Cyrıl Gély: Fisyonla Parçalanan Hayatlar

Otto Hahn ve Lise Meitner. Biri kimyager, diğeri fizikçi. Bilim insanları. Birbirlerinin dostu, sırdaşı. Takım arkadaşları. İki beyin, tek vücut. Fisyonu bulup atomu parçalara ayırdılar. Aynı fisyonla kendi hayatlarını da ayırdılar. Dostluklarını kendi buluşları bitirdi.

Fransız yazar Cyrıl Gély’i tiyatro oyunlarıyla ve senaryolarıyla tanıdık. Bugün bu yazıda bugüne kadar yazdıklarından değil, yeni çıkardığı bir romandan bahsedeceğim.

“Ödül” adlı kitabı Timaş Yayınları tarafından, Esma Fethiye Güçlü’nün akıcı çevirisiyle geçtiğimiz haziran ayında basıldı. Kitabın konusu kadar güzel ve dikkat çekici kapak tasarımı Barış Şehri’ye ait.

Kitap iki bölümden oluşuyor ve sadece iki üç saatlik bir konuşmayı esas alıyor. Roman türü için dar bir zamanı ve konusu olsa da okurken insanı sıkmıyor, tartışmanın devamını merak ettiriyor. Grand Hotel’in 309 no’lu odasında yaşanan bir konuşmaya şahit oluyoruz. Kitabın ana karakterleri olan Fizikçi Lise Meitner ve Kimyager Otto Hahn ödül töreninden önce hesaplaşıyor. Yan odada ise biri daha bulunuyor: Otto’nun eşi Edith Hahn. Yan karakter olarak karşımıza çıkıyor ve ana karakterler üzerindeki etkisi aralarda hissediliyor. Yaşanan olaylar II. Dünya Savaşı sonrasındaki zaman diliminde Almanya’da yer alıyor.

Lise Meitner ve Otto Hahn 30 yılı aşkın bir süre Kaiser Wilhelm Enstitüsünde çalışırlar. Lise, bu enstitüde çalışan ilk kadın fizikçi ve matematik öğretmenidir. Kadın olarak ayakta dimdik durabilmek günümüzde bile zor iken o dönemde bir kadın olarak bilimle uğraşmak tahmin ettiğimizden daha zor olsa gerek. Otto, Lise’i korur ve güvenle birlikte çalışmalarını sağlar. Birlikte çalışmalara devam edebilmeleri için her türlü ortamı hazırlar. Birbirlerine karşı duygular hissettiklerini kitabı okurken anlasak da hiç dile getirmiyorlar. Bilim, onlar için hayatlarından ve duygularından daha da öte bir yerde.

Ondan sonra bütün keşifleri birlikte imzaladık.” Hahn her şeyin ortada olduğunu gösterir gibi kollarını açtı.

Sonuncusu hariç. Nükleer fisyon.” (sayfa 141)

Bir şeyi istediğiniz kadar erteleyin, er ya da geç yapmak zorundasınızdır. Lise ve Otto kaçışı olabildiğince ertelerler ancak vakit gelmiştir. Lise Meitner, Otto Hahn ve Edith Hahn’ın yardımlarıyla 12 Temmuz 1938 tarihinde gece yarısı Berlin’i terk etmek zorunda kalır. Üçünün de hayatı artık bambaşka boyuttadır. Otto ve Edith bu tarihi hayatları boyunca unutmayacaktır. Olaylar tam da bu noktada başlar.

Lise yaşanan olaylardan 8 yıl sonra, Otto’nun Stockholm’de ödül alacağını duyar ve hesaplaşma günü olarak bu günü seçer. Aradan geçen 8 yıla meydan okurcasına hazırlanır ve otele gider. Ortada emek hırsızlığı vardır fakat kimsenin açık açık dile getirmeye cesareti yoktur. Kelime olarak basit gözükse de gururu çok inciten bir şeydir aslında. Bu yüzden Lise’nin sinirini haksız bulabilecek biri olduğunu sanmıyorum. Neredeyse hepimiz yaşamışızdır, belki biz de fark etmeden birinin emeğini çalmışızdır…

Tek başına acı çekmemeliydi. Dostlar acıları paylaşmayacaklarsa ne işe yararlar? Lise, kendi kendine söz verdi. Hahn tören vakti gelmeden payına düşeni alacaktı. (sayfa 125)

Lise odada Otto’ya hesap sorarken ben de o odadaydım sanki. Araya girip bir şeyler söyleyesim geldi, nedensizce onları birbirlerine karşı savunmak istedim. Bu hissiyatı yaşamamda yazarın rolü büyük çünkü tasvirler çok sağlam. Odada bulunan eşyaların yerleri gözümün önündeydi. Çalan şarkılar, duvardaki tabloların isimleri, o dönemde yaşamış bilim insanlarının olaylara derinlik katması… Bu kadar ince detayları bildikten sonra ben de odadaydım artık. Onlar ayakta birbirleriyle tartışırken ben köşedeki koltukta oturuyordum.

Evet,” diye devam etti Lise tiz bir sesle, “makaleyi pekâlâ tek başıma imzalayabilirdim. Ve bence, 1918’deki protaktinyum keşfinin aksine, kadın olmama rağmen bilim dünyası beni ciddiye alabilirdi… Ama yapmadım. Doğruyu söylemek gerekirse bunu hiç düşünmedim bile. Sana güvendim. Körü körüne. Bir madalyonun iki yüzü gibiydik. İkiliydik. Ama fisyon bizi ayırdı. (sayfa 165)

Lise’in tarafında olduğumu fark ettim. Belki kararlı ve dik duruşuyla birlikte sabırla 8 yılın sonunu, ödül gününü beklemiş olmasından dolayı, belki de kadın olarak bu kadar zorluklarla baş ettikten sonra hala sağlam ve dik duruşunu bozmadan naif bir şekilde hesap sormasından dolayı. Birçok yardımı olmasına rağmen adının herhangi sıradan bir röportajda bile geçmeyişi gerçekten de kırıcı olmalı. Onca emeğe ve çalışmaya rağmen elimizde bir şey kalmasa biz de yıllarca bekleyebilir miydik? Bu kadar sakin bir şekilde hesap sormak bizi tatmin eder miydi? Yoksa kırıp dökerek, bağırarak hesap sormak daha mı kolayımıza gelirdi?

Önemli ve değerli olmasına karşın dünyada gerçekten de değeri yokmuş gibi görülen ve insanların basit ve kolay elde edilebilir olduğunu düşündüğü iki şey var: emek ve bilgi. İnsanoğlu bu iki unsura ne zaman hak ettiği ilgiyi ve değeri verir?

Otto’nun da haklı olduğu yerler vardı elbet. Lise ondan uzaktaydı, tek başına çalışmak zorunda kaldı, üzerinde yoğun bir baskı vardı, ülkesinin halini düşünüyordu, stresliydi… Nükleer fisyonun buluşu kötü şeylerin yaşanmasına yol açmıştı, atom bombası gibi tehlikeli şeylere yol açmıştı… Bu nedenler Otto’yu az da olsa tatmin edebilirdi. Lise’in kendi sorularına kendi cevapları vardı zaten ve istediği şey bu cevapların Otto’nun ağzından çıkmış haliydi. Otto’nun cevaplarından ziyade ‘haklısın’ kelimesini duymak istiyordu. Lise bu yüzden tatmin olamazdı. Lise’e göre, Otto ödüle layık değildi ve hiçbir zaman olamazdı da. Oysa Otto ödülün hayaliyle yanıp tutuşuyordu ve kendince hak ediyordu. Tartışma bu yüzden sürekli yön değiştiriyordu. Fakat tartışmanın bir sonu gelmedi. Tartışmayı en başından beri odanın bir köşesinde tiyatro izler gibi izliyordum ancak tam sonunu izleyecekken perde kapandı sanki. Kavgaya bir son verilmiş olsaydı daha güzel bir bitiş olabilirdi. Yarım kalmışlık hissi üzerimdeki büyüyü ne yazık ki bozdu. Buna rağmen sonlara yaklaştıkça karakterlerin üzerindeki kırgınlığı daha derinden hissettim. Çaresizdiler ve çözüm bulmak için artık çok geçti.

Peki neden? Bu ödül neden bu kadar kötü ve şaşırtıcı? Senden duymak istiyorum.”

Lise yüzünde bir tebessümle mırıldandı. “Nobel’i hak etmiyorsun. Başka bir ödülü de.” (sayfa 115)

İki karakter de bir buluş üzerinde hayatlarını feda ettiler. Otel odasında ne olmuş olursa olsun Otto ödülü alacaktı ve Lise de evine dönecekti. Tarih onları bir şekilde yazacaktı. Bilirsiniz, gerçek er ya da geç ortaya çıkar. İkisi arasındaki tartışma o gün bitmedi ancak bir gün bitmiş ve herkes hak ettiği yere gelmiş olacak.

Lise Meitner’in Grand Hotel’in 309 no’lu odasındaki tabloya yazdığı gibi “ Geçmişin bizim için neler sakladığını kimse bilemez”

Yazı: Berfin İnan