Bazı bünyeler vardır direnişe doğumla birlikte başlar… Daha bebekken bir hayal kırıklığı olan bu bünyeler, gelişip serpildikçe korunmaya muhtaç, yoldan çıkmaması için baskılanması gereken ve tek başına kaldığında/bırakıldığında istismar olasılığının meşru sayıldığı varlıklardır.
Tarih 28 Mayıs 2212. Duvarları ekranlarla kaplı ve bir el hareketiyle ne izleyeceğine müdahale edebilen Ecel’in, tarihte bugün ne oldu haberine gözleri takılır. Yanıp sönen haberde yoğun cinsiyetçilik içeriği uyarısı bulunmaktadır. Diğer anahtar kelimeler ise etobur bataklık ve toplumsal cinsiyettir. Ecel, “toplumsal cinsiyet de neymiş?” diye söylenirken, ekranlardan biri hemen çağrısına kulak vererek yanıtlar: “Kadınlık ve erkekliğin konumlanışıdır. Üremeyi sağlayan belli başlı cinsel bağları güvence altına almak ve başka türlü cinsel bağları yasaklamak üzere iş gören bir yapı olduğu söylenebilir.”
İşte tarih konuşmaya başlamıştır bir kere… Ecel, tarihin tozlu sayfalarında yaşanmış direniş mücadelelerine, üstelik bir de kadın cinsiyetine yoğun vurgu yapan bu tuhaf olaya dikkat kesilerek hemen bir el hareketiyle haberi ekrana çağırır. Daha önce de dünyanın farklı köşelerinde asırlar önce vuku bulan buna benzer olayları okumuş, hiçbir şey yapmasına izin verilmeyen kadın cinsinin, o zaman ters bir çıkışla, eylemi kendine hayranlıkta, aşkta ve dinde aradığını görerek, bu duruma çok şaşırmış ve ister istemez öfkelenmiştir. Haber, Ecel’deki fiziko-kimyasal değişimleri ve artan gerilimi fark ederek, önce açılmak istemez, “Bu içinde milyonların yitip gittiği karanlığı görmek istiyor musun gerçekten?” diye onay almak ister, radyoaktif vericileriyle Ecel’in etrafına yaydığı elektriksel alanı ölçerek. Aradan geçen bunca zamandan sonra iktidar tanımından, cinsiyet ayrımcılığından iz kalmamışken hem de…
Ecel ısrar eder, “Tarih yazmak için tarihi unutmamak gerek! Nihayetinde başarıyı bir süreç sayanlar bir gün bile kendinden tatmin olmanın hücresinde taşlaşmazlar! Evet, anlat bana neler olmuş?”
28 Mayıs 2013 Türkiye’sinde İkinci Cins…
Gezi parkı eylemleri adı altında hakkını aramak için sokaklara dökülenlerden polis zoruyla gözaltına alınanlar cinsel tacize uğradı. 62 yaşındaki Taksim Dayanışması Sekretaryası Genel Sekreteri gözaltında, “İç çamaşırıma kadar soyuldum, polis tarafından domaltıldım, taciz edildim, kızımla başka kadınların taciz edildiğini gördüm, ilaçlarım verilmedi” diyerek şikâyette bulundu.
İktidar partisinden bir vekil, meclis bahçesinde uyurken fotoğraflarını çeken bayan gazetecilere “sizin bacak aranızı çekip yayınlarım”, sözleriyle hakaret etti.
Diyanet İşleri Başkanlığı “Türkiye’de Dini Hayat” adlı araştırması için pilot uygulama başlattı. Ankette “Hangi mezhebe göre amel edersiniz? Misafirlikte kadınlar ve erkekler ayrı mı oturursunuz? Hangi namazlara hangi sıklıkla gidersiniz?” gibi sorular bulunuyor.
Mardin’de 13 yaşında tecavüze uğrayan N.Ç’nin rızası olduğu söylendi, hâkim kabul etti, 26 sanık alt sınırdan ceza aldı.
İstanbul’da tecavüzden yargılanan sanık ‘yarıda kaldı’ indirimi aldı, yalnızca 3 yıl ceza yedi.
Kayseri’de savcı tecavüze uğrayan kişiyle sanıklardan birinin Facebook’dan mesajlaştığı gerekçesiyle cezada indirim istedi. Hâkim, vicdan kırıntısı(!) gösterip yalnızca iyi hal indirimi uyguladı.
Muğla’da toplu tecavüz davasında 8 beraat kararı çıktı. 8 kişinin yargılandığı davanın 7. duruşmasında sanıklara beraat verildi. Hâkimin bu kararı vermesindeki neden ise, delil yetersizliğiydi.
İzmir’de tecavüzcüler iyi hal indirimi aldıktan sonra salıverildiler. İki sanık ilk önce iyi hal indirimi alıp, cezaevine girdi. Daha sonra Yargıtay mahkeme süreci çok uzun olduğu için sanıkları serbest bıraktı.
Şırnak’da tecavüzden yargılanan 5 kişiye de beraat kararı çıktı. Kendilerini polis olarak tanıtan ve H.Ö’ye tecavüz eden 5 kişi “mevcut delil durumları, kuvvetli suç şüphesi taşımadığı” gerekçesiyle beraat etti.
Kürtaj yasası çıkarılarak, kadının bedenine ve cinselliğine yönelik çok büyük bir devlet denetimi getirildi. Kadının kaç çocuk doğuracağına, hangi yöntemle doğuracağına, kürtajı hangi süreler içinde yaptıracağına devlet, yasalarla müdahale etmeye başladı.
Başbakan konuşmalarında sık sık 3 çocuk vurgusu yaptı, kürtaj yasasının ardından hamilelik süresince izin uzatmaları da yapacaklarının sinyalini vererek kadını üremeye odaklı bir nesneye indirgeyerek bir yandan da iş hayatından uzaklaşmasının kapılarını aralamış oldu.
Türkiye, yüzde 14’lük çocuk gelin oranıyla, Avrupa’da sorunun en yaygın ikinci ülkesi haline geldi. Yani her 3 gelinden biri çocuk. Üstelik 16 yaşının altında dini nikâhla evlenen ve kayıtları bilinmeyen çocuk gelinleri de bulunmakta.
Kaza sonucu ya da tecavüz sonucu istenmeyen gebeliğin önlenmesi durumlarında kullanılan ertesi gün ilacının eczanelerde satışı yasaklanarak reçeteye bağlandı.
Takvim gazetesi kadına karşı benimsediği ideolojiyi sürmanşet olarak attığı “nakavt” kelimesiyle çok iyi özetledi. Haberde erkek arkadaşı tarafında darp edilmiş genç bir kadının fotoğrafı yer almaktaydı.
Anatomi Bir Yazgı Olarak Kabul Edilemez
Cinsiyet ayrımcılığında köken analizi yaptığımızda karşımıza çıkan hep bu biyolojik farklılıklar ve hemen ardından kadının zayıf bulunması çıkar. Kendini diğer cinsten üstün ve güçlü bulan erkek adeta bunu kanıtlamaya ihtiyacı varmışçasına, zayıf olduğunu düşündüğü diğer cinse saldırır, onu fiziksel ve psikolojik bozguna uğratarak kendini tatmin eder, erkekliğini ispatladığını ve hegemonyasını güçlendirdiğini düşünür. Çünkü arzusunda orijinal bir çaresizlik vardır. Bu nedenle sapkın özellikler taşır. Gururla gerçekleştirdiği sapkın ya da şiddet içerikli eylemleri baştan sona ötekine bağımlıdır. Ötekinin üzerinde kurduğu egemenliğiyle kendini ispat eder, zayıflığını gizler. Burada üzerinde durulan nokta, zayıflıkların nasıl giderileceği değil, bu çarpık zihniyetin nasıl değiştirileceği, dönüştürüleceğidir. Toplumun kadın ver erkek cinsiyetlerinin hepsi birer birey ve değerdir. Hiç kimsenin diğeri üzerindeki hegemonyası kabul edilemez.
Düzen Suçları
“Ya bir kaideye konulup, mitik bir biçimde dünyanın üstüne yükseltiliriz; önünde saygıyla eğilinecek Tanrıçalar, erkeğin en derin korkularının gizemli projeksiyonlarıyızdır, uzaktan tapınılırız ama bize insan eli dokunamaz, bakire ve ahirizdir. Ya da düşük ve şehevi olanın sembolleri, denetlenemez bir şehvetin, isteklerin ve ihtiyaçların harekete geçirdiği, hayvanlığa yakın, ete ve kemiğe gelip vücut bulmuş Havvalarızdır. İster estetik-dinsel Öteki olarak temsil edilelim, ister şehevi, vahşi, terbiye edilmemiş şehevi bedenlilik, babanın yasasının mu’temedleri, erkeğin uygarlaştırıcı ve üretken etkisine ihtiyaç duyan, yeri medeni kurumlarca emredilenler olarak temsil edilelim, her iki durumda da insani düzene dâhil edilmiş olma onuruna nail olamamışızdır.
Simone de Beauvoir
Tüm bu ataerkil düzenin rüzgârları, dini dayatmalar ve gelenekselleşmiş sömürünün hengâmesinde genellikle görülen nedir? Kadının ona biçilen pasif rolü kılcallarına dek içselleştirmesi ya da onun için, hayatında söz sahibi –ne ad altında olursa olsun, erkek cinsi tarafından belli sınırlar çerçevesinde çizilen özgürlüğe razı olması.
Kadercidir artık. Sosyal hayatına, onu koruyup kollayan baba figürüyle birlikte kendini güvende hissederek başlar. İlerleyen yaşlarda (ülkemiz için ilerleyen yaş yerine her yaşta da denilebilir) babanın onu kocaya devir teslimiyle güvenli sularda yelken açmaya ve haklarından, özgürlüklerinden ve bedeni üzerinde söz sahibi olmaktan yavaş yavaş vazgeçer ve buna mutluluk adını verir.
“Mutluluk hapistir, Evey. Mutluluk en sinsi hapistir. Hapistesin Evey, Hapiste doğdun. O kadar uzun süredir hapissin ki dışarıda bir dünya olduğuna inanmıyorsun artık.”
V FOR VENDETTA
Güçlü erkeğe, onu koruyan birine ihtiyaç duyan ve olumlayan kadın işte bu hapishanededir. Bu hapishanenin adı ya huzur ya da mutluluktur. Kadın, zayıflığını kabul ederek erkeğe teslim olur, bireyselliği ve özgür benliği artık yavaş yavaş verdiği her tavizle yitip gidecektir.
“Kadının güzel göründüğünü bilmekten başka bilmesi gereken ne vardır ki zaten? Bizler henüz, kadının bir ruhu olmadığı, erkeğin basit bir eklentisi olduğu, kendi gölgesinden korkacak kadar çok güçlü olan beyefendinin sırf rahatını sağlamak adına onun kaburgasından yaratıldığı mitini aşabilmiş değiliz.”
Emma Goldman
Hapishanenin Doğuşu
Kadın yalnız olmamalıdır çünkü gece karanlık sokaklarda ya da tanımadığı insanların evlerinde ya da eğlence mekânlarında başına bir iş gelebilir. Tanımak demişken, oldukça ironiktir bu tanımak, tanışık olmak, sanki o zaman zarfında elde ettiğin bilgiyle karşındakine hâkim gibisindir. Oysaki tanımak süreci görecelidir, yaşayan bir şeyi tümüyle tanımak mümkün olmadığı gibi, kendine rağmen bir başkasına güvenmek de kusurludur. Diğer cinsin tehdidi sokakta, evde, sosyal hayatın içinde daima sürüp gider. Bir birey olarak, yalnız başına -ya da kadın başına(!)- bu tür yerlerde boy gösteren kadınların başına en sık gelen şey tecavüzdür. Sistem tecavüzü öylesine empoze etmiştir ki kadınların gitmesi doğru olmayan yerler türemiştir. Hoş, sadece bu yasaklı yerlerde değil doğru yerlere yanlış zamanlarda giden kadınlar da yine bu tehdidin mağdurlarıdırlar. Kadınların karşısında bir güç olarak konumlanması gerektiğinde karşımıza çıkan hep bu iktidar kavramıdır. Bu iktidar cinsellik üzerinden yapılmaktadır, ancak atlanılan bir nokta vardır ki o da iktidarların hepsinin geçici olduğudur. Bu durumda iktidarıyla var olan ataerki, iktidarsız olduğunda bir hiç mi olmaktadır? Ne cinsellik ne de cinsiyet üzerinden bir iktidar tanımlanamaz.
Diğer taraftan bu tehdit sadece gündelik hayatta değil; halk hareketlerinde, eylemlerde, direnişlerde de karşımıza çıkar. Böyle zamanlarda gözaltına alınarak cinsel tacize uğratılan kadınlar aracılığıyla topluma bir mesaj verilir. Bu mesaj aslında erkekleri de çok yakından ilgilendirir; “Kâbusunuz gerçek olabilir, sizin eşleriniz, sevgilileriniz, arkadaşlarınız hatta annelerinizi taciz edebilir, onları sizin ya da başkalarının karşısında aşağılayabiliriz”. Kadınlar bir kez daha cinsellik üzerinden aşağılayarak sindirilmeye çalışılırken, erkeklere de sahip oldukları(!) kadınları da alıp evlerine dönmeleri yoksa cinsellik istismarıyla gururlarının incitileceği en kaba şekilde şekilde anlatılır.
“Her durumda kadının uğradığı tacizin tek nedeni kendi “cinsiyeti” olarak gösterilir; bu cinsiyet, evcil mülkiyetten bir kere çıktığı zaman doğal olarak tecavüz onun peşine düşecek ve kadın bu durumdan sorumlu olacaktır.”
Judith Butler
Kadınların yer ve zaman özgürlükleri, ataerkini sürekli var eden kapitalist sistem tarafından, erkek iktidar yaşam tarzı ve dini propagandalar sonuna dek kullanılarak katledilmektedir. Kadın sorununun en başta bir sistem sorunu olduğu bilinmelidir.
Sistem tanımlamayı yaptıktan sonra işi toplumsal dinamiklere bırakır ve kitleler de onu hiç yüzü kara çıkarmayacak şekilde faaliyete geçirirler. İşte tecavüz meselesine en acı verici yaklaşım bu nedenle yine kadınlar tarafından gelir. Düzene uygun davranmayarak böyle bir tecavüze uğradığında diğer kadınlar tarafından, “Ne işi vardı orada?” gibi ithamlarla karşılaşır ve adeta tecavüze davetiye çıkarmış olduğu düşünülerek ortadaki bu şiddet eylemi meşrulaştırılır, düzen tarafından getirilen yasaklar bir kez daha içselleştirilir. İşte burada erkek cinsinden önce kadın cinsinin bakış açısı kusurludur. Etrafına çizilen çizgilerden taşmaması empoze edilmiş bu itaatkâr cins, kurallara uyduğunda hiçbir sorunla karşılaşmayacağını düşünür. Oysa sorun kuralların kendisindedir. Yaratılan, teşvik edilen şiddet eylemleriyle kurallara ne kadar ihtiyaç olduğu düşüncesi güçlendirilir. Sistem bizzat kendisi sorun yaratarak kadının muhtaç olduğunu, belirli sınırları aşmaması gerektiğini, aştığı takdirde karşılaşacaklarını sık sık ona hatırlatır, böylece zihinlerdeki zincirleri sağlamlaştırır. Devlet, kadın ve erkek üzerinden iktidarını kurar. Ancak kadın, evdeki emeğine karşılık bir değer atfedilmediği için en fazla sömürülen işçidir. Kadın başkaldırmadan hak talep edemez. Çünkü içselleştirilmiş sömürü en tehlikeli sömürüdür ve adeta bir gen gibi nesilden nesile aktarılır.
Kadının hiçbir şeye bağımlı olmadığını, özgür bir birey olduğunu, ona atfedilen çıplak, tahrik edici, ayartıcı gibi ithamların kadını nesneye (sistem tarafından öğretilmiş fantezi nesnesine) indirgediğini ve bu durumun ataerkil egemenliğin kadının üzerindeki güçlerini sağlamlaştırmak üzere kurgulanmış olduğunu anlamadıkça, anlatmadıkça kadınlar üzerinde temellenen bu oyunlar sona ermeyecektir.
“Erkekle kadın farklı mizaçlara, duygulara ve eğilimlere sahip iki ayrı insandır. İkisi de kendi fikirleri ve tutumlarıyla hareket eden, kendi çapında küçük birer kozmostur. Eğer iki ayrı dünya özgürlük ve eşitlik içerisinde birbirleriyle buluşursa, bu muhteşem ve şiirsi bir haldir. Fakat iki ayrı dünya güzellikleri ve rahiyaları ellerinden alınmış olarak bir arada durmaya zorlanırsa, geriye ölü yapraklardan başka bir şey kalmaz.”
Emma Goldman
Dans Edemeyeceksek Bu Bizim Devrimimiz Değildir
Bu evrende eskiden çürüme, sessizlik, kesinti ve serbest çağrışım vardı. Artık sessizlik delindi ve bu kara delikten binlerce ses yükseliyor, üstelik gürültüyle değil, ahenkle, ışıldayarak, aydınlatarak.
Toplumu oluşturan her bireyde ayrıca olduğu gibi toplumun da kırılma noktaları vardır. Böyle anlarda kabuğunu adeta kırarak dışarı çıkan kitleler, kendi başlarına ironi dolu bir başkaldırı başlatırlar. Şunu unutmamak lazım ki başkaldırı bir süreçtir. Bu süreçte yaşanan karşılıklı yardımlaşma, bilgi paylaşımı ve aydınlanma özgürlük mücadelesine can suyu verir ve değişim başlar. Değişimin bir an önce binaların yıkılması, yönetimlerin değişmesi ve ertesi gün bambaşka bir yere uyanılmasından ibaret olduğunu düşünenler, tarihi biraz daha dikkatli incelemeliler. Protestolar, direnişler ebette artık tahammül edilemez hale gelen yönetime karşı gerçekleşirler ancak arzu edilen değişiklikler zaman alacaktır; bu sürede kazanılan aydınlanma asıl kaderi değiştirebilecek yegâne güçtür. Unutulmaması gereken şey, erkeğin, kadının sömürüldüğü, sindirildiği, ötekileştirdiği değil, ‘var olduğu’ bir toplum oluşturmak, toplum olmaktır, yoksa çok tüketen böylece sahip olan ve ideolojik, ekonomik çıkarlar uğruna yönetilen değil. Çünkü tüketen insan, tanımlanan ve tanımlandığı için en kolay yönetilen insandır. Sisteme göre ise karakterinin aşırı biçimleri iyi bilinen psikopatolojik bir olgudur. Bu tip insanlarda en sık görülen şey de, gizli kaygı ve ruhsal çöküntüden kaçmak için aşırı yeme, içme, şiddet eylemleri ya da içinde fiziksel ve psikolojik tahribatı içeren cinsel istismardır.
Şunu sorgulamak gerekiyor öncelikle, başarıya ulaşmak; zengin olmak, güç elde etmek ya da sosyal itibar mıdır gerçekten? Bence asıl başarı her zaman bir akış ve sürekli gelişme halinde çaba göstermek, özgürleşmek, bireyin kendisini ve ardından yaşadığı toplumu geliştirmesi, dönüştürmesidir. Nihayetinde başarıyı bu süreç sayanlar bir gün bile kendinden tatmin olmanın hücresinde taşlaşmaz, sahip olmanın, olunmanın ipleriyle boğulmazlar.
Zeynep Çolakoğlu