GANA YAZILARI – 7: ATİMPOKU KRALİÇESİ VE TÜRK NİŞANLISI

Bayrağındaki sarı renkle sembolize edilen altının bolluğuyla ünlü Gana’ya ilk geldiğimizde hep duyuyorduk: Burada bir çalıyı kaldırın, altında altın arayan bir Çinliye rastlarsınız. Doğrudur, sadece altın aramak amacıyla olmasa da Gana’da kaçak ya da Gana uyruğuna geçmiş birçok Çinli var; ki bu vatandaşlık alanlardan bazıları ikinci, hatta üçüncü kuşak yarı-Ganalı. Çinlilerin yanında çelik ve hurda ticaretini elinde tutan Hintliler ve perakendeciliği tekellerine almış, tüccar milletin torunları Lübnanlılar da bulunmakta. Bu göçmenlerin adaptasyon ve tutunma başarılarını takdir etmemek işten değil.

Gana bayrağındaki kırmızı, bağımsızlık için dökülen kanları, sarı, ülkedeki altın bolluğunu ve yeşil de ülkenin doğal zenginliğini temsil etmekte

Peki ya her gittikleri yere kolayca uyum sağlayan, yeni ülkelere iltica ederkenki gözüpeklikleriyle ünlü biz Türkler? Başkent Akra’daki Furkan Camii’nin veya şehrin güzide bir arazisinde yer alan konut sitesinin inşaatlarını yapan Türklerle tanışmadan çok önce, hatta Gana’ya ilk gelişimde, yolum buradaki bir Türk lokantasına düşmüştü. Cömert porsiyonlarıyla ülkemizin dönerini ve kebaplarını önüme çıkaran bu yerde, “Kwasi… Kwasi! Gel buraya! Clean lan, clean!” diye personeline masaları işaret edip temizlemesini söyleyen sevimli ağabeylerimiz beni gülümsetmişti. Sonrasında, Akra’da yaşayan başka bir Türk tanıdığımızdan haklarında şunları öğrenmiştim: Bu işletmenin Afyonkarahisarlı sahipleri, televizyonda gördükleri bir Gana belgeseli üzerine, “Yahu bir gidip bakalım,” diyerek tüm birikimlerini alıp buraya gelirler. Doğru düzgün İngilizce bilmeyen bu cesur girişimciler şehri gezip beğenir ve imkânı görüp buraya bir Türk yemekleri lokantası açmaya karar verirler. Ama aradıkları gibi bir arsaya ya da binaya rastlamamışlardır. Bunların yerine nedense her yerde “tuvaletler” vardır; hakikaten de nerede bir boş arsa ya da bina görseler kapısında İngilizce “TUVALET” yazmaktadır.

Apartmanlı, havuzlu ve spor salonlu bir “tuvalet”

Güzelim şehrin adım başı tuvalet olamayacağından şüphelenip birilerine danışırlar ve “TOILET” diye okudukları tabelaların “TO LET” (İngilizce “KİRALIK”) olduğunu öğrenirler. Yine kapısında “TO LET” yazan bir müstakil binayı beğenirler ve 2010 yılında da lokantalarını açarlar.

Akra’da arabayla giderken bir sokağa dönmüştüm ve bu Türklere rastlamıştım. Haydi burası Gana’nın başkenti; dolayısıyla Türklerin olması anlaşılabilir. Peki Akra-Akosombo yolu üzerindeki ufak bir kasaba olan Atimpoku’da -bizzat kendisine olmasa da- yine bir Türk’e rastlamam nasıl açıklanabilir?

Atimpoku ve geri planda duran Adome köprüsü

Atimpoku, Gana’nın Doğu Bölgesi’ne ait 21 şehirden biri olan Asuogyaman’ın bir ilçesi ve yaşadığım yer olan Akosombo’ya arabayla 20 dakika mesafede. Yanı başında bir kolu uzanan Akosombo Gölü üzerindeki, Gana’nın en büyük köprüsü Adome’nin bir ayağı bu kasabada olduğu için ticari açıdan önemi olan, çokça seyyar satıcının mesken tuttuğu bir yer. Burada bulunan, Akosombo’ya en yakın döviz bürosuna geldiğim günlerden birinde, gişede para kalmadığını söyleyen küçük kız, beni alt kattaki marketi işleten annesine götürmüştü. Sonradan “Atimpoku Kraliçesi” ismini takacağım A. ile tanışmam böyle gerçekleşti.

A. 60’ının üzerinde gibi gözüken, kilolu, iri bir bir kadın. (Ganalılar bizim alıştığımız standartlarda yaşlarını hiç göstermediklerinden kesin yaş tahmini konusunda temkinliyim.) Sonradan genellikle çıplak ayaklarla gördüğüm, beyaz saçlarını bukle yapmayı seven A., bu ilk tanıştığımız gün de beni böyle karşıladı. Küçük kızı, “Anne, obruni[1] dolar bozdurmak istiyor,” deyip beni ona teslim ettikten sonra A. hemen ismimi, nereli olduğumu ve Gana’da ne iş yaptığımı sordu. İsmimi söyledikten sonra, “Dodi Princess II gemisinin inşaatı için buradayım, Türkiye’den geld–” diye daha cümlemi bitirmeden, “Türkiye”yi duymasıyla adeta gıdıklanmış gibi ani, tiz bir çığlık attı. Ben daha ne olduğunu soramadan tezgâhın altına gömülüp bir şeyi ararken bana Türk nişanlısından bahsetmeye başlamıştı. “Emreeee, burası senin dükkânın! Burası İstanbul dükkânı!” diye hafif bozuk bir İngilizceyle sayıklarken, bir yandan da kilisesiyle İsrail’e yaptıkları seyahatin aktarma uçağına İstanbul’dan bindiğini, İstanbul’da bulunduğu birkaç gün içinde de otellerinin resepsiyonunda çalışan Y. ile tanışıp evlenmeye karar verdiklerini anlattı. Bu esnada, tezgâhın altından elinde telefonla belirip bir numarayı çevirmeye başlamış ve beni Y. ile görüştüreceğini söylüyordu. Bir vatandaşımın Gana’nın bu ücra köşesinde bile karşıma çıkmasının şaşkınlığını yaşayamadan, “A., lütfen, gerek yok böyle bir şeye,” diye nazikçe geri çevirmeye çalıştıysam da beni duymadı bile.

Karşı taraf cevap verince selamlaştıktan sonra telefondaki Y.’ye dükkânına bir Türk’ün geldiğini, şu anda mutluluktan havalara uçtuğunu, onun artık burada yalnız da kalmayacağını müjdeledi ve telefonu hemen bana uzattı.

“Alo, Y. bey merhaba.”

“Merhaba, Emre kardeşim. Hayırlı olsun, iş için Gana’daymışsınız galiba.”

“Doğrudur, Y. bey. Para bozdurmak için A.’nın marketine gelmiştim. Şansa bakın ki şu anda da sizinle konuşuyorum.”

“Aynen, Emreciğim. Hayırlısıyla ben de A. hanım ile evlenip oralara geliyorum. Oralarda yalnız olmayacağımı bilmek çok güzel.”

Y. düzgün bir Türkçe ve yaşını almış birisi sesiyle konuşan bir adamdı. Bir miktar daha hoşbeşten sonra telefonu iade etmemin ardından, A. benimle tanışmaktan memnun olduğunu tekrar tekrar söyleyerek elimdeki dolarımı piyasaya göre iyi bir kurla bozdu ve alışverişimin çoğunu bundan böyle dükkânından yapmazsam bozulacağını ekleyerek beni uğurladı. Afallamış bir halde marketinden ayrıldım.

Zaman geçtikçe, yakınlarda bir dükkânın daha, hatta Akra yolu üzerinde gördüğüm bir LPG istasyonun da A.’ya ait olduğunu öğreniyordum; hatta onun ismini telaffuz ettiğimde, A’yı tanıyan diğer Ganalılar da onun “çok çok zengin” olduğunu ifade ediyorlardı… “Atimpoku Kraliçesi” ismini ona bu yüzden takmıştım. Alışverişlerim esnasında ona böyle hitap etmem çok hoşuna gidiyordu.

A. ile aramız çok iyiydi… Ta ki gaz istasyonuna yeni aldığı bir çocuk, tüpü yarısına kadar doldurup beni dolandırmaya kalktığı güne kadar. İstasyondan ayrılıp çocuğu şikâyet etmeye A.’nın dükkânına gittiğimde, onun da çatık kaşlarını görünce şaşırdım. Normalde benimle ilgilenmekten büyük mutluluk duyan A., şikayetimi bıkkınlıkla dinleyip, “Tamam, zararın kadar bir şeyler al,” deyip beni geçiştiriyordu. Her zamanki ilgi ve güler yüzünü göremiyordum; bir an için kızgınlığımı unutup ona nesi olduğunu sordum. Bu soruyu bekliyormuşçasına hemen Y.’yi anlatmaya başladı. Meğersem Y. hemen evlenip Atimpoku’ya gelmek isterken, A’nın tereddütleri varmış. Y.’nin buraya ayak uydurup uyduramayacağından emin değilmiş, genç Ganalı kadınların onu elinden kapmalarından korkuyormuş ve –nasıl olsa bizdeki işi garanti ya– bizim gemi inşaatımızın ardından burada nerede çalışacak ve kimle dostluk kuracakmış; bu sorunlar onu tedirgin ediyormuş.

Ve hepsinden de önemlisi, Y. İngilizce bilmiyormuş.

“Nasıl olur, A.? Siz nasıl tanıştınız da anlaştınız? Telefonda nasıl konuşuyorsunuz? Y. hiç mi İngilizce bilmiyor şimdi yani?”

“Hayır, bilmiyor. O yüzden de şüpheye düşmeye başladım. Sanırım bazı şeyleri karşılıklı olarak yanlış anlıyoruz. O yüzden şimdi senden yardım istiyorum, Emre. Bir kez daha konuşur musun onla? Bu söylediklerimi iletir misin ona? Ganalı kızlar kısmı hariç…”

“A., lütfen, beni karıştırma böyl–” Cümlemi bitirmeden numarayı çevirmiş ve telefonu bana uzatmıştı bile yine. Y.’nin sesini duyduğumda, kısa bir hoşbeşin ardından hemen mevzuya girip A.’nın söylediklerini kendisine ilettim. Bir yandan, “Yahu ne işim var şu anda benim burada? Ne yapıyorum ben?” diye içimden kendime söyleniyor, bir yandan da Y. beyin acıklı hayat hikâyesini dinliyordum.

“…İşte Emre kardeşim, ben böyle yokluklarla büyüdüm. Şimdi de oteldeki işimden çıkarıldım. Sekiz aydır işsizim; kızım ve eşinin evlerinde yaşıyorum. Ben A. hanımla hemen İstanbul’da evlenip oraya yerleşmek istiyorum.”

“Y. bey, A. der ki siz bir kelime bile İngilizce konuşamıyormuşsunuz. Buralarda nasıl yapacaksınız? Bakın, Gana çok güzel bir yer ama diliyle birlikte havası, suyu ve özellikle de yemekleri çok farklı. Herkese göre bir yer değil. Bizim işçiler yemeklerden sürekli şikâyetçi mesela.”

“Anlıyorum, kardeşim. İngilizce bilmediğim doğrudur ama ben yurt dışında yapabileceğimi düşünüyorum.”

Bir an yine afalladım.

“Pardon, nasıl yani, Y. bey? Bu sizin ilk defa mı yurt dışına çıkışınız olacak?”

“Evet, Emreciğim. Ama bizi biliyorsun, biz Türk’üz. Biz her yerde yaparız.”

“Evet, Emreciğim. Ama bizi biliyorsun, biz Türk’üz. Biz her yerde yaparız.”

Bu ilişkide anlam veremediğim, nedenini açıklayamadığım her şey aydınlanmış, yani yapbozun tüm parçaları yerlerini bulmuştu. Y. aradığı kurtuluşu A.’da bulan cesur, girişimci bir ağabeyimizdi; olay ortadaydı. Sadece bir şey yine benim için büyük bir muamma olarak kaldı: İngilizce olmadan nasıl tanışıp nişanlanabilmişlerdi? Bu kadar zamandır telefonda ne yapıyorlardı? Acaba A. neler anlatmış, Y. onları nasıl anlamıştı? Peki ya Y. neler anlatabilmişti ki A.’ya acaba?

Ve hepsinden önemlisi: Biz Türkler dil bilmeden bu kadar büyük işler çevirebiliyorken, bir de dil bilsek nelere muktedir olacaktık?

Bir ay sonra, bir süreliğine Türkiye’ye döndüğümde işi benden devralan babama telefonda laf arasında A.’yı sorduğumda, A.’nın yüzünün artık hiç gülmediğini söylemişti. Hatta bir keresinde A. bu sefer de babamdan Y. ile konuşmasını rica etmiş, babam da ısrarlarına dayanamayıp telefonu aldığında Y. ile şöyle bir konuşma yaşamıştı:

“Y. bey merhaba, A. hanım telefonu verdi şimdi. Sizinle konuşmamı rica et–”

“Başlatmayın A.’nızdan!” Ve “Çat!” diye kapanmış telefon.

Uzun süredir yanına gidemedim A.’nın. Y. ile ilişkileri ne oldu acaba?

 

[1] Obruni: Gana’daki en popüler yerel dil olan Akan’da “beyaz adam.” Ganalılar, ırktan bağımsız olarak, kendileri gibi siyahî olmayan herkese bu isimle hitap ederler.

 

Emre Karacaoğlu

https://www.facebook.com/emrekaracaoglu

2 comments to “GANA YAZILARI – 7: ATİMPOKU KRALİÇESİ VE TÜRK NİŞANLISI”
2 comments to “GANA YAZILARI – 7: ATİMPOKU KRALİÇESİ VE TÜRK NİŞANLISI”
  1. Çok güldüm Emre, “Başlatmayın A.’nızdan!”

    Senin için harika bir deneyim, A. için hüzünlü bir aşk hikayesi olmuştur belki de. Hayat ne garip 🙂

    Enfes bir yazıydı, ellerine sağlık.

Comments are closed.