Musa Acar’la çocukluk yıllarınıza döneceksiniz
Yalan nedir bilmeyen bir çocuktum; bu yüzden diğer çocukların da palavra sıkıyor olma ihtimalleri hiç aklıma gelmedi. Dolayısıyla Üveyik Abi’nin girdiği kavgalar ya da Batur Abi’nin kızlarla ilgili anlattıkları benim için ilgi çekiciydi, büyümenin bize böylesi imkanlarla dolu bir evren açacağına inanıyordum. Büyümek öyle bir şeydi ki, çocukların en korkağı, en eziği, benim de en yakın arkadaşlarımdan Sina bile bunlardan yararlanacaktı.
Voli bir keresinde geceleri ruhunun bedeninden çıkıp uçtuğunu anlattığında bile onun atıyor olduğu aklıma gelmedi. Bunun ona denk gelmiş bir şans olduğunu düşündüm; pek de ilgimi çekmedi zaten böylesi bir yetenek. Herhalde kuracak daha iyi hayallerim vardı. Voli bir keresinde kanser olduğunu, o yüzden paylaştığımız bardakla onunla aynı yerden su içmememiz gerektiğini söyledi. O zaman da bunu sorgulamadım, diğer çocuklar da onu bozmadı.
Ne var ki bir keresinde Voli’yi test ettim. Benim inmeye cesaret edemediğim boklu dereye bir inip bir çıktığını iddia ediyordu, hiç zorlanmadığını, kaç kere topunun kaçtığını hepsinde de inip aldığını söylüyordu. Derenin hemen yanındaydık, merdivenin başındaki yavru kediyi iten kedi gibi, hiçbir saldırganlık hissi, hırs barındırmadan, şöyle parmağımın ucuyla dokunur gibi itiverdim Voli’yi: İyi hadi, çık da görelim.
Voli aşağı sürüklenince ağlamaya başladı ve ne yaptığımı o an anladım: Voli’yi dereye itmiştim. Hemen eve koştum, köşe koltukla duvar arasındaki boşluğa sığınıp kaderimi beklemeye başladım. Biraz sonra Voli’nin babası kapıya geldi ve annemin bana terbiye vermesi gerektiğini söyledi. Dayak yemekten, annemin kızmasından korkuyordum, anneme Voli’nin dereden çıkıp çıkamayacağını, daha doğrusu nasıl çıkacağını merak ettiğimden ittiğimi söyledim mi hatırlamıyorum.
Voli bir palavracıydı, bir korkaktı, sır tutmak nedir bilmeyen, işine gelince çekinmeden büyüklere sığınan bir çocuktu: Bunları ancak yirmi yıl sonra fark edebildim. Üveyik Abi, bize dövüşmeyi öğretiyor gibi yapıp bizi tatlı tatlı dövdüğünde anneme olayla ilgili bilgi ve isim vermemiştim: Bu abimi satmak olurdu. Gene de Voli’yle dalga geçmek aklıma gelmedi, o bana kesin öyle yapardı, sonuçta geç sünnet olduğumdan dolayı benle kız diye dalga geçenler kervanına keyifle katılmıştı; ama ben Voli’nin palavracılığından öğrenemedim, çocuklara başka bir gözle bakmayı düşünemedim. Sonuçta kendim hiç palavra atmamıştım, gerçekleri bir profesör netliğinde anlatmaya çalışan bir çocuktum ben. On dört yaşına gelince de Yılmaz Güney’in işkenceye direnme kitaplarından büyülendim ve bugün çok konuşuyor görünsem de bazı konularda ağzım inanılmaz sıkıdır.
Voli, eğilimlerini takip ederek ileriki yıllarda mahalle maçlarında Jardel tarzı bir santrafor olarak görev aldı, devamında ise sigaraya başladı ve futboldan düştü. Geçenlerde evlendiğini duydum. Üveyik Abi ise aldığım haberlere göre kafayı çizmiş: Saç ve sakal uzatmış, kendini ibadete vermiş, evrenin ve yaşamın kökeni sorusuna cevap arayarak vakit geçirdiğinden çalışmıyormuş. Oysa onu en son gördüğümde, ki bu Batur’un düğününde gerçekleşti, tam hayal ettiğim gibiydi: Salona gittiğinden göğsü genişlemişti, siyah bir body giyiyordu ve yakasına bir güneş gözlüğü asmıştı, bir yerde özel güvenlik şefi olarak çalışıyordu. Sigara içmediğimi öğrenince kendisinin de bırakması gerektiğinin altını ısrarla çizmişti.
İllüstrasyon: Pac Pacewicz