TÜM ZAMAN SOKAĞI ÇOCUKLARI

73394_0

Mis, bir dündür artık. Her balkondan akıyor salyaların. Ruhunun mukusu. Bir elimle diğerini tutuyorum. Yalnız, yürüyorum yalnızca. Karanlık, bir mevsimdir artık. Duvarlar sıcak, kirli ve yaşamsız birer şair yanağı. Hiçbir ışık gizleyemez kırdığın, ezdiğin gözyaşlarını. Cin atına binemem, üç harfli ayaklarım. Kırdın ya, tersler. Bir adımımla diğerine basıyorum anca. Pencerelerde perdelere gizlenmiş mahalle kargaları.

Ağızda eğrilik, bir ağıttır artık. Daha çocukken,  adamken, kadınken, insanken ben. Dişlerle kaplandı rüzgarlar. Keskin dalgalı fırtınalar içimi dışıma çıkardı. Ellerin rezil renkte,  ruhunun tüm adımları cehennem. Senin içinde ne var, ne işin var içinde? Çatılarda ölü anaların kuraklıkları. Göğe bakan tüm limanlarda hıçkıran sessizlik. Kendi  feryatlarına nöbet tutan cep kahramanları.

Haydi, bir kilittir artık. Göğsümün üzerinde oturan ve deli bir maymunun elinde. Ağır ve çıkmaz saatli. Tüylü teriyle karnım delik deşik. Omuzlarım havada iki kancaya özeniyor. Takılıp uçarcasına balonlara. Tüm Zaman Sokağı’nda başı eğik apartmanlar, bodrum katları. Gizli uykuların yanaklardan makas alıyor, kalemi kırılıyor şairlerin. Uzanmıyorum, yerdeyim. Köleliğin kulaklarımdan akıyor, içime doluyor. İçimde değilim. Ne var içimde? Gözkapağımın perdesi kapalı sımsıkı. İnce dilimli bir ışık, kızıl şeytan havada dans ediyor kendi içine kapalı. Daha çocukken, adamken, kadınken, insanken ben. İhtimaller paramparça yüzler, duvara beş geçe asılı.

Koştum, durdum, kapaklandım, kazıdım kendimi dünyadan. Dört yanım kör ayna, kulpsuz kılıksız kapılar. Ensemdeki nefese açılan umutsuz, yabancı kanatlar. Uçtum, süründüm ağır ağır yağmurlara. Sönsün diye bu salyalı güneş. Binlerce el, binlerce dil, binlerce dudak. Yumruk dolu duman, demir lokma ter. Başımın üzerine adımı kazıyan ateş karıncaları.

Bir şey yok işte sizde. İşte öyle bir şey yok ki, son şarkıyı seçmek gibi. Yok,  sizde gözünüzü kapatmak belki. Sarılmış parmaklarla birbirine, bir aptallığın içinde dönmek yok. Hiç bilinmeyecek bir rengin peşinden göndermek yok gökkuşağı cücelerini. Ölümlü sevgiliye ölmeden ağlamak yok. Yok ağacın içine girmek hiç ya da alt dudağında erimek nafile uzayın.

Varsa yoksa,  cehennetli bir ölüm. Toprak korkulu bir çürük elma sapkınlığı. Varsa yoksa, elinden geleni öl demenin kolaylığı. Sakal ucunun değdiği günah hastalığı.

Sonundan düştüm ben bu yolun. Bir benzin çöldeyim, yalnız. Beklemek sağanaklı. Sürüngen yalanının kıvrımları yanıyor. Acını görüyorum. Affetmeyen kollarımla kırıyorum kemiklerini.  Her nefesimde omuriliğindeyim açgözlü kıymık. Havan o kadar ince ki, uçamazsın.

Başına dönüyorum her şeyin. Başım dönüyor içe dönük bir fosil gibi. İçine giriyorum, delip geçiyorum. Başımda bir taç, aklımdan büyük.  İçinde saz, söz. Dinliyorum; izinden eser yok. Adımın, adın yok. Omuzlarında bir ceset ağırlığı. Öyle biliyorum. Avuçlarında nafile dualar. Hem de öyle bir. Gözlerin içe batan bıçaklar. Hem de öyle bir ki. Karnında karanlık kuyular. Hem de öyle bir yoksun. Yoksun ki hem de öyle bir. Dirilmiyor bu sokakta çocuklar.

Yiğit Ünsay