Kafam olmuş muasır medeniyet seviyesi

Creativity_by_ValkanoffYıllar  yıllar önce… Bir evde yedi arkadaş toplanmışız. Neden o kadar adam bir araya toplanmış bu kısmı muamma ama. Muhtemelen, bizi dağıtanlara tepki amaçlı. Neyse, solda sadrazam olsa sağdan dönüyor muhabbet, sohbet güzel ama o  da bir yere kadar eğlendirip diniyor. Sonra ergen kanımız kaynadı, canımız farklı atraksiyonlar istedi.

“Kağıt oynayalım” dedi birisi, yedi kişi ne kağıdı? dedi ötekiler. “Sessiz film” önerisi sulandırılmaya o kadar müsaitti ki başlamadan bitti. Teknoloji de o kadar ilerlememiş, aç blu rey izle, tak play station oyna falan derken, aklımızdan son derece basit ve saçma bir oyun uydurduk…

Kullanımı şöyle;

Büyük bir yemek masasının iki ucuna üçerli takımlar halinde ayrılırsın. Bir kişi de masanın tam ortasında hakem görevi üstlenir. Gruplar birbirlerine kafaları dönük oturup, hakemin vereceği komuta müteakip aynı anda ve yavaşça kafalarını çevirmek suretiyle yüz yüze gelirler… Sonucunda da, elbette çok salak bir tablo olacağı için, gülmeyen grup, gülen gruba üstünlük sağlar…

Bir iki turun ardından, kafaların  da muasır medeniyetler seviyesine gelmesi ve yakın arkadaş grubunun bir arada bulunmasının da önemli katkısıyla, artık gülmekten karnımıza ağrılar giriyordu… Bu arada mesele de daha iddialı bir hal aldı. Hakem karar vermekte zorlanıyor, suratlar maymundan bozma şekillere giriyordu her “dönün”de…

Saat ilerledikçe, takımlar kendi aralarında minik toplantılar düzenleyip taktikler bulmaya başladılar. Ciddiyet ve rekabet iyiden iyiye artmıştı. Derken aklıma herkesin tanıdığı ortak bir arkadaş geldi. Bir gözünün kapağında kas hissizliği vardı (hani şu Hayko Çepkin hastalığından). Büyük terbiyesizlik edip bu çocuğun taklidini yapardım ben. Bunlar da, daha büyük terbiyesizlik edip gevrek gevrek gülerlerdi.

Baktım durum derbi maç halini almış,  her iki taraftan ardı ardına ortamı geren açıklamalar geliyor, sıradaki “dönün” de bu silahı kullanmaya karar verdim. Gözlerimden birini yarım kısarak yaptığım  “erhan” taklitli dönüş sayesinde karşı takımı bertaraf ettik. Hatta öyle bir hal aldı ki bu durum, sonraki her dönüşte bu avantajımızla rakiplerimize üstünlük sağlıyor, onları kural dışılığa kaçan hareketlere yönlendiriyorduk ki, hakemden şöyle bir uyarı geldi;

– bi dakika.. Bi dakika… Bu böyle olmaz beyler. Oyunun kurallarını açıklıyorum;

1- “dönün” demeden dönmek yok.
2- Bira şişesi kullanmak yok.
2- Kör Erhan yapmak yok.
3- Hede hede hod
4- …
Biz bir akşam, 610’lu yıllarda yaşamış insanlardan çok daha az vaktimiz varken üstelik, arkadaşlarla sıkıldığımız için uydurduğumuz bir oyuna, saatler sonra bağlanıp ruh hallerimiz üzerindeki olumlu etkisine inanmış, hatta bu oyunu daha geniş çevrelere yayma heyecanı yaşamış ve aynı oyunu çok fazla deforme edip, sonunda kullanılamaz hale gelmesinden endişe duyduğumuz için yine kendi kendimize kurallar uydurmuştuk…

Yani “olmak ya da olmamak” değil aslında, yoktan bir şey var edip, onun kurallarına “bağlı ve mahkum kalmak” işte bütün mesele bu.

Özgür Keskin