Piç Güvenlik Paketi

tumblr_mcan439i3C1rck6cbo1_500

Murphy ne der; “çocukların masumiyeti kollarının güçsüzlüğündendir.” Çok da güzel, çok da doğru der. Çocuk dediğin ilkelin önde gideni. Caninin, psikopatın alası… O kafayla, elinde gücü olsa var ya ebemizi öper…

Kar yağmış, yollar kaygan, hava buz, ekstra bir çabaya gerek olmadan da, şehir yeterince tehlikeli. Okulların tatil edilmesiyle, soğuk kış aylarının bir ritüeli olan kartopu savaşları başlamış. Çeteleşme, gruplara ayrılma hat safhada. Ağza yüze gelen kar kütlelerinin, dökülen göz yaşlarının, ıslanan götlerin haddi hesabı yok. Ama işte çocukluk, öyle doyumsuz, öyle düşüncesiz, öyle hayvanız ki, bu kadar şiddet eylemi yetmemiş, almışım kar topunu içine çakıl taşı gömerek savuruyorum düşman saflarına. Hem hızı, hem şiddeti artıyor. Vurduğu yerde gül bitiyor gül.. Bir yıl da kartopunu akşamdan buzluğa atmıştım, ertesi gün buz topu halini almıştı ama onu birine atmamıştım. O kadar da değil.

Saldırı için doğadan yardım almayıp, üzerinde silah bulundurmak mı istiyorsun? O zaman da bir metre kadar ortası delik elektrik borusu ve diktörtgen biçimde kesilmiş, cephane olmayı bekleyen kağıtlar işini görecektir. Bu oyunun legali böyle başlar. Kağıtları huni biçiminde kıvırıp, bir ucu ağza sokulmuş boruya yerleştirir, arkadaşının tam gözüne nişan alarak atarsın. Legali bile yeterince tehlikeli ama bir de kan çıkaranı var. Şunla tatmin olmayıp, o kağıtların ucuna toplu iğne ekleyerek kedinin, kuşun kıçına atılanı var. Hani belgesellerde, köpek balığını, aslanı, kaplanı takip etmek için üzerine bir verici yerleştiriyorlar ya, bu teknolojiyi küçüçük yaşlarda yakalamışız biz. Tek fark, verici eksik.

Ancak benim favorim giden bisiklet jantına sopa fırlatmak… “Neden?” derseniz hem büyük beceri istiyor, hem de sonuçları daha komik, daha yıpratıcı olabiliyor. Mahallede, akşam üzeri saatler. Arkadaşlarla kaldırıma çökülmüş. Bir iki bizle muhabbet etmek istemeyen, kraliyet mensubu gibi davranan, kızlara eskortluk eden tip de önümüzdeki yolda bisiklete binmekte. Oradan oraya geçiyorlar, oradan oraya… Nispet yapıyor pijler, yeni bisikletleri, boncuk takılmış jantları, dört melodi çalabilen kornalarıyla… Bir geçerler, beş geçerler, gözüm takılır, aklım takılır ve etrafta mızrak olarak kullanabileceğim bir sopa aramaya başlarım. Fuzuli bir iş olduğundan da bulmam çok uzun sürmez. Sopa getirilir, bisikletliler uyandırılmadan, arkada saklanır ve en bakmadıkları, yavaş geçtikleri sırada, çatıya konuşlanmış keskin bir nişancı edasıyla fırlatılır tekerleğe… O aşamadan sonra başarıya ulaşmak için sopanın tam akorlara girerek bisikleti durdurması ve kullanıcının hazırlıksızlığına göre fukara sümüğü gibi yere yapışması en beklenen sonuçtur. Bir rivayete göre bu yolla jantı kırılan, ağzı burnu dağılan kişiler olduğu söylenegelmektedir…

Tabi bizim bunları yaşadığımız yıllarda en büyük ceza bir tokat, en büyük yafta yaramazlıktı. Şimdiyse iç güvenlik yasası gereği, tecavüzle, hırsızlık ya da gaspla neredeyse bir tutulmakta. Ne diyelim verilmiş sadakamız varmış.

 Özgür Keskin