Ege Görgün: Tanıdığın yoksa medya sektöründe iş bulamazsın

Ege Görgün, 1996 yılından beri çok sayıda gazetede, dergide yazdı. Televizyon programı yaptı.  Kendisi sinema, müzik ve futbol yazılarını beğenerek okuduğumuz bir abimiz. Her ay Esquire’da adeta döktürüyor. www.tersninja.com internet sitesinin kurucusu. Mart ayında ilk öykü kitabı Cinbaz’ı yayınladı. Kitabı okuduktan sonra kendisiyle bir röportaj yapmıştım.  O röportajda Görgün’ün medyayla ilgili söylediği şeyler epey dikkat çekmişti. Kendisine yeni planlarını, röportaj yapmanın en sıkıcı tarafını ve medyadaki işten çıkarmaları sordum. İlk röportajı okumayanlarda aşağıdaki satırlarda Cinbaz’la tanışabilirler.

Gazeteci, yazar Ege Görgün ile kitabı Cinbaz’ı, türk medyasını, sinemayı, futbolu ve onun çizgi roman sevdasını konuştuk.

 

428037_303245019779253_846927223_nCinbaz öykünüzde basında “tanıdık vasıtasıyla” yükselen ve söz sahibi olan insanlara bir eleştiri var. Siz aynı zamanda gazetecisiniz. Gazete ve televizyonlarda sadece işini iyi yapmak yetmiyor mu? Yükselmek için torpil şart mı?

1996 yılından beri medyanın içindeyim. Son beş altı senedir iyice frelance’e kaydım ama hala içindeyim. Hem olmasam da mühim değil, medyadaki düzen de, silsile de değişmiyor. Ben girdiğim ilk günden beri bunu gözlemledim. Tanıdığın yoksa iş bulamadığın, akraban yoksa zor yükseldiğin bir işkolu medya. İlk yıllarda duyduğum bir cümleydi. İslam Çupi bir gazeteciye söylemiş. “Mesleğini sahiplen. Bir gün gazetecilik zengin çocuklarının hobi olarak yaptığı bir iş olacak.”  Bu sözün ne kadar gerçek olduğunu gördüm. Özellikle dergilere zengin çocuklarının nasıl doldurulduğunu. “Yeğenler” muhabir düzeyinde başlayanlar birkaç senede köşe yazarı, yayın yönetmeni olurken, işsiz kalanlar, üç kuruşa yıllarca muhabirlik yapan emekçi gazeteciler… Ha sırf yeğenler değil, yayın yönetmenlerinin ve köşe yazarlarının “kırıklarının” da yükseldiğini, köşe ya da iş kaptığını gördü bu gözler.

Çalışarak yükselenler oluyor mutlaka ama bunlar ancak belli bir noktaya kadar gelebiliyorlar. Eninde sonunda onların karşısına da bir “yeğen” ya da “torpilli” çıkıyor. Kovulmazlarsa, onlar istifa edip gidiyor zaten.

egegorgunSizce  bu medyadaki düzen sonsuza dek böyle mi gider?

Medyanın düzelmesi için önce toplumun değişmesi gerekir. Medyanın toplumu şekillendirme gücü olduğu gibi toplumun da medyayı şekillendirme gücü vardır. Hatta toplum daha da güçlüdür bu konuda. Ancak bugün sistemin medyayı, medyanın toplumu şekillendirdiği bir süreç yaşıyor Türkiye. Kültür seviyesi olarak uygar bir toplum olmayı başarana kadar da bu böyle gidecek. Eğitim demiyorum bakın. Çünkü sözünü ettiğim kültür eğitimle olmuyor. Bu ülke en çok üniversite okumuş cahil ve yobazlardan çekiyor. Kutup ayırmadan kendi inandığının, kendi bildiğinin en doğrusu olduğuna inanan bütün yobazlardan söz ediyorum.

Basında gazeteci istifaları, kovulmaları hep oluyordu. Ama son iki ayda Gezi Parkı olayları nedeniyle yaklaşık 100 gazetecinin işine son verildi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezi Parkı’nın bu süreci hızlandırdığına inanmıyorum. Bunlar her sene sonu bir sürü adamı çıkartırlar işten. Bütçeleri toparlamaya çalışırlar. Bu kez hem bunu yaptılar, hem de yalakalık gösterilerini yapmış oldular. Bir taşla iki kuş. Gezi Parkı şöyle etkili oldu tabi, kimi çıkaracaklarında fazla kafa yormalarına gerek kalmadı.

Kitabınızda korku, büyü, cin gibi konular yer alıyor. Gerçekte olağanüstü olaylarla ilgili misiniz?

Olağanüstü olaylara bir okur olmak dışında ilgim yok. Gerek edebiyat, gerek sinema, gerekse de çizgi romanda bilimkurgu, korku, fantazya türlerinin sıkı bir takipçisi oldum hep. Birkaç kişi daha sordu bunu ama hayır bir deneyim de yaşamadım bu konularla ilgili.

Uluç Özcü'nün objektifinden Ege Görgün ve Serkan Çağrı

Uluç Özcü’nün objektifinden Ege Görgün ve Serkan Çağrı

Kitabınızın aldığı eleştiriler sizi mutlu etti mi?

Şaşırtıcı ve beklemediğim şekilde olumlu tepkiler aldım. Bu tür tepkilere hazırlıklı değildim açıkçası. Hala da övgü hak ettiğimi çok hissetmiyorum. Kitabım olması da beni öyle onore etmiyor.  Bu ülkede kitap basmak, bir gazetede köşe yazarı olmak kadar kolay.  Ben kendimi bildim bileli yazıyorum. Öykü, araştırma, eleştiri, makale, aforizma, şiirimsiler… Dolayısıyla hadi deseniz beş tane kitaplık malzeme çıkar benden. Kitabın gördüğü ilgiye gelecek olursak beklediğimden fazla ilgi gördüğü için memnunum. Daha doğrusu şaşkınım. Ancak biraz da mahcubum. İlgi gören bir kitabın daha az edisyon hatası içermesi ve daha da önemlisi daha kolay ulaşabilir olması gerekirdi.

Twitter’dan gazeteci arkadaşlarınıza kitabınıza yer vermedikleri için sitem ettiğinizi okumuştum. “Cinbaz” ı görmezden gelme nedenleri neymiş? Onlarla konuşma fırsatınız oldu mu?

Gazeteci arkadaşlardan kastım, sinema yazarlarıydı. Yoksa kitap hemen hemen bütün kitap eklerinde yer aldı. Ancak yıllardır birlikte aynı festivallere gidip, aynı basın gösterimlerine katıldığımız sinema yazarı “arkadaşlarımdan” tık gelmedi. Bazılarıyla aram iyi değil elbette, ama yüzüme gülenler de benden pek hazzetmiyormuş demek ki. Ama o zaman “boktan bir kitap” diye haber yapsalardı.

Sinema, müzik, futbol, çizgi romanlar ile ilgili yazılar yazıyorsunuz. En çok hangi konuyla ilgili yazı yazmak  size keyif  veriyor?

Tür olarak belli bir tercihim yok. Yazdığım konunun güzelliği etkiliyor beni. Bazen futbolda güzel bir konu yakalıyorum, bazen sinemada, müzikte ya da edebiyatta. Bazen bunların dışına çıkıp tarihin ya da yaşamın içinden bulduğum bir konuyu yazmak da hoş olabiliyor. Röportajlar var bir de. Ama onları da bir hikaye olarak dönüştürme eğiliminde oluyorum daha çok.

Sinema konusunda önemli bir isimsiniz. Siz Cinbaz’daki hangi öykünün sinema filmi olarak çekilmesini istersiniz?  Bu filmde kimlerin oynamasını ve filmin müziğini kimin yapmasını isterdiniz?

Önemli bir isim mi? Bırak Allah aşkına, buna Kadir İnanır bile inanmaz. Ama yine de kibarlığın için teşekkür ederim. Benim tercihim Cinbaz olurdu sanırım. Ama iki arkadaşım iki farklı öykü için aynı şeyi söyledi mesela. Biri Bruno Artık Yok’tu sanırım. Diğeri de… unuttum be ya. Ama öykülerimin hepsinin kamera önünde hayat bulabilecek türden şeyler olduğunu söyleyebilirim… Eğer bir sinema yazarı olarak bu kadarcık ukalalık yapmamı mazur görürseniz elbette.

Bu söylediğime Kadir inansa ne olur inanmasa ne olur. Siz  değil de kim önemli? Ömür Gedik’mi? Laf olsun diye konuşmuyorum.

Öyle deme “Akil Adam” kendisi isim vermeme gerek yok. Çünkü kişiler değil, onları oralara taşıyan kurumsal ve toplumsal anlayışlar önemli. Değişmesi gereken o anlayışlar. Zaman zaman eleştiri getiriyorsak isimler üstünden, bu yalnızca o anlayışa isyan etmek için, kişileri karalamak için değil.

Siz Esquire dergisinde yazıyorsunuz, röportajlar yapıyorsunuz? Sizce röportaj yapmanın en boktan en sıkıcı tarafı nedir?

Kaset çözmek tabii. (Artık dijital kayıt cihazı kullanılıyor ama adı “kaset çözmek” kalmış işte) Bazı “usta” röportajcılar bu işi stajyerlere yaptırıyorlarmış ama bu da olacak bir şey değil, o kayıttaki bir ayrıntı size manşet verebilir, o stajyer onu göremeyebilir, kayda geçiremeyebilir misal. Bence iki tür iyi röportajcı vardır. Birincisi güzel sorular sorar, ikincisi güzel anlatır. Ben ikincisindenim, daha doğrusu öyle olmaya çalışıyorum. Birinciden iyidir çünkü sizin sorunuzun güzel olması yanıtın da güzel olacağı anlamına gelmez.

Mesela severek takip ettiğiniz bir isimle röportaj yaptığınızda “Bu da iki kelimeyi bir araya getiremiyor, amma gözümüzde büyütmüşüz” dediğiniz oldu mu?

Demem sanırım, çünkü ben de konuşurken yazdığımın anca yarısı kadar olabiliyorum. Herkes iyi konuşmacı, kendini konuşarak iyi ifade etme konusunda başarılı değildir. Bir de benim şöyle bir avantajım var, karşımdakinden hoşlanmazsam bunu uygun bir dille röportaja yediririm. Yaşarken politik olmayı becerememişim, yazarken mi becereceğim. Röportaj esnasında papaz olacaksak da oluruz, o zaman oturur onu yazarım ama ne yapar ne eder benden iş bekleyen yere malzeme üretirim. Bir keresinde Fatih Akın’la röportaj yatmıştı, 8 sayfalık röportajı maille yapmak zorunda kalmıştım. Ama benim tarzım değil,  ben röportajımda o adamın nasıl konuştuğunu, sigarasını nasıl söndürdüğünü yazmalıyım, o ayrıntıları bir yere başlamalıyım, anlıyor musun… Oturup bir mektup formatı yarattım, Sevgili Fatih diye başlayıp bir mektup yazdım. Mektupta bir yandan  onunla dertleştim, bir yandan da ona sorular sordum. Unique bir şey çıktı bence ortaya. Tersninja.com’da var okursan…

Son olarak yeni kitap için çalışmalara başladınız mı?

Yayıncı bulursan, kitaplar hazır. Birkaç sinema kitabı, futbol öyküleri kitabı…  Bir de benim mikro öyküler, aforizmalar, şiirimsiler var sosyal medyada paylaştığım. Epey ilgi çekiyorlar… Onlar olabilir… Zorlasak bir öykü kitabı bile denkleştiririz…

 

Röportaj: Ali Mert Alan

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.