Biraz nasihat etmek lazım, öyle apar topar olmaz. Yangından mı kaçırıyorsunuz bu kızı canım? Hah-hah! Ben sizi samimi gördüğümden böyle esprili konuşuyorum gençler, yanlış anlamıyorsunuz değil mi? Hah! Aman bu hoca da iyice ihtiyarlamış, baksana ne dediğini bilmiyor diye düşünmeyesiniz? Hah-hah! Latife ediyorum yine bak! Eskiden böyle derdik, latife. Ne çabuk değişiyor her şey! Ama iyi yönde değişiyor, çok şükür. Allah başımıza Tayyip Baba’yı getirdi de bak Türkiye nasıl atılım yaptı. Geçen gazetede okudum, Almanlar bizim ekonomimizi kıskanıyormuş. Bu Geziyi falan da hep onlar şeyetmiş… Doğrudur ama bak, inanırım. Ben senelerce kaldım Almanya’da. Tüm şehirlerini gezdim. Motosiklet vardı bende o zamanlar. Motosiklet bende eski tutku. Aslında ilk motosikletim neydi biliyor musunuz? Bir bisiklet! Ha-hah-ha! Yahu motosikletin motorsuzu işte o da! Sayılmaz mı? Hı? İlk bisikletimi nasıl aldım bakın anlatayım. Ben imam olarak Sinop’un bir köyüne atandım ilkin. Köye atandım ama verdikleri lojman ilçede. Eee? İlçeyle köy arası arabayla tutuyor yarım saat. Ben de gittim ilk maaşımla bir bisiklet aldım. Hiç unutmuyorum. O zamanki maaşım şimdinin parasıyla haydi bi’ milyar olsun. Benim aldığım bisiklet ne kadardı, biliyor musunuz? Yedi yüz elli milyon. Kaldı mı geriye üç yüz küsür? Hı? İki yüz elli mi? Kusura bakmayın yanlış hesapladım demek ki. Neyse ben ayın kalanında onunla geçindim işte. Sırf köye rahat gidip geleyim diye. Her gün iki saat yol gidiyordum. Bazen namaz vakitleri arasında ilçede işim oldu mu defalarca gidip geliyordum. Ondan genç kaldım bak, hareket önemli! Şimdiki gençler öyle mi? Yesin, içsin, otursun! Sözüm size değil tabii ama görüyorum dışarıda. Şuradan şuraya gitmeye üşeniyor. Oysa ben öyle miydim? Motosiklete atlardım, hooop Almanya’dan Kırgızistan’a. Geze geze. Bizim bu şimdiki hanımla evlenene kadar öyle görüştük işte. Az mı gittim geldim o yolları! Hiç de şikayetçi değilim inanın. Yine olsa yine giderim ama artık gözler izin vermiyor. Ben yolculuk etmeyi seviyordum, anlatabiliyor muyum? Nereye gittiğim mühim değildi yani. Eve yaklaşınca içimi bir sıkıntı kaplıyordu. Bir daha ne zaman giderim diye hesap etmeye başlıyordum. Ooo çaylar da geldi! Ellerine sağlık hanım kızım. Ne diyorduk? Hah! Kırgızistan! Unutmadan sorayım, aranızda telefonu uluslararası aramalara açık olan var mı? Bizim kayınbirader dün vefat etti. Kırgızistan’ın en büyük şairiydi rahmetli. Çok alim bir insandı. On sekiz dil bilirdi. Allah taksiratını affetsin. Cenazeye gidemiyoruz, bizim hanım çok affedersiniz hamile. İnşallah bir aya diyor doktorlar. Allah razı olsun, darısı sizlerin başına inşallah… Ama çok zor işmiş bu çocuk işi. Doktorlar çok ahlaksız olmuş, sormayın gitsin. Bizim hanımın daha karnı bile çıkmamıştı affedersiniz, cinsiyetini öğrenmeye gittik. Bir testler yapacağız dediler. Biz de bilemiyoruz tabii, yaptırdık ne dedilerse. Sonra doktor çağırdı bizi, dedi ki sizin çocukta şey var… Ne o? Dav sendromu mu duv hastalığı mı, öyle bir şey… Hah! O dediğinizden! İsterseniz alalım çocuğu dedi. Düşünebiliyor musunuz? Tövbe estağfurullah! Dedim ne varmış o hastalıktan varsa, ne olur? Kafası çok büyük olur dedi. Boyu kısa olur dedi. Benim de boyum kısa dedim, ben de mi öleyim? Teknolojiden böyle mi faydalanıyorsun sen? Çocuk katili mi edeceksin bizi? Sümme haşa! Ama işte bunlar hep kıyamet alameti. Kuran’da bunların hepsi yazılı. Kızım şeker verecek misin bana? Bir tek ben mi şekerli içiyorum bu çayı? Bir de kaşık getiriver, sana zahmet. Neyse işte şikayet edeceğim ben bu doktorları. Başbakana yazacağım böyle böyle diye. Soruştursunlar. Herhalde para alıyorlar, bir çıkarları var. Nasıl? Öyle mi? Doktor musunuz siz de? Ne doktoru? Oo ruh doktoru! Ruh önemli. Pot mu kırdık biz şimdi? Sözüm size değildi tabii, her meslekte var böyle çürük yumurtalar. Maalesef bizim meslekte bile oluyor. Hah! Teşekkür ederim hanım kızım. Sana da zahmet oldu. Yok, kurabiyelerden şimdi almayayım. İşimizi bitirelim öyle. Şimdi belki böyle boş lakırdı gibi gelebilir kimilerine ama buraya kadar anlattıklarımın içinde hep mesajlar vardı, fark ettiniz değil mi? Dinlemeyi bilene tabii! Her insanın kulağı var ama herkes duymuyor! Kulağın duyduğunu beynin de işitmesi lazım, değil mi? Yanlış mı, doktor bey? Yeri gelmişken sorayım. Lütfen çekinmeden cevap verin. Ne de olsa tıpta ayıp olmaz. Şimdi siz beni konuşurken gördüğünüz kadarıyla bende bir hastalık var mı sizce? Öyle demeyin lütfen! Allah razı olsun da, söyleyin ki bileyim. Varsa da Allah’ın takdiri. Sahi mi diyorsunuz? Pekala, çok teşekkür ederim. Gönlüme su serptiniz. Allah’a çok şükür. Kızım, bana bir kağıt kalem ver bakayım. Yahu düz beyaz bir kağıt yok mu! Pembe kareli kağıda mı yazayım? Tövbe estağfurullah… Hah! Tamam bak bu olur! Evet şimdi… Önce damadın adını alayım…
Simla Belen