Barış Özcan: İnsanlar ikinci bir kimlik edindiler


Sanat, tasarım ve teknoloji konularında anlattığı hikayelerle tanıdığımız Barış Özcan ile dijitalleşme ve hayatımıza etkileri üzerine konuştuk.


Düzenli olarak içerik üretme fikri nasıl gelişti?

2015 yılının Mayıs ayında düzenli içerik üretme kararı aldım ve o gün bugündür hiç ara vermeden her hafta en az 1 içerik üretiyorum.. Daha önceki yıllarda da belli dönemlerde buna benzer denemeler yapmıştım ancak YouTube platformuna o yıllarda Türkiye’den erişilemediği için başka çözümlerle ilerlemek zorunda kalmıştım.

Dijitalin giderek hayatımızın içine işlemesiyle bir çok şey form değiştirdi, sizce duygu yapılarımızı ve tepkilerimizi nasıl değiştirdi dijitalleşme?

Bizler biyolojik varlıklarız ve kendimiz gibi olan şeyleri seviyoruz. Dijital dönüşüm bir çok alanda “yıkıcı” etkiler oluşturunca doğal olarak buna tepki veriyoruz. Ancak doğada değişim kaçınılmazdır. Ben dijital değişime de ayak uydurmaya başladığımızı düşünüyorum.

Mesela son yıllarda sosyal ağlarda “sevgisizlik” diye niteleyebileceğimiz aşırılık göze çarpıyor çokça. Bunun önüne geçmek mümkün görünüyor mu?

Sosyal ağların insan ilişkilerine etkisi çok karmaşık bir konu. İnsanlar adeta ikinci bir kimlik edindiler. Sadece takma isim kullananlar değil, herkes. Bu yeni ortamda birbirimizi tanımadan, anlamaya çalışmadan söz yetiştirmeye çalışıyoruz. Sadece sevgi değil tüm duyguların yozlaştığını görüyoruz. Bu konular biz yaşarken gündemimize girdiği için alışamadık. Belki eğitimle çözülebilir. Dijital dünyada doğanlar için ise bu durum farklı.


Tam aksini düşünürsek zaman içerisinde giderek duygularımızdan sıyrılarak iyice robotlaşmaya, uygulamalar gibi çalışmaya başlayacağımızı hiç düşündünüz mü?

Geçmişte sanayi devrimi yaşanınca işçiler fabrikadaki robotlar gibi çalışmaya başladı zaten. Şimdilerde de beyaz yakalılar ofislerde bir bilgisayar uygulaması gibi çalışıyor. Bu anlamda bir robotlaşmadan söz edilebilir. Ancak insan duygularının tümüyle yok olacağına inanmıyorum. Kendimizi buna da adapte edeceğiz.

Kültürümüzden kaynaklı mı bilmiyorum, bir şeyi ya çok seviyoruz ya hiç sevmiyoruz. Sizin de gözünüze çarpan benzeri olaylar oluyor mu bu konuda?

Gerçi ben de beyaz ve siyah renklerini çok seviyorum ama grileri de anlamaya çalışıyorum. Ya hep ya da hiç mantığı aşırı duygusallıktan kaynaklanıyor. Çoğumuz çocukluktan çıkamadı. Olgunlaşabilmek ve ölçülü düşünebilmek için zihinlerimizi eğitmemiz gerekiyor. Bunun için daha çok okumalıyız.

Türkçe içerik üretimi konusunda özellikle kültürel konularda çalışmalar pek fazla yok… Belki de sürekli eleştirilerin bir sebebi de bu. Sizce bu konu nasıl aşılabilir, bir öngörünüz var mı bu konuda?

Eğitimle aşılabilir. Eğitim deyince sadece okullar akla gelmemeli. Hayat boyu kendimizi, ailemizi, arkadaşlarımızı eğitim konusunda heveslendirmeliyiz. Okuyup bir şeyler öğrenmeden tek bir gün bile geçirmemeli bir insan. Bir kez bunun tadına varırsa zaten vazgeçmek çok zor olur.

Kendi hikayesini yaratmaya çalışan, okuyan, izleyen ve hayal kuranlara ne söylemek istersiniz?

Sabırlı olmalarını… Çünkü özgün bir hikaye için istikrarlı olmak gerekiyor. Hayallerle motive olmak güzel ama yeterli değil. Bu yolda sık sık takılabilir, hatta bazen çuvallayabilirsiniz. Buna hazırlıklı olur ve yolunuza devam ederseniz bir gün geriye baktığınızda çok güzel bir hikaye yazdığınızı fark edersiniz.

Röportaj: Osman Palabıyık