Hindistan:Yarın ölecekmiş gibi yaşa, hiç ölmeyecekmiş gibi öğren

diwali-lights-india-11152012-web

Çocukluğumdan beri dünyayı gezme fikri benim için bir varoluş amacıydı. Kendimi bildim bileli “neden?” sorusu benim rehberim olmuştur. Her soruma açıklıkla ve sabırla cevap veren bir annenin kızı olmak benim için büyük şans olsa gerek. Bir keresinde anneme şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum “Büyükler neden hiç gülmüyor, neden gözlerinin ışığı yok?”. Annem nedense o soruyu cevaplamamıştı. Her çocuk gibi benim de merak duygum ve öğrenme isteğim sonsuzdu ve büyüdüğümde de bu ruhu kaybetmeyeceğimi biliyordum.  30 yaşına geldiğimde farkettim ki merak duygusu, keşfetmek, deneyimlemek , tıpkı çocukken yaptığımız gibi öğrenmek  için yaşamak insanın gözlerindeki ışığın ve neşeli kahkahaların yakıtıymış.

Daha önce Fransa, İngiltere, İspanya ve Avusturya’ ya seyahat ettim. Ama Avrupa’ dan ziyade doğunun bozulmamış mistik kültürleri beni her zaman cezbetmiştir. Neyse ki o gün geldi çattı ve bir gün bir çılgınlık yapıp uzun zmandır görüşmediğim çok eski iki arkadaşımla Hindistan’a gitme kararı aldık ve yola koyulduk. Çok kısa sürede maksimum Hindistan deneyimi yaşamak için bir plan yaptık. 8 günde 4 şehir; Delhi, Varanasi, Jaipur, Agra. Gezilip görülecek o kadar çok yer varki listelerin sonu gelmedi. Zaten giden bilir, Hindistan öyle katı plan programa da gelmez. Bazen kendini bırakmalısın ona. O yüzden size klasik gezi tavsiyeleri yazamam ama sonsuz olasılık havuzu içinden yaşanmış birkaç kişisel aydınlanma hikayesi paylaşabilirim.

Ayak bastığınız anda sizi en çok endişelendiren şey size öğretilmiş ve bilen bilmeyen herkesin söylediği ‘her şey çok pis’ uyarısı. Özellikle insanların elleri dikkatinizi çekiyor, ilk başta pis görünüyor, hasta olmaktan korkuyorsunuz,belki bilinç altınızdaki ölüm korkusu sinsice yokluyor. Delhi’ ye gittiğimiz günün ertesi  renklerin bayramı olarak bilinen bahar bayramı ‘Holi Festivali’ ydi. İnsanlar iç içe, zengini fakiri herkes rengarenk toz boyaları birbirlerinin yüzüne gözüne elleriyle sürüyorlar, tanımadığınız insanlar size dokunuyor; keza biz de öyle yaptık, eylemin içinde sevgi var neşe var, süistimal yok. Korkmuyorum, çünkü ölmeden önce yapılacaklar listeme bir çizik daha atacağım, o kadar mutluyum ki. Festival bittiğinde temizlendiğimiz de bir şey dikkatimi çekti, ellerim. Ellerim, tırnaklarım aynen onların ki gibi görünüyor boyadan. Bu onların bayramı, boyalar da onların, festivalden sonra boyalarla beraber önyargılarımdan birini de yıkadım. Ellerine bakıp ne iş yaptığını, nelere dokunduğunu bilmeden kim bilir kaç kişiyi yargıladık bugüne kadar.

Otelin çevresi bir gün önce gerçekten tekin görünmüyordu, özellikle gece çok ürkütücüydü.  Holi akşamı bir cesaret markete gitmeye karar verdik.  Alışverişimizi yaptık, marketçi çocuk aldıklarımızı gazete kağıdına sarıp verdi, o kadar çok şeyi taşımak zor dedim ve poşet istedim. Beni bir azarladı ki, hayatımın çevrecilik dersini aldım. Hinduizm ve budizmin doğayla uyum ve geri dönüşüm bilincine etkisi çok büyük. Market dönüşü sokaklarda herkesi en güzel kıyafetleriyle çoluk çocuk yürüyorken görünce aldıklarımızı otele bırakıp yürüyüş yapmaya karar verdik.

paharganj-4

Geçen her dakika bir ders sanki,  yendiğin her korku seni muhteşem bir deneyimle mükafatlandırıyor.  Parganj’ ın içine doğru ilerlerken bir müzik sesi işittim, geldiği yöne ilerledik. İki binanın arasında karanlıktan geliyor. Karanlığın sonunda ışık yanan bir yer, içeride bir sürü insan. Herhalde düğün var diye düşündüm, ölmeden önce yapılacaklar listemde bir hint düğünü de var. Korku sıfırlandı, karanlık aralığa daldık. Basamakların önünde durduk, cami önü gibi bir sürü terlik ve ayakkabı. İçeriyi izlemeye başladık, bir sürü kadın çocuk ve erkek bir arada şarkı söylüyorlar ve dans ediyorlar, rengarenk herşey. Kapının önünde büyük bir Krishna remi var. Bir süre sonra içerden bir adam çıktı ve bizi davet etti. Kadınlar salonun bir tarafında, erkekler diğer tarafında dans ediyor, mecburen birbirimizden ayrıldık. Bir süre kadınları izledim sonra bizi elimizden tutup ortaya aldılar onlarla birlikte dans etmemizi istediler. Kendimizi müziğe kaptırdık, inanılmaz eğlendik. Müzik bittikten sonra çıkmak istedik, bizi durdurdular. Duanın ardından ibadetin bir parçası olarak tapınakta yemek yenmesi gerekiyormuş. Anladık ki katıldığımız bir düğün değil mahallenin küçük Krishna tapınağında Holi festivali duasıymış. Kendi mahremlerine bizi davet etmiş bu insanlara saygısızlık edemezdik, çok hassas bir sindirim sistemim var, ya hastalanırsam? Yemekler geldi, herkes ekmeği bana bana yiyor, gluten alerjim var otel de çatalla yerim dedim. Ne olduysa korku gitti bir anda dayanamadım ve elimle yemeğe daldım. Hijyen mi? O bir yunan tanrıçası değil miydi? Krishnanın mekanındayız, o midemi korur dedim. Yemek harikaydı, hepsini bitiremesem de yanıma alıp çıktım.

Kapının önünde arkadaşlarımı beklerken  üç çocuk yaklaştı. Tedirgin oldum biraz, küçük olan çocuk birden hızla bana koşmaya başladı elini kaldırdı, taş atıcak sandım korkuyla yüzümü kapadım. Çocuk başımdan aşağı çiçek yaprakları atmak için koşmuş meğer. Utandım. Utanç korkuyu temizledi, yerine güven duygusu koydum. Ertesi gün tapınakta yediğim yemekle ilgili hiçbir sıkıntı yaşamadığımı görünce biraz daha güven doldu içim. Ve kutsal şehir Varanasi’ ye doğru yola çıktık.

varanasi-rajendra-prasad-ghatVaranasi’ de oradaki yerel bir rehber eşliğinde şehrin  içinden geçip Ganj nehrinin kenarındaki otelimize gitmek için araçtan indik. Film setlerini aratmayan kaotik bir pazar yerinin ortasında elimizde valizlerle 10 dakika yürümemiz gerekliydi. Herşey çok çılgın görünüyordu, rengarenk, inanılmaz bir insan kalabalığı ve çeşitliliği… Herkes birbirine sürtünerek geçiyor neredeyse. Binlerce hindu tanrısın binlerce farklı inananı, budistler, koyu müslümanlar, davul çalıp eğlenenler, inekler, keçiler, çöpler ve  tuktuklar, arabalar, bisiklet ve motorsikletler, korna sesleri, çeşit çeşit kokular, müzik sesleri… Duyu organlarımız aşırı uyarana maruz. Birimiz, sürekli geride kalıyor fotoğraf çekmek için. Endişeleniyorum, etrafa bakacak zaman yok diyorum, güvenli bir şekilde bir an önce oteli bulmalıyız. Pazar yerinden sonra tek kişinin bile zor geçeceği daracık sokaklara dalıyoruz, labirent gibi. Arkadaşımız sürekli gözden kayboluyor, durup bekliyoruz. Ara sokaklardaki hayvan dışkılarının üzerinden geçerken seksek oynuyoruz. Ve tabiki kaçınılmaz son; bir hindistan klasiği olarak fotoğraf çeken arkadaşım dışkıya basarak geleneği yerine getiriyor. Titizlik gömleğini oracıkta çıkarmak gerekiyor yoksa Varanasi bir cehennem olur. Şehir o kadar kutsal ki Yunan tanrıçası Hijyen buraya hiç uğramamış.

hOtele vardıktan sonra eşyaları bırakıp apar topar Ganj nehrinin kenarında gün batımı törenini izlemek için yerel rehberimizle birlikte çıktık. Yolda yürürken rehberimiz tuvalete gitmesi gerektiğini söyledi. Bizdeki beklenti , gerçek bir tuvalete gidip ihtiyacını gidermesi yönündeydi ancak rehberin söylemesi ve arkasını dönüp duvara işemesi bir oldu. Yadırgamalı mıydık?.. Türkiye’ de erkek olmak da farklı değil. Doğada ki tüm türlerin erkekleri bunu yapıyor zaten, adam kendi evinde, işaretliyor.. Durumu normallerştirdik.Törenin yapıldığı yer mahşer günü gibiydi, ateşle ve tütsülerle mantralar okunuyor,  çan sesleri davul seslerine karışıyor.  Nehrin üzerinde teknelerden izleyen bir sürü insan var. Herkes en güzel kıyafetleriyle, siyaha yer yok, rengarekler. Aile içi huzur ve evlilikle ilgili konular için tanrıça Ganga ‘ ya dualar ediliyor. Bir adam gelip hepimizin alnına evliliği temsil eden kırmızı bindi boyasından sürdü.. Bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf çektirmek istedik, rehberimizde çok sıcak kanlıydı, hemen kareye dahil oldu. Sarmaş dolaşız; o an da hepimizin aklına tek bir şey geldi, “kız hijyen nerdesin?” birbirimize bakıp koputuk gülmekten. Kaçınılmaz olandan zevk almak gerek bazen diyip bütün gece bunun üzerine şakalar yaptık, tabi bir yandan da dezenfektan ıslak mendil stoğumuzu kontrol ettik.

Ertesi gün. Varanasi sabah saat 5, güneş doğmadan hemen önce otelin önünden bir kayığa bindik. Nasıl temiz ve serin bir hava var, Güneşi selamlamak için Ganj’ ın kenarındaki ghat’ lara insanlar gelmeye başlamış. Kıyıdan kayıkla ilerliyoruz, yanımızda suyun içinde kocaman balıklar atlıyor, canlı yaşıyor diye şaşırıyor arkadaşlarım. Tam da ölülerin yakıldığı Manikarnika Ghat ‘ın önündeyiz bir kaç ateş ve biraz duman görünüyor, pek bir şey anlamıyoruz. Ölümün ve yaşamın tam ortasında dünyanın mikrop yuvası ilan ettiği Ganj’ da suyun üstündeyiz, araf mı desek? Kayığı döndürüp nehirdeki gezimize devam ediyoruz. Ortalık biraz daha aydınlanmaya başladıkça kalabalık biraz daha artıyor, insanlar bir yandan etrafı temizliyor bir yandan kendilerini; bir huzur, bir muhabbettir gidiyor. Her yer bir anda pırıl pırıl ve tertemiz oluyor sanki güneşin ilk ışıklarıyla birlikte.. Şehirde herşey geri-dönüşüyor çünkü.. Kayıktan inip bu sefer aynı yolu insanların arasında yürüyerek geri dönüyoruz. İnsanların içine dalıyoruz. Kadın-erkek, genç-yaşlı , inekler-köpekler hepsi bir arada ahenk içinde yıkanıyorlar, kimse kimsenin karısına yan gözle bakmıyor, tavuğuna kışt demiyor, çamaşırlarını yıkıyorlar, ışıl ışıl ve rengarenkler.. Toplanan çöpler küçük yığınlar halinde yakılıyor.. Yakmak için kullandıklarını düşündüğüm tezek plakaları merdivenlerde güneş altında kurutuluyor, buna benzer bir bölümde de insan dışkılarının olduğu bir yer vardı.. Biz otele yaklaşırken insanlar da yavaş yavaş işlerine güçlerine ve evlerine dönmeye başladı.

varasi gangaO gün otelde manzaranın karşısında oturup çektiğimiz fotoğrafları  ve gezi de yaşadıklarımızı gözden geçiriyorduk. Varanasi’ ye ilk geldiğimizde panikle aralarında yürüdüğüm o kalabalıkta neler kaçırdığımı gördüm. Zamanı durdurup herşeyi izlemeye vakti olsa insanın, bir de korkuları olmasa.. Muazzam insan manzaraları, çeşitliliğe inanamazsınız. Bize hep yabancılara karşı kendimizi sakınmamız öğretildi ama orda öyle hayatlarla karşılaşıyorsunuz ki daha da içine dalıp daha çok öğrenmek onların deneyimlerinden kendinize bir şeyler katmak istiyorsunuz. Mesela kültürel bir tabu olmadığı zaman arkadaşça dostça hangi dinden olursa olsun erkeklerin elele sokakta yürüyebildiğini gördüm. Benden büyük zannettiğim o güzel elbiseli en az beş çocuklu kadınların aslında kocalarını ilk defa düğün günü gören 14- 15 yaşında çocuk gelinler olduğunu farkettim. Kalabalık halde yürüyen bir yaşlı grupta saree giymiş ve saçları tıpkı gruptaki diğer erkekler gibi tıraşlanmış olan kadınların kim olduklarını çok merak ettim. Saçı kısa kadına itibar edilmeyen, saçı uzadıkça aklı kısalanın makbul kadın sayıldığı, saçı uzun olsun ama görünmesin diye kapatılan bir kültürden gelince dazlak nineler kimdiler sorusu içimi kemirdi.

Öğleden sonra otelden çıkıp ara sokaklarda kaybolmaya karar verdik. Tavsiye edilen yerel lezzetlerin tadına bakmak için bildiğimiz bir iki adresi ziyaret ettik. Akşama doğru gün batımı törenini izlemek için tekrar Ganj’ın kenarına döndük. Kendimize bir yer bulup oturup töreni izlemeye başladık. Birden arkamızda birilerinin Türkçe konuştuğunu duyduk. Otantik gezi ler organize eden bir tur da bizimle aynı güzergahı izliyordu o tarihlerde. Konuşmalarından ve tedirginliklerinden anladığımız kadarıyla grup ikiye ayrılmış ve birbirlerini o kalabalıkta kaybetmişler. Turla gezenler  hep aynı şekilde etraflarındaki insanlarla ve kültürle aralarına bir duvar örüyorlarmış gibi gelir bana, fanusun içinden çıkarılmış balık gibi çırpınıyorlardı. Halbuki korkuyu atıp etraflarında olan bitene baksalar..

Tören sırasında yanımızda oturan genç aileyle sohbet etmeye başladık. Çocuklarından en küçüğü kocaman siyah gözlerini açmış bize şirinlikler yapıyordu. Hindistan’daki  tüm bebekler gibi onun da gözlerinde kara sürmeler vardı. Arkadaşım elinden tutmuş onu dans ettiriyordu, birden ellerini açıp bana doğru geldi kucağıma aldım, sarıldı bir süre. Öptüm. Kucağımdan indirirken içimden bir şeyler koptu sanki, ağlamaya başladım. Herkes dönüp bana bakıyordu ama umrumda değildi, mutluluktan ağlıyorum, göz yaşlarımdan utanacak değilim.

Ertesi sabah otelden ayrılmadan önce 5’te uyanıp yürüyerek Manikarnika Ghat’ a gittik. Kendimizi sınamamız gereken bir şey daha vardı. Hiçbir şekilde görüntü alınmasına izin verilmiyormuş, biz de uzaktan bir iki kare çektik. Biraz daha yaklaştık, bir cenaze ritüeli gerçekleşmek üzereydi. İlk olarak Ganj’ da yıkadıkları kadını güneşin ilk ışıklarının altında biraz dinlendirmişler, biz geldiğimizde büyük odunlardan yapılmış yatağına yatırıyorlardı. Sonra üzerine daha ince odunlarla bir çatı yaptılar. Kocası elindeki ot ve çıraya benzer bir ateşle ayak ucundan yatağı tutuşturdu. Kadınlar çakralarındaki enerji akışı sebebiyle ayak ucundan baş ucuna; erkekler ise baş ucundan ayak ucuna doğru yakılırmış. Kadınlar öldüğünde genellikle kocaları ateşi yakarmış. Erkekleri ise babaları,oğulları veya erkek kardeşleri yakarmış. Aslında kadınların bu törene gelmesiyle ilgili hiçbir yasak yok ancak duygusal oldukları için üzüntü ve göz yaşının ölünün huzurunu bozacağı düşüncesiyle genelde törene getirilmezlermiş. Ölümle ve bir ölüyle en yakın tecrübemi yaşıyordum, içsel olarak hissettiğim gibi ölüm bende üzüntüden daha çok huzur ve arınma duygusu yarattı. Ortamda ki tek kadın olarak, 53 yaşında ölmüş, ayağında kırmızı ojeleri ve altın halhalıyla yanan, adını bile bilmediğim bir kadının yanında ona huzur verdiğimi düşündüm. Hindular, Ganj’ın kenarında yanan herkesin karmasını tamamlayıp nirvanaya ulaştığına ve ruhunun tekrar geri gelmeyeceğine inanıyorlar. Umarım o kadın da karmasından özgürleşip Ganj’ın kucağında huzur bulmuştur.

O gün uçakla Delhi’ ye geri döndük. Kiraladığımız araçla Jaipur’ a doğru yola çıktık. Yolda karnımız acıkıca şöförümüz bizi şiddetle tavsiye ettiği bir otoban lokantasına götürtü. Arkadaşlarım ortamı gördüğünde yemek yemekten vazgeçtiler ama ben ortama o kadar alışmıştım ki hiç yadırgamadan kırk yıllık kamyoncu misali “abi, bana ordan az sebzeli pilav, az kimyonlu patates çek!” diye siparişi verdim.  Yan masamızda körili tavuğu pilavına karıştırıp eliyle tabağı sıyıran adamı görünce arkadaşlarımın dehşeti biraz daha arttı. Ama yemekler geldiğinde anladım ki hakikaten parmaklarını yedirten cinsten bir lezzet. Yemekten sonra gelen çayın bulanıklığı ve garip tadıyla biraz tuhaf olsam da çayımı alıp dışarda bir nefes molası vermek için yemeklerin yapıldığı açık hava mutfağına doğru yürüdüm. Kafalarına bone takmış bir sürü mutfak görevlisi harıl harıl yemek yetiştirmeye çalışıyordu, derken mutfağın tavanına gözüm takıldı; yemek yağlarından simsiyah olmuş tente tavandan akmak üzere olan damlaları gördüm. Muhtemelen boneler o yağlardan korunmak içindi. Yemeğin lezzeti de ordan geliyordu.

Altı saatlik yolculuğun ardından Jaipur’a vardığımızda yorgunluktan ölmek üzereydik. Hindistan’ a gelip ayurvedik masaj yaptırmadan dönülmez diyip varır varmaz soluğu masaj salonunda aldık. Sıcak yağlarla yapılan 45 dakikalık masajın ardından enerji depolamış vaziyette otele gittik. Hava karardığı için yapılacak en iyi aktivite sinemaya gitmekti. Otelde belirli saatlerde sıcak su verildiğinden soğuk suyla hızlı bir duş alıp çıktık. 70’lerden kalma 1200 civarı seyirci kapasitesiyle Asya’ nın en büyük sineması Raj Mandir’ de bir Bollywood filmi seyretmeye gittik. Hint dili İngilizlerin etkisiyle o kadar değişmiş ki altyazı olmasa bile filmi çok rahat anladık. İngilizce Hindistan’ da resmen ikinci bir anadil gibi, neredeyse herkes İngilizce konuşuyor. Hinlilerin iyi gelirli ve eğitimli kesimi özellikle ortamda yabancı biri varsa kendi aralarında da İngilizce konuşuyor. Yazık, adamlar çayı bile sütlü içiyorlar.

amber fortSabah olunca ilk iş Amber Fort’u gezmeye gittik. Beni kaleyi gezmekten daha çok orada göreceğim filler cezbediyordu. Hatta kaleye fillerin sırtında çıkmak için para bile ödemiştik. Yol kenarında bakıcısıyla birlikte duran genç bir fil gördük. Yanına gidip fili sevdik. O da beni sevmiş olacak ki hortumuyla elimden tutup beni çekiştirmeye başladı ve yanına yapıştırdı, sonra da poz verdi. Tüm Hintliler gibi o da fotoğraf çektirmeye bayılıyor. Tabi bahşişi bakıcısı istiyor. Kaleye yaklaştığımızda aramızda konuşmaya başladık. File binmek ve bunun için para ödemiş olmak çok kötü hissettirdi. Yukarı doğru yürürken gördüğümüz rengarenk boyanmış ve süslenmiş filler muhteşem görünüyordu ama dişleri kesilmiş ve robotlar gibi günde kimbilir kaç kere o yolu inip çıkmaya zorlanmışlar kim bilir? Turizm uğruna dünyanın heryerinde bir sürü  hayvan doğasından, yuvasından, yavrusundan koparılarak böyle sömürülüyor kim bilir?

Öğleden sonra Jaipur’dan Agra’ya doğru yola çıktık. Biraz geç kaldığımız için şoförümüz biraz gergindi. Gerginliğinin sebebini hava karardıktan sonra anladık. Yol çok bozuktu ve tek şerit gidiş gelişti. Sürekli sağ sol yaparak ve deli gibi korna çalarak 5 saat yol gittik.Yolda önümüze geyik mi, antilop mu anlayamadığımız garip hayvanlar çıktı. İnternette foroğraflarını paylaşıp dalga geçtiğimiz, kendi büyüklüğünün beş katı yüklenmiş süslü kamyonlarla dolu bir yoldu. O kadar yorgundum ki en derin uykumu o yolda uyudum. Uyandığımız da Agra’ ya gelmiştik. Hemen bir yerde yemek yiyip otelde uykuya devam ettim. Sabaha  karşı Tac Mahal’ e gitmek için uyandığımızda Times Of India  gazetesinin ilk sayfasında sevgili başbakanımızın portre fotoğrafını gördük. Twitter yasağıyla gündeme taşınmıştı. Haberin içeriği bu trajikomik olayı çok güzel yansıtıyordu. Biz de fırsattan istifade güne sabah kahvaltısında twitlerimizi okuyarak başladık.

Burdan sonra size Tac Mahal’ i anlatmayacağım, zaten Hindistan deyince kime sorsanız gösterir. Gün doğarken harika fotoğraflar çekebilirsiniz. Güzel bir bina, iyi korunmuş. Gezi gözlem kolu olarak görevimizi de yerine getirip ziyaretimizi tamamladık. Öğleden sonra Delhi’ ye vardık. Aç kalma korkusuyla Türkiye’ den getirdiğim yiyecekler vardı, onları tekrar geri götürmemek için hemen bir parka oturup piknik yaptık. Bir görevli yanımıza gelip yedikten sonra çöpleri toplamamız konusunda bize hatırlatmada bulundu.  Parkın hemen yanında dünya kültür mirası listesinde yer alan ve bana göre Tac Mahal kadar etkileyici bir mimariye sahip Qutub Minar’ ı görmeye gittik. Bunu da size ödev olarak veriyorum kendiniz araştırın. Fotoğraflarından 20 kat daha muhteşem. O kadar şiddetle tavsiye ederim. Orası yüzden yalnışlıkla Gandhi müzesini gezmeyi unuttuk. Durup durup son gece sınava çalışan çocuklar gibi koştura koştura Delhi’de görülmesi gerekenler listemizi tamamlamaya çalıştık. Hergün akşam 7 de kapanan Lotus Temple’ ın o gün 5’ de kapanası tutmuş 15 dakika geçikmeyle kapıda kalıp bahçe duvarının dışından fotoğraf çektirebildik ancak. Modern mimarisiyle tam bir lotus çiçeğine benzeyen güzel bir yapı. Gördük mü gördük.

Hindistan’ da plan programa takılı kalmak kadar saçma birşey yok, bir aksilik, bir gecikme mi oldu “shanti shanti” de geç. Hayat çok daha güzel o zaman, o an sana ne sunuyorsa tadını çıkar. Geleceğe yetişmeye çalışmak, geçmişte ters giden değiştiremeyeceğin şeylerin hesabını yapmak kadar saçma birşey yok. Zamanımızın kısıtlı olmasına rağmen 8 güne birçok deneyimi sığdırmış olmanın verdiği hafiflik, keyif ve mutluluk inanılmaz. İnsan hayatını da bu şekilde yaşarsa eğer bu dünyadan ayrılırken aynı hafiflik, keyif ve mutluluk haliyle son yolculuğuna çıkabilir.

Dönüş uçağımız sabaha karşı olacağı için o gece otelde yatmaktan vaz geçtik. Şoförümüzle  normalde seyahat bitiminde havaalanına kadar bize eşlik etmek üzere anlaşmıştık ancak artık aile gibi olduğumuz için onun da bizim için kendini ne kadar yorduğunun farkındaydık.  Bizi Delhi’nin haftasonu en hareketli yerlerinden olan Hauz Khas Village’ a bırakmasını istedik. O gün karısıyla evlilik yıldönümleriydi. Kaç gündür bizimle seyahat ettiği için evine gidip bu mutlu gününü karısıyla geçirmesi için ısrar ettik. Hindistan’da geleneksel olarak büyük çoğunluk gibi onlarda görücü usulüyle evlenmiş ve birbirlerini ilk kez düğün gününde görmüşler. Ona rağmen birbirlerini çok sevmişler ve çok mutlu bir evlilikleri varmış.  Çok büyük bir şans.

Şoförümüz bizi bıraktıktan sonra hareketli sokakta ilerlemeye başladık. İnanılmaz bir lüks araç trafiği vardı. Haus Khas village, eğitim ve gelir seviyesi yüksek genç kesimin tercih ettiği lüks giyim mağazaları, kafeler, bistrolar , pup ve gece kulüplerinin olduğu bir mekan. Hindistan’ dan daha çok herhangi bir avrupa kenti gibiydi. Birçok insanın keyif alacağı bir yer ancak bize bir şey kattığını söyleyemem. Onca yerel deneyimin ardından Türkiye’ ye adapte olmakta güçlük çekmemek için doğru bir kararla son gecemizi eğlenerek geçirdik. Gecenin sonunda şoförümüz Raj Kumar bizi gelip aldı ve havaalanına bıraktı. O kadar gün baba gibi bizimle ilgilenen  Raj abimizle vedalaştık. Yolculuk insanları ne kadar birbirine yakınlaştırıyor. Yoldaş olmak böyle bir şey.  Biz yerimiz de durdukça, sabit hayatlarla ve güvenlik alanlarıyla kendimizi çevirdikçe gerçek dünyadan kopuyoruz aslında. Gerçek dünya diye kendimize parayla pulla sahte bir dünya ciziyoruz ve ona inanıyoruz. Hayatlarımızı kariyerlerimizin etrafında inşa ediyoruz ve kapana kısılmış hissediyoruz.

Hindistan öyle bir ülkedeki herkesin kendi bireysel deneyimi olması gerek.  Kişinin kendini keşfetmesi için harika bir yer. Eğer sen pozitifsen Hindistan bir cennettir, ama sen negatif duyguların hükmündeysen Hindistan bir azap olabilir. Senin içine ayna tutan bir ülkedir Hindistan. Kaosun içinde huzuru bulmak, fakirliğin içinde gerçek zenginliği farketmek, korkunun ve önyargılarının karşısında sevgiyi görmek, pislik sandığının aslında doğayı korumak olduğunu öğrenmek, kadın erkek bir arada eğlenerek de tanrıya ulaşılabileceğini görmek, görünenin ötesini görmektir Hindistan.

 Yazı: Güneş Küçüktürkmen