Gezdiğim illerde, mutlaka takılabileceğim, tam kafama göre bir birahane bulurdum. Hafta içi akşamları, ömrünün son durağını birahane etmiş ihtiyarlar, yalnızlığı seven işbilir erkekler, şarkılara eşlik eden kalender beyler ve hafif göbeklenmiş yorulmak bilmez yıllanmış garsonlar arasında, mesleğin dertlerini unutur, çok uzaklara giderdim. Her şeyin nasıl başladığını düşünürdüm. Bütün bu hikayenin nasıl başladığını hatırlamaya çalışırdım – ne olmuştu da yollara düşmüştüm ben. Bazen aklıma bir şiir gelir gibi olurdu, bir şiirin dizelerini hatırlamaya çalışırdım. Çok sonra akıllı telefonlar çıktı da, gecenin bir yarısı aklıma takılan şiirleri tekrar tekrar okuyabildim.
Defterimi çıkarıp yazı yazmaya başlardım, hemen yanımdaki ihtiyar gibi boş boş oturursam, bir fazlalık, ne bileyim eğreti bir eşya gibi göründüğüm aşikar olacak gibi hissederdim, bilirdim bunu. Eğer, bir şey yapmayıp, onlar gibi boş boş durur, içki içip sağa sola bakarsam, o durgunluk beni de yutacak gibi gelirdi. Televizyona bile bakmıyor olmalarını manyakça bulurdum.
Bazen, yanımdaki masada oturan bunamış görünen ihtiyardan inanılmaz kibar ve bir o kadar ahenkli bir ses gelirdi. Ya da televizyonda olağanüstü bir ses çok içli bir şarkı seslendiriyor olurdu. Kafamı kaldırırdım farkında bile olmadan. Onun dışında önümde defter, yazacak bir şey de bulamadığımdan, ya aylık gelir gider tablomu tekrar tekrar yazar, yaptığım harcamaları en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp yazıya geçirmeye çalışır, ya da duraklarımı not ederdim: Şuraya gidilecek, şunlarla görüşülecek, şunlar sorulacak, şunlar yapılacak, şunların mutlaka yapılması lazım, şunların yapılması ise akış açısından çok iyi olur. Listemi yazar, yazar, yazardım.
Sonra birden yanı başımda politik bir tartışma dikkatimi çekerdi. Ya birisi inanılmaz ırkçı bir şey söylerdi, ya da sol görüşlü biri üniversite hocalarına taş çıkartacak bir değerlendirme yapardı: Farkında bile olmadan kafamı kaldırırdım. Birkaç sefer böylesi muhabbetler çevirirken kafamı kaldırdığımı fark eden masalardan beni davet edenler oldu. Tartışmaları dinler, yumuşak, genel geçer yorumlar dışında başka bir şey demezdim: “Hükümet de sağlam pabuç değil” gibi, ya da, eğer ki ortam uygunsa “Kimse durup dururken dağa çıkmaz” gibi şeyler. Bir keresinde son derece ateşli, ancak bir o kadar da seviyesiz ve dolayısıyla sıkıcı bir masaya konuk olmuş ve erken ayrılmıştım. Ertesi sabah o masadan birinin bir diğerini öldürmesi haberiyle çalkalanıyordu kasaba.
İşte böyle, yıllanmış bardaklara doldurulan biralar, duvarlarında kurucusunun ya da uzak memleketlerin fotoğraflarının asılı olduğu, sigara yasaklarının iplenmediği, herkesin bir seferlik de olsa dinlenebilecek iyi kötü bir hikayesinin olduğu bu birahanelerde dolaştım. Küçük bloknotlara sayılar ve şehirler yazdım, insanları dinledim. Ben burada ne yapıyorum, diye sordum, anlamadım, ama aklıma şiirler gelip durdu. Geride nişanlım bekliyordu, en az benim kadar evde kalmış bu geçkin kız borçlarımı ne zaman bitireceğimi merak ediyordu. Patron iş ilişkileri kurmamı, kurulmuş olanları da geliştirmemi istiyordu.
Asla sona kalma birahanede, bu önemli bir ayrıntıdır. O zaman, işte, otele gidip uyumak hiç kolay olmaz. Bu akşam da, benim daha oturur dediğim ihtiyar, birden kalkıp yüksek sesle sağ sola bulaşarak birahaneyi terk edince, eyvah, dedim, işimiz var. Öte yandan, o son kalan adam, tabağını ekmekle sıyırdı, hesabını ödedi, yavaş yavaş terk etti mekanı. Ben de biramı hızlı hızlı içtim, garsonlar çok kibar insanlardı.
Musa Acar
Yazıyı beğendim. Elinize sağlık. Epey hissettirici bir uslüp ile güzel bir anlatım olmuş.
Şöyle bir tespitimiz olacak, eğer izniniz olur ise:
Özellikle mekan, zaman gibi kavramların olmayışı; yazıyı (ve belki de biraz uslüp) yazıyı bir miktar darbe sonrası bunalım sol tribine sokmuş. Hani bu yaşanmışlıkların tortusundan falan dem vuran tribal org müzikli seksenlerin sonu Türk Filmleri tadında gibi… Yazar bunu belki bilerek yaptı; belki bilmeyerek. Benim hoşuma gitti bu aroması da… Fakat yine de bilerek/bilmeyerek mevzusundan ötürü; bir yorum yapayım istedim.
Selamlar…
Murat Bey merhaba,
Diyebilirim ki, bildiğim kadarıyla yazarın bunu bilerek yapmışlığı yok. Ancak, her şeyi bilerek yaptığı bir yazı yazsaydı herhalde bir vaaz olurdu, demekten kendimi alamıyorum.
Dikkatli okumanız ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim.
Selamlar
Musa