SUMMONING: TOLKIEN’IN KARA DILINDE BLACK METAL

sileniusmitschwert1

Avusturya’lı epic, atmosferik Black Metal grubu Summoning’le konuştuk.

Son albümünüz Old Mornings Dawn geçen sene yayınlandı. Tepkiler nasıldı? Daha önceki albümlerinizle sound, kayıt ve albümün taşıdığı hisler anlamında kıyasladığınızda son albüm için neler söylemek istersiniz?

Silenius: Şimdiye kadar tepkilerin hepsi çok iyiydi. Bence insanlar uzun süren sessizliğimizin ardından hala var olduğumuzu duydukları için memnunlar. Ama elbette tüm fanlarımızın hoşuna gitmemiş de olabilir. Oathbond ve Lmhsyf albümlerini sevenler biraz hayal kırıklığına uğramış görünüyor çünkü Old Mornings Dawn onların gözünde daha karanlık ve daha az epik. Minas Morgul ve Dol Guldur’u sevenlerinse son albümden daha çok etkilendiği ortada. Yine de yeni fanlar kazanmış olmak güzel bir şey.

summoning-old_mornings_dawn1

Bence Old Mornings Dawn ile Summoning daha karanlık ve dediğin gibi epikten uzaklaşarak daha atmosferik duyuluyor. Hatta Burzum’un dark ambient albümü Dauði Baldrs’ı hatırlattığını bile söyleyebilirim. Bunun nedeni belki de flüt sample’larına daha az yer vermeniz olabilir çünkü genel olarak flüt enstrümanının keskin melodileri yumuşattığını düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Bu bakış açısı klasik müzik orijinli olmakla birlikte,enstrümanlara ve oluşturduğunuz ruh haline bir anlam atfediyor musunuz merak ediyorum.

Protector: Bence albümde eskiye göre daha oldschool black metal hissi bulunmakta; bunun temel nedeni de daha farklı bir şekilde kullanılan gitarlar. Daha Arpeggio tarzında, daha derin, direkt ve kirli bir sound’da kullanılmasıyeni albümde eskiye göre black metal hissini güçlendiren şeylerden. Genel sound’da daha az reverb var ki bu da daha direkt bir albüm hissi yaratıyor. Klavye sample’ları anlamında çok fazla değiştiğimizi düşünmüyorum, belki azaltılan reverb’den dolayı daha farklı duyuluyor olabilir.

Silenius: Biz aslında tam olarak klasik müzikten ilham alan bi grup değiliz. Elbette sample olarak pek çok klasik müzik enstrümanının sound’u kullanıyoruz ama bizim onları işleyiş tarzımız klasik müzikten tamamen farklı. Örneğin biz besteleri yaparken melodik döngüleri baz alıyoruz. Aslında en başından beri yaptığımız insanların rock ve metal müzikte yaptığı gibi riff’ler yaratıp onlar tekrar etmek, tek farklılık bizim bunu klavye ve ek gitarlarla da yapıyor olmamız.

MINOLTA DIGITAL CAMERASummoning, iki müzisyenin eseri (Protector ve Silenius) bir grup ve ikinizin de başka ya projeleri var. Bu projeler de hala aktif mi?

Silenius: Kreuzweg ost hala aktif olsa da  projede yer alan diğer grup elemanı İngiltere’ye taşındı ve bu nedenle ileride aktif olarak yer alacağı henüz belli değil. Ancak seneye Summoning ile eksik kalan işler bittiğinde ben kreuzweg ost’un 4.albümü için çalışmalara başlayacağım. Ayrıca temmuzda yayınlanmış olan yeni Abigor albümündeki vokaller bana ait, bu sene yayınlanacak olan yeni Amesitgon albümünde de bazı vokallerde yer aldım.
Protector: Benim hala 4. Ice Age albümünü yayınlama planım var ama bu aralar Summoning mini cd’si ile uğraşmaktayım. Ama biter bitmez Ice Age ile ilgili çalışmaları tamamlayacağım.

Austrian Black Metal Syndicate adı altında Avusturyalı black metal gruplarının toplandığı ortak bir çatı var. Bu oluşum hala aktif mi? Arkasında yatan bir ideoloji var mı? Avusturya black metal’ini diğer black metal türlerinden ayıran şey nedir?
Silenius: Austrian Black Metal Syndicate ilk başta Avusturyalı black metal gruplarını, kaset takasçılarının, fanların buluştuğu bir bağlantı noktasıydı. Bu oluşumun var olmasının nedeni gelişen black metal hareketiyle ilgili her şeyi koordine etmekti. O zamanlar İsveç ya da Norveç gibi bu hareketin çıkış noktası ülkeler hariç diğer ülkelerdeki gibi Avusturya’da da black metal, piyasada çok yer almıyordu. Bu nedenle Avusturya’da herkesin birbirine yardım ettiği, pek çok farklı şekilde enternasyonel bir ağ kurduğu bir oluşumdu. Ama daha sonra bu oluşumun nasıl olması gerektiğine dair farklı fikirler ortaya çıktı ve birkaç yıl içinde de her şey dağıldı ve herkes kendi yoluna gitti.

Summoning, Tolkien’in eserlerini müziğe döken güçlü, epik bir müzik yapıyor. Tolkien için bugüne kadar pek çok şey söylendi; yarattığı orta dünyanın Viking mitolojisiyle olan benzerliği, 2. Dünya savaşını işlemesi ya da iyi ve kötü güçler arasındaki çekişmeyi anlatması örnekler arasında. Siz Tolkien’den ilham alan bir grup olarak eserleri hakkında ne düşünüyorsunuz ve bu etkileşim nasıl başladı?

silenius: İlk başta Summoning bir black metal grubu olarak kuruldu ve o zaman şarkı sözlerinin yönelimi çok net değildi, yıllar içinde bu yönelim gerçekleşti. Ancak yine de çıkış albümümüzde fantastik ve Tolkien etkilenimli başlıklar yer alıyordu. Asıl etkileşim Minas Morgul albümüyle başladı ve orta dünya konseptini gruba tamamen adapte etme kararı aldık. Bence bu bizim için önemli bir dönüm noktası oldu çünkü o zamandan beri Abigor’un vokalistiyim ve Summoning ile satanik lirikler içeren gruplardan daha farklı bir şey yapmak istiyorduk ve güçlü bir kimliğe ihtiyacımız vardı.

Tolkien’den başka da ilgilendiğiniz edebi eserler var mı? Takip ettiğiz spesifik yazarlar ya da başyapıt olarak kabul ettiğiniz başka eserler var mı?

Silenius: Dürüst olmak gerekirse son zamanlarda yeni fantastik edebiyat çok da ilgimi çekmiyor, ancak 90’larda pek çok modern fantezi yazarını takip ediyordum. Yine de o günden bu yana Tolkien’in yarattığı Orta Dünya kadar ayrıntılı bir dünya tasarımına erişen bir yazar bulamadım. Hatta çoğu fantastik yazarın hikayeleri Tolkien benzerlikleri taşıyor ve kurgularını bunun üzerinde temellendiriyorlar.

Oath Bound albümünde yer alan ve Ork dilinde yazılmış Mirdautas Vras parçanızın arkasındaki hikayeyi bizimle paylaşır mısınız?

Silenius: Açıkçası Oath Bound 10 yıl öncesinin çalışması ve o zamanları çok da iyi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım şey klakson bölümüne gitarları bir türlü yerleştiremediğimiz ve ardından farklı bir şey deneyerek parçaya yeni bir yön vermek istememiz.İşte o zaman aklımıza şarkı sözlerini Tolkien’in yarattığı bir dilde söylemek geldi. Tabiki kara dil içlerinden en ilgi çekici olanıydı. Greifenstein grubundan bir arkadaşımdan bu konuda bana yardım etmesini istedim. Sonuç nefes kesiciydi. Ancak bu sefer parçayı nasıl söyleyeceğimiz konusunda problemler yaşadık. Pek çok farklı telaffuz denedim ama sonunda işe yaradı ve vokallerimi ork dilinde çığlık sample’larıyla birleştirerek olabildiğince agresif duyulmasını sağladım.

Silenius1Summoning’in bir stüdyo grubu olduğunu söylüyorsunuz. Canlı şovlarla ilgilenmemenizin nedeni nedir? Bu bir tür Darkthrone’un duruşuna benzer spot ışıklarından nefret etmek ve fanlarla grup arasında cereyan eden ayinin anlamsız olduğu düşüncesi mi? Gelecekte de bu kararınız geçerli olacak mı?

Protector: Bu canlı şovlara karşı bir nefret değil, sadece biz sahneye uygun değiliz, biz bir stüdyo grubuyuz. İnsanların cd’den dinlediğinde beğendiği bir grubun neden sahnede de otomatik olarak iyi olması gerektiğini beklediğini anlamıyorum; bence bunlar iki farklı yetenek. Biri yaratıcı olmak ve albüm için iyi melodiler ve ritimler bulmak; diğeri ise önceden yaratılmış parçaları sahnede sergilemekle alakalı. İkincisi daha çok enstrüman üzerindeki yeteneklerin ve sahnede kendini sunmakla ilgili bir durum ki Summoning’de bunlar yok. Bundan başka biz mükemmel enstrüman çalan kişiler değiliz ve değerli zamanımızı eski şeyleri defalarca çalmak yerine yeni parçalar yaratmayı tercih ediyoruz.

Batı kültüründe yetişmiş bir insan olarak oryantal enstrümanlar bana oldukça heyecan verici geliyor ve zihnimde yeni fikirler oluşturuyor.

Protector İran kökenli tonbak enstrümanını çok sevdiğini söylemiş. Bu enstrümanın benzeri Türk oryantal müziğinde de kullanılır. Bu enstrümanla karşılaşmanız nasıl oldu? Oryantal müziğe karşı ilginiz var mı?

Protector: Aslında ben tonbak’ı severim ama asıl favorim darbukadır. Bir süredir bu enstrümanı çalmayı öğreniyorum ve özel olarak Türk usulü parmak tekniğine odaklandım. Bunu Türkiye’den biriyle röportaj yaptığım için söylemiyorumJ Bu inanılmaz parmak tekniğine dair izlediğim videolardan (Örneğin Levent Yıldırım) gerçekten derinden etkilendim.

Aslında buradaki insanlar ortaçağ döneminde kültürümüz üzerindeki Türk ve Arap etkisinin ne kadar büyük olduğunun farkında değiller. O zamanlar darbuka gibi enstrümanlar olağandı. Batı klasik müziğinde kullanılan kimi enstrümanlar Türk ve Arap dünyasından geliyor (zurna-shawm-obua, ud-lavta, davul-rock bass bateri). Sadece ortaçağ müziği değil, oryantal müzik de her zaman ilgimi çekmiştir. Bu nedenle davullarla her daim ilgilendiğim için de darbukayla karşılaşmam sürpriz değil. Rock bateri setindeki gibi iki elini kullanarak çalmanın imkansız olduğ,u dört parmağını birden kullanarak çalma tekniği gerçekten beni büyülüyor. Yeni sesler keşfetmeyi seviyorum. Batı kültüründe yetişmiş bir insan olarak oryantal enstrümanlar bana oldukça heyecan verici geliyor ve zihnimde yeni fikirler oluşturuyor.

26072012010Summoning grup elemanların başka işleri olduğunu ve yaşamlarını müzikten kazanmadıklarını biliyoruz. Sizce artistik yaşam ile hayatını idame ettirdiğin gündelik yaşam birbirinden ayrı mı olmalı?

Silenius: Satışlardan bir gelir elde etmek elbette güzel bir şey ancak konserlere çıkmadığımız için müzikten gelir elde etmemiz imkansız. Bunun pozitif yanı artistik yaşamımızda tamamen bağımsız olmamız. Bunun anlamı fanların önünde eğilerek onları memnun edecek şeyler yapmaya çalışıp durmak zorunda olmamamız. Gündelik yaşamda ben bir plak dükkanında çalışıyorum.
Protector: Bence beste yaparken zihinsel olarak tamamen bağımsız olmak en önemli şey. Eğer bir sonraki albüm satışlarının başarısının kiramı ödemesi durumu olsaydı, fanların bu albümü duyduklarında ne düşüneceğini bir türlü aklımdan çıkaramazdım. Ve bence bu tarz düşünceler herhangibir yaratıcılık için tam bir zehir. Gündelik yaşamda programcı olarak çalışıyorum ve yeni android uygulamalarına odaklanmaya başladım.

Melankoli benim için harekete geçmeden önceki aralıktan gizlice bakan bir his

Black metal’de sıklıkla karşımıza çıkan aşağıdaki kavramlarla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Din

Protector:  Ben katışıksız bir ateistim ve en çok yanlış anlaşılan şu satırları alıntılamak istiyorum: “kitlelerin afyonu”.  Sonradan değiştirilmiş versiyonu olan “kitleler için afyon” dan farklı olarak bu alıntının ifade ettiği şey, yaşadığımız acımasız ve soğuk bu dünyada dinler insanlara gerçek yaşamda asla bulamayacakları sıcaklık ve umudu teklif ediyor ve bu nedenle insanlar yaralarını, ruhlarını iyileştirmek için dine ihtiyaç duyuyorlar.

Bu ASLA birilerinin insanların dinini ya da sembollerini yasaklaması gerektiği anlamına gelmiyor. Bu tarz baskılar hiçbir rejimde işe yaramaz. Ne kadar çok bastırılmaya çalışılırsa buna karşı direniş o kadar fazla olur.

Örneğin benzer şekilde, metal müzik kültürü içinde yetişmiş, deri ceket giyen uzun saçlı birine, devlet ya da herhangi bir kişi hangi kıyafeti giyeceği ve nasıl davranacağını söylerse bunun nelere mal olacağını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Lucifer

Protector: Bir ateist olarak kutsal kitaplardan alıntılan figürlerin hiçbirinin benim için bir anlamı yok. Dinlerin hepsi yıllar önce, bilimin olmadığı ve dolayısıyla insanların doğayı açıklamayı bilmediği zamanlarda ortaya atılmış. Bu nedenle yıldırımdan, yağmurdan ve daha sonra merkezi bir şekilde dünyayı yönetmekten sorumlu tanrılar ve şeytanlar o zaman için anlaşılır bir şey olabilir ama modern dünya için değil.

İntihar

Protector: Herkesin ne kadar yaşayacağına karar verme hakkı olmalı. Bu tabii ki çok kötü bir ruh hali ya da bir süre sonra geçebilecek kötü bir dönem sebebiyle olmamalı elbette. Ama örneğin hiçbir tedavisi olmayan br hastalığa yakalanan bir kişinin, acısına son vermek adına kendi ölümüne karar verme hakkı olmalı.

Melankoli

Protector: Melankoli benim için harekete geçmeden önceki aralıktan gizlice bakan bir his. Zihni iyileştirmek için gerekli bir duygu. Aynı bağbozumu gibi. Tohumları toprağa ektiğin bir zaman vardır, aynı çabalarının sonucu üzümleri toplama zamanının olduğu gibi.

Mizantropi

Protector: Eğer biri çıkıp tüm insanlığın berbat olduğuna karar verdiyse bu onun düşüncesidir. Ancak mizantropi hakkındaki çoğu tartışmalar insanların arkasına gizlendiği bir maskeden ibaret. Tüm insanlardan nefret ediyorlar ancak çok sevdikleri haftasonu partilerini asla kaçırmazlar. Kendini mizantrop olarak adlandırmak aslında bireyselliğini vurgulamak istediğin, seni anlamadıkları için dünyadan ve içinde yaşayan insanlardan nefret ettiğin bir anlama geliyor. Bireysel bir kişi olarak söylemeliyim ki bununla birlikte dünyayla başa çıkmak benim için hiç problem olmadı.

Gezi Parkı protestolarını duymuşsundur. Bir tür sivil itaatsizlik örneği olan bu protestolar hakkında düşüncelerin nelerdir? Dışardan bir bakış olarak bu konuda neler söylemek istersin?

 Protector: Evet Gezi Parkı protestolarını takip ettim ve bu tip politik elitlere karşı halk direnişlerini her daim destekliyorum. Türkiye, Mısır ya da başka bir ülkede olabilir, hiç fark etmez. Ama batıdaki ana akım bakış açısından farklı olarak ben Gezi Parkı protestolarını islamiyet ile laiklik arasındaki bir anlaşmazlık olarak görmüyorum, Gezi Parkı da baskı altına alınan ve baskı altına alan arasında çıkan olağan bir anlaşmazlık. Devletin insanları dayak atması Türkiye politikasında bir ilk değil, bu AKP öncesinde de vardı,  geçmiş yıllardan bildiğimiz üzere protestoculara dayak atıp diktatörlük ilan etmek için darbe yapmak Türkiye’de bir kural gibi. Devlet bunu her zaman yapar, hangi partinin devleti yönettiğinin bir önemi yok ta ki devlet, halk direnişinin uzun süre devam edeceğinden korkmadığı sürece.

Elbette Türkiye’deki durum Avusturya’dan daha ekstrem ama pekçok yerde, örneğin Avusturya’da da daha katı bir devlet anlayışına doğru bir yönelme var. Devlet ve polis antifaşistlere daha fazla saldırmaya ve göz dağı vermek için antifaşitleri gülünç nedenlerle mahkemelik etmeye başladı. İnsanlar adaletsizlik karşısında asla susmamalı ve baskıcılara karşı sonuna kadar direnmeliler. Daha fazla insan ve daha fazla ülkeler ülke bunu yaptıkça dünya daha iyi bir yer olacak.

Filhakikat’e zaman ayırdığınıziçin teşekkürler, son sözlerinizi alabilir miyim?

Silenius: Röportaj için teşekkürler, Türkiye’deki tüm fanlarımızı buradan selamlıyoruz!

Röportaj: Zeynep Çolakoğlu