üreticisiydi. Dolarların üzerinde gördüğümüz bu isimlerin en popüleri olan Benjamin Franklin’in efsanevi sözü ise biraya verilen önemin en açık emarelerinden : “Bira, tanrının bizi sevdiğinin ve mutlu olmamızı istediğinin kanıtıdır.”
Hem Amerikan endüstrisi hem de sanayi devriminin ilk otomasyon üretim bandını barındıran fabrikası sanıldığı gibi Henry Ford’un araba fabrikası değildi. Bundan yaklaşık 10 yıl kadar önce bir Amerikan birası için şişe üreten fabrika bu devrimin ilk basamağıydı. İnsan hayatını ve özellikle günümüz yaşam tarzına en köklü etkisi ise soğutma sisteminin keşfine ön ayak olmasıdır. İlk ticari soğutucu 1881 yılında Alman bilim adamı Karl Von Linde tarafından, soğuk fermante edilen Lager bira için üretildi. Buzdolabı ve soğutma sistemlerinin de keşfi olarak Kabul edilen bu icat, yalnızca bira soğutmak amaçlıydı. Bilinçli bira tüketimi bizce bütün bunları öğrenmekle başlıyor. Zaten bira tüketilmez, tadı çıkarılır, sefası sürülür.
Gürkan Gürel