GANA YAZILARI – 8: EKONOMİK KRİZ, EBOLA VE DİĞER KEHANETLER

2014 yılı Gana için hiç iyi geçmedi.

Daha birkaç sene öncesine kadar Afrika’nın gelişimi için bir model teşkil eden bu ülkede, başını alıp giden enflasyon ve değerini hızla yitiren ulusal para birimi cedi herkesin dilinde. Aslında, 2000’li yıllarda bulunan yeni petrol rezervlerinin verdiği tetiklemeyle gayrı safi milli hâsılasını beş yıl boyunca %8 oranında arttıran Gana, Afrika’da herkesin gözünü kamaştıran bir ışıkla parlıyordu.

Ama bu yıl ne olduysa oldu ve 2013 yılı başlarında 1,90 seviyesinde olan dolar/cedi paritesi 2014’ün Ağustos ayında 3,80 gibi rekor bir orana ulaştı. Sanayi ve tarımsal üretimi kısıtlı olan ve tüketim ürünlerinin neredeyse tamamını ithal eden Ganalılar için bu son derecede ağır bir darbe oldu. Benzinden pazarda satılan pirince kadar her şey en az %15-%20 seviyelerinde zamlandı.

2013 yılı başlarında 1,90 seviyesinde olan dolar/cedi paritesi 2014’ün Ağustos ayında 3,80 gibi rekor bir orana ulaştı

Peki, suçlu kim? Tabii ki herkes bir yandan da bunu tartışıyor. İktisat analizcilerine göre ekonomik reformları duyurmak ve uygulamakta geciken hükümetin sorumluluğu büyük. Devletin 2014 yılı sonuna dair ekonomik hedeflerine ulaşamayacağından ve IMF’den yeniden yardım isteyeceğinden şüpheleri yok. Devlet başkanı John Dramani Mahama ise IMF’ye başvurmayacaklarını ve plansız, dengesiz kalkınmaya atılan ülkelerin duymaya alışık olduğu gibi “kemer sıkma”ya gideceklerini açıkladı. Amaç, devlet gelirlerini arttırmak ve bu yolda da öncelikli hedef devlet giderlerinin %11,8 artmasına en büyük katkıda bulunan kamu sektörü personel sayısı ve maaşlarını yeniden düzenlemek. Kellelerin gitmeye başladığını, Gana’daki bir yabancı olarak ben bile görebiliyorum. Örneğin, bir devlet kurumu olan işverenimiz Volta River Authority’de (VRA) büyük bir yeniden yapılanma çoktan başladı.

Çevremdeki Ganalılarla konuştuğumda ise ekonominin kötü gidişatı için hepsi ağız birliği yapmış gibi aynı nedeni gösteriyor: yolsuzluk. Hakikaten de devletin herhangi bir kurumundaki bir yolsuzluk haberinin gazetelerin manşetlerine yansımadığı bir gün yok gibi. Bunu gören halk da doğal olarak –ve küresel şartları toptan göz ardı ederek– cebindeki parasının pazarda beş adet balık yerine dört adede yetmesini doğrudan buna bağlıyor.

Ekonomik sıkıntıların gündelik hayata aksettiği tek alan fiyatlar değil; yollardaki trafik polisi kontrolleri bile belirgin bir şekilde artmış durumda. Hatta polisin dışında Göçmenlik Hizmetleri’nin memurlarından birini bile bir gün karşımda bulmak, durumun ciddiyetini gösterdi.

Türk marangoz ustamızla ahşap almak için liman şehri Tema’ya gittiğimiz günlerden birinde, Akosombo’dan süren iki saatlik yolun sonuna doğru, Ashaiman kasabası göbeğinde sivil kıyafetli iki Ganalı tarafından durdurulduk. Daha doğrusu, yoğun bir trafik içinde hareket ettiğimizden, tek yapmaları bizi yolun kenarına çağırmak oldu. Aralarından birisi pencereden içeriye kafasını uzatarak selam verdi, kendisinin Göçmenlik Hizmetleri’nden olduğunu söyledikten sonra pasaportlarımızı rica etti. Arabada iki beyaz olarak ben ve marangoz ustası ve bir de Ganalı şoförümüz R. vardı.

“Her şeyden önce, kimliğinizi görmemiz mümkün mü acaba?” diye sordum. Memur tutumunda herhangi bir değişiklik olmadan gömleğinin göğüs cebindeki kimliği çıkarıp bize doğru tuttu. Şeffaf plastik kabın ardında “Ghana Immigration Service” yazısını ve memurun ismini güçlükle seçebildim.

“Bay S., üzgünüm ama pasaportlarımız yanımızda değil. Onları taşımıyoruz”, diye açıkladım.

“Hangi firma için çalışıyorsunuz?” sorusunun üzerine firmamızın ismini, işverenimizin Volta River Authority olduğunu ve Volta gölü üzerinde çalışan “Dodi Princess II” isimli lokanta gemisini inşa ettiğimizi anlattım. Neyse ki Bay S. gemiden haberdardı. “Dodi Princess I” 2012’de yanmadan önce birkaç sefer kendisi de ailesiyle o geminin seferlerine katılmıştı.

Samimiyeti kurduktan sonra merakımı gidermek istedim:

Özellikle de Çinliler

“Bay S., 2013’ten beri Gana’dayım ve ilk defa böyle bir kontrole rastlıyorum. Bunun nedeni nedir? Yoksa bu pasaport kontrolleri sık yapılıyordu da ben mi ilk defa denk geliyorum?”

“Hayır, devlet artık işi çok daha sıkı tutmak istiyor. Ülkede izinsiz çalışan çok yabancı var. Özellikle de Çinliler.”

Gülümsemeden edemedim.

“Ama benim Çinliye benzer bir halim mi var?”

“Senin yok ama onun var,” diyerek arka koltukta oturan marangoz ustamıza işaret etti. Vallahi daha önceden dikkat etmemiştim ama yıllardır inşa ettiğimiz gemilerde marangoz işlerimizi yapan R. ustada gerçekten de bir Uzak Doğulu havası yok değildi. Yuvarlağa yakın bir surat biçimi, kulaklara doğru uçları yukarı bakan gözleri ve hafif bodurluğuyla bir Çinli olduğu gayet tabii düşünülebilirdi.

Gana’nın 2015 evvelinde, önünde bir de ebola tehlikesi var tabii. Şu anda ebola salgınıyla mücadele eden batıdaki Gine, Sierra Leone ve Liberya ile Gana arasında sadece bir ülke, Fildişi Sahili var. Gana’nın doğusunda ise ebola alarmı vermiş olan, Afrika’nın en kalabalık ülkesi Nijerya ile arasında Togo ve Benin var – ki bu ülkeler bir ebola salgını durumunda müdahale edebilmek için Nijerya gibi güçlü ve hazırlıklı değiller. Neyse ki Dünya Salık örgütü geçen hafta Nijerya’nın eboladan temizlendiğini duyurdu. Liberyalı-Amerikalı bir adamın Lagos havalimanında bayılmasıyla ortaya çıkan durumun ardından, aralarında hastaya müdahale eden doktorların da olduğu 20 kişi virüsü kapmış ve sekizi yaşamını yitirmişti. (Gana’nın doğusundaki ülkelerde ortaya çıkan binlik ölü sayılarının yanında oldukça düşük bir rakam.) Neyse ki 42 gün boyunca rapor edilen yeni bir vaka olmayınca, Dünya Sağlık Örgütü bu iyi haberi tüm dünyaya duyurabildi.

Başkan Mahama Liberya, Gine ve Sierra Leone dönüşü bizzat ebola kontrolünden geçerken

Doğal olarak bu haberler Gana’yı diken üstünde tutuyor. 24 Eylül 2014’te başkan Mahama CNN’de Richard Quest’le yaptığı mülakatta virüs salgınının görüldüğü ülkeleri bir-iki hafta önce bizzat ziyaret ettiğini, bu ülkelerde gerekli müdahalelerin yapıldığını ama her birinin işlediği hatanın da önlem almakta gecikmeleri olduğunu söylüyordu. Gana ise hazırlıklıydı. Hakikaten de gittiğim her umumî yerde ebola virüsü ile alakalı broşürlerin dağıtıldığını, duvarlarda bilgi posterlerinin asılı olduğunu görüyorum. Birleşmiş Milletler’in Eylül sonunda Akra’da faaliyete geçen Ebola Müdahale Merkezi de cabası. Haftalar boyu yerel doktorlar eğitim ve seminerlere çağırılarak hastalık konusunda bilgilendirildiler.

Tabi ki başkanın açıklamaları, bütün bu hazırlıklar Gana için elzem niteliğinde ama bu ülkenin çilekeş halkının üzerindeki yatıştırıcı etkilerinden çok emin değilim. Ekonomik sıkıntı ve ebola korkusu birleşip Gana’ya oldukça karanlık bir 2015 resmi çiziyor.

Gana’nın rock yıldızları: evangelistler

Aralarında doğrudan bir bağlantı olduğu herkesçe bilinir: Böyle dertlerin ortasında insanların dinlerine sarılması daha belirginleşiyor adeta. Evangelistlerin yollardaki tabelalara astıkları konferans ve gösterilerin sayısında bariz bir artış olduğuna yemin edebilirim. Çukur ve tümsekleriyle sallamaktan mide bulandıran, toz toprak yollarla büyük bir tezat içerisinde, adeta bir rock yıldızı konserine davet eden büyük, renkli tabelalarda her hafta başka bir rahibin yüzünü görüyorum. Kimilerinin şarkı söyleme kabiliyeti var, kimileri gençlere yönelik “Hristiyan bekârlar buluşmaları” düzenleyerek mutlu izdivaçlara ön ayak oluyor ve hatta kimileri de hastaları iyileştiriyor! Şoförümüz R.’nin söylediğine göre hangisi Tanrı’ya daha yakınsa, onun kabiliyetleri daha fazla oluyormuş.

Sokakta veya dükkânlar arasında yürüyerek bağıra çağıra vaaz veren, İncil’den pasajlar okuyan tipleri bile daha sık görür oldum – ve beni biraz ürküttüklerini itiraf etmem lazım. Arabaların arka camlarına yapıştırılan İncil alıntıları, ürkütücü kehanetlerin sayısı arttı mı, yoksa benim gözüme daha mı çok takılmaya başladılar, emin değilim.

“Her an uyanık kalın, gerçekleşmek üzere olan bütün bu olaylardan kurtulabilmek ve İnsanoğlu’nun önünde durabilmek için dua edin. (Luka, 21:36)”

Ama hepsinden çok, Tema sapağındaki göbekte bulunan, geçen sene orada olmadığına yemin edebileceğim bir kara tahta beni bir kıyamet filmindeymişim gibi hissettiriyor. Trafiğin her zaman yoğun olduğu bu göbekte, ters istikametteki iki yolun ortasındaki kaldırımda, kimin koyduğunu bilmediğim bu kara tahtada her hafta İncil’in en karanlık, en tehditkâr ayetlerini okuyorum: Bir hafta, “Şunu bil ki, son günlerde çetin anlar olacaktır. (2 Timoteyus, 3:1)” diyerek son günlerimizin geldiğini öğreniyorum, bir sonraki hafta da “Her an uyanık kalın, gerçekleşmek üzere olan bütün bu olaylardan kurtulabilmek ve İnsanoğlu’nun önünde durabilmek için dua edin. (Luka, 21:36)” ile ne olduğu muallak olayların sırada beklediği hatırlatılıyor bana. Hiçbir şey bu kara tahtada yazanlar kadar korkutmuyor beni.

Emre Karacaoğlu

https://www.facebook.com/emrekaracaoglu