by
on
under
tagged ,
Permalink

Ölümden Sonra Yaşam

Sabahın ilk saatleri telefon alarmın çalacak. 10 dakika sonra ilk hatırlatma ve sonra ikincisi… Takriben bir iki saat sonra, önce ofisten yakın bir arkadaş, sonra müdürün arayacak.. “Nerdesin oğlum?” yazan mesajlar atılacak. Ne bahane düşüneceksin, ne kızarıp bozaracaksın… Tam tersine umurunda bile olmayacak. Herkes yırtacak kendini. Ama bu kez, rüyanın en tatlı yerinde, uyandıramayacaklar seni…

Sonra herkes işine, dünya işleyişine dönecek. Çalışandan aldıkları fikirleri, yeni bir şey bulmuş gibi patrona satan yönelticiler kendilerini dünyanın merkezi gibi hissedecek. Şoförler, sıkışan trafiğe küfredecek. Pazarcı “gel abla gel” diyecek. Kepenkler açılacak, fırınlar sıcak ekmek çıkaracak. Kurmak için onca çaba, onca emek gereken yapılar, tek vinç darbesi, tek mesaj, tek karar, tek telefonla yıkılıp, enkaz olacak… Birileri yeni güne mutlu uyanacak. Yine kahvaltı sofraları hazırlanacak, gecikenler şöyle bir ucundan tadacak. Çiçekler gönderilecek, hediyeler açılacak… Anne işe gidecek, kardeş okula… Sonra bir kaç borçlu olduğun, bir iki de borçlanmanı isteyen banka arayacak. Kapının kenarına fatura bırakılacak. Ayakkabılar giyilecek. Bazen laciverd, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binilecek. Ne yağmurlar yağacak, bastığımız, tuttuğumuz, dokunduğumuz heryerden izlerimizi silecek. Ne güneşler doğacak, kimsenin göremeyeceği teraslarda, altında yanılacak.

Saatler ilerlerken ofisten bir arkadaşın seni hatırlatacak. Önce biraz endişe, sonrasında dedikodu; “Kafasına göre gelmemeler. Aranınca açmamalar… Buna da bi haller oldu…” Sonra birinin aklına ortak tanıdıklar gelecek. Önce biri aranacak, ondan da başka birileri…Fazla değil iki üç telefonun ardından, sevgilinden konu açılacak. Sonra da konu ona açılacak; “- dün aradı mı seni? En son ne söylemişti?…”

Bu endişeli halden nasibini oturduğun yer de alacak;
“-daire 309′u bağlar mısınız?” “
“-bizde de cep telefonu var efendim, arkadaşımız çıkıp baksın.”

Sonra kapın çalacak. Şans bu ya, daha önce duymadığın zil sesini yine duyamayacaksın. Davetsiz misafir hiç beklemedin ki sen, anahtarsız kapını hiç açmadın ki…

Akşama doğru hayatından endişe edilecek. İş çıkışı bir arkadaşın güvenliğe diklenecek; “açsana be kardeşim. Açamam beyefendi… Nasıl açamam kardeşim adam kayıp… Açamam abi kuralları hiçe sayıp!..” tartışmaların sonu karakolda bitecek ve iş kamera kayıtlarına kadar gidecek; Açıkça görülüyor işte geç saatte geliyorsun. Omuzlar çökmüş, bünye yorgun. Belli ki, bu gün de anlaşılamamışsın. Belli ki bu gün de hayata zor katlanmışsın. Başka yapacak bir şey kalmayınca kıracaklar kapıyı, o ilk şoku atlatıp kaldıracaklar meftayı.

Biraz “yazık oldu” denecek, biraz “gencecikti”… Biraz “iyi çocuktu”, biraz “her şeyden kopuk”… Tabi keşkeler de olacak, çoook derin sızılar da… Yıllar böyle geçip gidecek. Eski tayfan alıntılar yapacak senden. Yine çemberler kurulacak, bazı turlar boş geçilecek. Bir kadeh doldurulacak, ancak onu kimse içmeyecek. Her ortak anı, ortak acılara dönüşecek…  Ve tabi eski sevgilin, mutluyken yeni sevgilileriyle, hep bir suçlayan göz görecek üzerinde. Eşyalarını kullananlar, seni bir fotoğrafta görenler, ince bir suçluluk ve özlem duyacak. Biraz konun açılacak, fatihayla kapanacak… Annen ağlayacak, kardeşinin hasretinden içi yanacak.

Sene iki bin kaç olmuş, hala yazları Serdar Ortaç çalınacak. Kışları yakacak… Yaz ne kadar sıcak geçtiyse, kış da o kadar soğuk olacak. Çünkü ölümünden sonraki yaşamda da dünyanın mına konacak. Tayyip ölmüş, Sarıgül başkan, Fener şampiyon olacak… Fakat Gezi hiçbir zaman avm olmayacak.

Elbette ki, play listlerde Ahmet Kaya’nın Kum Gibi’si de çalacak, Maxi Priest’in Fields’i de… Pisi pisine ölenler kadar, doğanlar da olacak. Dağdan inenler şehre gelecek, Bakırköy Beylikdüzü arası 45 dakikaya inecek ama yine yetmeyecek. Ne filimler yapılacak, anılar kaleme alınacak. Ve acılar… Ve sancılar… İlk günler, son anlar ve sonraları… Minik bebeklerin enkazlardan çıkışı mucize sayılacak, bir şehri enkaza çevirmek olağan.

Notların bulunacak, yazdıkların okunacak, anlaşılacak bazıları, taktir kazanacak. Eski bir arkadaştan ekleme talebi gelecek, inboxa mail düşecek. Günler doğacak, günler bitecek… Birlikte oturduğunuz banklara senden sonra da gidilecek. Bitirilemeyen şişeler çiçek diplerine dökülecek. Çocuklar büyüyüp, çocuk olmayı özleyecek. Öptüğün diğer kızların da aklına geleceksin elbet. Ancak kimse için çok farklı değildin. Ve istedikleri için istemeden çok değiştin. Şimdi istesen de, isteseler de değişemezsin…

Bir gün annen ölecek, yanına gömülecek. İşte o an bir huzur hissedeceksin. Doya doya sarılmadığın, yanına uzanıp yatmadığın, “bi sesini duymak istedim” deyip aramadığın insana kavuşacaksın. Onu böyle acılarla, suçlulukla, pişmanlıkla bıraktığın için çok kızmıştın kendine, üzülmüş ve mahcuptun. Karne günleri gibi, yeni ayakkabıyla yapılmış maçın ertesi gibi, odandan çıkartamadığın sigara kokusu gibi, başına iş açacak serseri arkadaşlar gibi mahcuptun…

“-neden be oğlum? Neden yaptın..”
“-tüm gün onu düşündüm ve akşam yanına gittim. Sinirlendi beni görünce, dinlemek istemedi. Bir taksiye atlayıp aceleyle çekti gitti. Gece aradım, açmadı. Umudum bitmişti ve içkim çok az kalmıştı. Ve radyoda Nilüfer çıkmıştı. Aynı anda o da “artık karşılaşmak istemiyorum” diye mesaj atmıştı. Ev dağınıktı ve karanlık. Ketıl kısa devre yapmış şartel atmıştı. Akşam haberlerinden aklımda bir çocuğun ölümü kalmıştı… Nihayetinde olacak olan buydu, sadece biraz erken oldu…

Ölümden sonra yaşam devam edecek.
Ve düşündüğün kadar çok kişi yokluğunu fark etmeyecek.
Bir ders vermek istediklerin o derse hiç gelmeyecek.
Seni önce her gün gördüklerin unutacak.
Sonra, uzun süredir aramak isteyip aramayanlar.
En sonunda da ihtiyaç duyduğun anda, yanında olmayanlar…

 Özgür Keskin