Beyoğlu

Çok uzun zaman önce ilk kez İstanbul’a geldiğimde Beyoğlu ziyaretimde oraya hayran kalmıştım. Sokak sanatçıları vardı, eski İstanbul şarkıları söylüyorlardı. İtalyanlar bağırıyor, Japonlar deli gibi fotoğraf çekiyor, Hindistanlılar kafalarını sallayarak geziyor, İngilizler de bildiğiniz gibi işte. Hayvan gibi içiyor “olay çıksa da rezil olsak” tadında ellerinde bira dolaşıyorlardı. Hayaller ülkesi gibi. Bir sürü kitapçı, emolar, rockerlar, müslümcüler, ferdiciler.

Sokak aralarında bir sürü pub ve cafe vardı, komik gelmişti. Düşünsenize bir tarafta sanki mekanın sahibi gibi burnu bir karış havada janjanlı papyonu ile garson bir hanımefendiye kahve servisi yapıyor hemen yanında ki esnaf lokantasında bir emekçi çorbasına ekmek doğruyor. Biraz ileri de iki trans muhabbette az öte de 50’li yılların siyah beyaz fotoğraf karesinden fırlamış bir ciğerci artık etleri kedilere paslıyor… Rüya gibiydi. Ne çok kıskanmıştım Beyoğlu’nu. Onlarca ülke gezmiştim bu kadar renkli bu kadar ritim dolu bir yer daha yok. Caddenin bir tarafı Milano diğer tarafı New York karşısı Kazablanka.

Çok söylediler hatta yalvardılar “aman oralara inme götünü keserler” dayanamadım önce ürkek sonra kararlı adımlarla Dolapdere’ye indim. Fakirlik var, pislik var. Torbacısı, çingenesi, bir kaşı havada koli kesmek için pusuda bekleyen iti, çakalı. Sanki Umut Sarıkaya karikatüründen fırlamış üç numara, yamuk kafası ve akan sümüğü ile önden mahallenin yabancısına sataşmak için gönderilmiş çocuklar. Korkunç, ürkütücü, içini titreten ama bir renk var işte, bir ritim var. Sanki bir orkestra şefi bu alakasız karmaşadan muhteşem bir ses çıkarıyor.

Sonra … Sokaklarda ki masalar kalkmış. yayalar yürüyemiyor diye. Masalar kalktıktan sonra yıllar geçti. Bırakın kaldırımları, mekan önlerini sokaklar masa dolu. Bangır bangır arapça nağmeler eşliğinde. Sinirli, kirli sakal ve dar paçalı tiplerin nargile alanı artık kaldırımlar, sokaklar. Kapılarda ki çığırtkanlar, müşteriler, çalışanlar sinirli, hatta sokak kedileri bile sinirli artık. Eski İstanbul şarkıları söyleyen akardiyonlu matmazeller gitmiş. Artık ya Çav Bella ya da İzmir Marşı çalan elinde plastik bir oyuncak olan 6-7 yaşında çocuklar var. Emolar gitmiş, rockerlar gitmiş, kaybolmuş. Beyoğlu sokakları, masa ve nargilesini fokurdatan sinirli Araplara kalmış. 10 tl’ye bira bulabiliyorsun. O masaları vermeyecektiniz. o masalar ile başladı bu yıkıntı bu çöküntü.

Angutyus