Futbol “bizim işimiz” ancak biz eğlenmek yerine zehir etmeyi; keyif almak yerine içine etmeyi herkesten çok daha iyi biliriz..
“(…)
Beni en çok etkileyen şey kalabalıkların ve yetişkinlerin ibne kelimesini başkalarının ayıplamasından korkmadan, canları istediği kadar yüksek sesle bağırma hakkına sahip olması değildi. Beni en çok etkileyen, etrafımdaki erkeklerin ne kadar büyük bir kısmının orada olmaktan nefret, kelimenin tam anlamıyla nefret ediyor olduğuydu. Bu tabirleri kullandıkları yerelere baktığımda, benim gördüğüm kadarıyla o öğleden sonra gerçekleşen hiçbir şey hiç kimseyi memnun etmedi. Daha düdük çalar çalmaz öfke kendini gösterdi; oyun devam ettikçe öfke kendini gösterdi; oyun devam ettikçe öfke yerini taşkınlığa bıraktı, sonra da suratı asık, sessiz bir memnuniyetsizliğe dönüştü. Tamam, tamam ne diyeceğiniz biliyorum. Highbury’de başka ne bekleyebilirdim? Ama Chealse, Tottenham ve Rangers’ın maçlarına gittim ve aynı şeyi gördüm. Yani, maçın neticesi ne olursa olsun, futbolda yaşanan doğal hal, küskün bir düş kırıklığıdır.
(…)” Futbol Ateşi – Nick Hornby
İnan Özdemir’in kaleme aldığı makalede Nick Hornby’nin Futbol Ateşi kitabından güzel bir alıntı… Henüz keşfettiğim edebiyat dergisi Roman Kahramanları’nın bu 3 aylık sayısında (Nisan-Haziran) “Futbolcu Roman Kahramanları”ndan da bahsediyor. Ve şimdi de bakalım Pazar akşamı biz neler yaşadık, düşündük, hissettik.
Az ve öz katıldığım bir derbi gecesinde, “maksat üniversite taifesi ile muhabbet” mottosu ile bir araya geldik. Çok uzak olduğum ancak kulaklarımın pasını hemen attığı uzun maç öncesi sohbetinde ne olur / nasıl olur tartışmalarını bitiren hakemin başlama düdüğü oldu.
Sonrası ise tam olarak şöyle kaldı akıllarda: Arkası kesilmeyen fauller, saygısızlıklar, küfürler, sakatlayıcı darbeler, mahalle arası dayılanmaları…
Maçın başındaki “mottom”, çalınan düdüğün ardından beni doğrulamıştı. Peki ya maç? Tarihin her anlamıyla kattığı baharatlarla harmanlanan o büyük gün, bir keyif olmak yerine ergen tavırları nedeniyle koca bir safsataya dönüştü. Holiganlık bir hastalık olabilir ancak tüm taraftarların ve futbolcuların holigan olduğu bir ülkede sorunun ciddiyetini kavramanın dahi bir önemi olamıyor, maalesef. Belki de hep daha fazla çözmek için uğraşmak yerine daha fazla şikayet ettiğimiz içindir.
Avrupa’da, İngiltere’de evet kavgalar, yaralanmalar, sakatlanmalar oluyor. Ancak yaşananlar bizim ülkemizde her zaman saha içinde de saha dışında da “Green Street Hooligans” tadında. En iyi yaptığımız şeyi bıkmadan, usanmadan tekrar ediyoruz: Nefrettimizi şiddete çevirmeyi iyi biliyoruz…
Kimi futbolcuların karaktersizliği üzerine bir şeyler karalamaya dahi gerek yok. Zira onlar bu konforu yalnız başlarına edinmediler. İsrail-Filistin ilişkisi gibi her zaman çatışmadan, şiddetten ve acımasızlıktan beslenen ilişkiler kurmalarını ve bunları adete bir görevmişcesine, ciddiyetle sürdürmelerinde katkımız azımsanmayacak kadar çok.
Maçın devre arasında Galatasaraylı bir arkadaşım Emre Belözoğlu’nun aslında saha dışında sakin biri olduğunu, ancak saha içerisinde kimlik değiştirdiğinin konuşulduğunu paylaştı bizimle. Ne kadar inandırıcı geliyor, sizin takdiriniz…
Pazar günü ve ertesi gün basına yansıyan haberler sonrasında şunu düşündüm: Ülkenin her yerinde bir geçiş sürec sancısı var. Umalım ki futbolun ve tribünlerin hali de bu sürecin yansıması olsun. Umudumuz “aydınlanma” olsun, “reform” olsun.
Kağan Konçak – kagan.koncak@gmail.com