Tipsiz kuyu

Antoine d'Agata

Gülümsedikçe dişlerinin çirkinleştiğini düşledin mi? Hayran olduklarından kurtulmak için şişmanladın mı banyon cenazelere şeffafken? Evcillerini kucağına gelmesinler diye ölümle tehdit ettin mi?

Kısa winston’la bad trip ve muhtaç mutluluklar mezarlığına Fatiha. Çünkü evciller asla anlamaz tehditlerden. Aslında anlamazlar. Asla bana ait. Yine de aslı asladır.

Geceler karanlıkken, balkonda tur atıyor olman seni duyarlı yapar mı? Yazdıklarını pazarlayanlarla daha mı duyarsızsın? Fotoğraflara aşkla bakıyor olman aşık olduğundan mı, o anda aşkı sanmayı istemenden mi yoksa? Varsa. Sanki de andır. Aptallıklarını fark ettin, artık daha mı safsın? Ya o balkonlarda dans adımları ezberleyerek kendine pazarladığın tüm o fotoğraflar?

Hep bir paralel evren ve bizimle aşık atmayın. Çünkü aşıklar atılmaktan hiç durulmazlar. Aslında durulmazlar. Hiç öylesine. Yine de herkes en az bir paralel evrende John Travolta’dır. 

Sözsüzlük suskunluktan mı? Olması gerektiği gibi olması seçimlerle bezenmiş midir? Nafile gayretkeşlik, keşlik, piç babaların aşağıları ve evcil öldürenler fazla mı bağımsız sinemandır? Girişinde ‘dev gibi çıkmaz’ yazan sokakların sonları çok mu umutlu romantik?

d-agataBizi boşuna konuşturmayın ve Chloe. Çünkü herkesin içinde ölümcül çiçekler açar. Aslında çiçekler açar. Herkes yalan. Yine de günlerin köpüğü üzerimizden akar.

Kendini günün birinde ile ovman derini yüzer mi? Mis kokusu kadar yakın olmak yeterli midir gün geldiğinde? Islanırken kendine mi, duvara mı dönersin? Yüzün, gözün kapalıyken mi, ağzın açıkken mi hayal edersin kendi topraklarını. Biraz kır, belki de bir dağ kocaman, sürülerinden şikayet eden kuşlar, tüylü yastıklar ve hatta belki bir ev mi? Diyarın nasıl kokar? Daha da, soyluluğunun dibi kaç dakikada tutar?

Sidikli kontesle hijyen şanssızlıkları ve biz pisliği kana kana içtik. Çünkü pislikler paklanmayı sevmez ve işemeden içilmez. Aslında pislikler yalnızdır, işemek bahane ve ne mutlu ki içmek şahane. Şahane yalancıdır. Yine de her adam sidikli kontesine bir kadeh bırakır.

Muhabbet, kılık ve tanıdık yolların haritaları nerededir? Notalı gayrimenkuller ve anılarla aynı odalarda mı? Anılardan dönülenlerin az kullanılmışları mı yoksa? Neye evcilleşiyorsun, kartona mı ve kahveye mi? Belki duramıyorsun bile, eminim. Her döşeğe borçlu ve yaratıcı süzgeçler mi cevap?

Denize gidip dönen maviler ve bire indirgenen üçlükler. Çünkü onlar dışında her şey ölüm tehditsizdir. Aslında tehditsiz tüm aslalar toz içinde kalır. Aslı sana ait. Toz kurudur, kendine bile acıyamaz. Yine de toz ne biliyorsun adın gibi ve her balık son nefesinde bir Fransız öpücüğüdür.

Biriktirdin mi? Biriktireyim mi?  Biriktir. Biri de seni biriktirsin. Vahiyler de böyle der. Kendini topla, ekle kendini. Evcili tut. Düşme tipsiz kuyuya, in dipsiz.

Sanki de bak geldi vahiy: ‘Çok keyifli, inanılmaz, çok tatlı, süpeerr, çok güzel, canıım, çok iyi, çok.’

Haydi de bak sordum meleğe: ‘Elde ettiğin istediğin değilse istediğin elde ettiğindir’ dedi.  ‘Her şey her zaman her şeyden az olacak zaten’ dedim. ‘Neler olmuyor neler’ dedi. ‘Elde etmemek’ dedim, ‘olmak, ölmek ve bu keşke bir kuyu olsaydı.’ ‘Sensin tipsiz’ dedi. ‘İstemekli evcil olmaz’ deyiverdim aslında  ‘Elde edilen istediğin olsa evciller bu kadar uzun yaşamaz’ diyecektim.

Ölüm ve göz kapağı bozuklukları. Çünkü ruhun ancak böyle kaçmaz aslından. Aslı; ben, sen, o, biz, siz, onlardır. Hepsi de gelmiş, aklına oturmuşlardır. Biliyorsun, ruhun hiç durmaz. Herkes bilir de, ölür de ruhlar. Üstelik biliyorsun, sevmeden kaçamazlar. 

Fotoğraflar: Antione d’Agata

Yazı: Yiğit Ünsay