Mutluluğun resmi

filhakikat-mutluluğun resmiAlım gücünün, duygu ambalajına sarılı hali mutluluk. Vitrinlerde gördüğün, sana kendini özel hissettireceği yanılgısına düştüğün tüm o şeylere sahip olma oranına paralel artan bir haz. Aşk, güzellik, yakışıklılık, sağlık, yetenek, talih, şans gibi değişkenlerin  aslında bu duyguya hiç bir etkisi yok. Onlar sadece, elindekini yitirdiğin anlarda, mutsuzluğun piyasalardaki artışında rol oynuyor. Misal, sağlıklı olduğumuz halde, mutlu olmamak için binlerce neden varken, ciddi rahatsızlıkları geçtim, dişin ağrısa, mutluluğa giden yolda derdimizin devası hariç tüm etmenler anlamını yitiriyor. Ya da beş parasız gezerken girmek için yırtındığımız, beş yıl sonra da kendimizi yine orada gördüğümüz  işin ikinci ayında, müdürler göt, çalışma arkadaşları tembel, yemekler tuzsuz olabiliyor…

Alım gücün olanakları arttırır. Olanaklar, seçenekleri… Ve skalan ne kadar genişse, mutluluk nedenlerin de o kadar çeşitlilik kazanır. Zengin ailelerin alkolik oğulları ya da orospuluğa gönül vermiş kızları gibi şişirme örnekler, medya tarafından biz zavallıların motivasyonunu arttırmak için ön plana çıkardığı hikayeler sadece. Bunları gözümüze sokarak, “mühim olan seçeneklerin çokluğu değil,  doğruluğu” olduğunu düşünelim isterler. Sonra da yeni trendleri  on iki taksitle, “söz ettiğimiz şey tam olarak bu” diyerek, elimize verirler.

Ben de sana, mutluluğun resmini yapamam ama formülünü yazarım Abidin;  Sahip Olabildiklerin – Olmak istediklerin

Sonuç negatif çıktıysa dur hemen telaş yapma. Aradaki farkı kapatıp, mutlu sona ulaşmanın çok ucuz, maliyetsiz ve epey kestirme bir yolunu biliyorum, siz ona “aşk” diyorsunuz. Ve belki de sırf bu cezbedici özellikleri nedeniyle, olmadığını bile bile sürekli varmış da, bulamamış gibi yapıyoruz. İnanmak istiyoruz çünkü, hayatı çekilesi,  acıyı tadılası,  yolları gidilesi, dudakları öpülesi yapan o sihrin, aşk kavanozunun kapağı altında saklı olduğuna.  Adeta  ”Var mısın ? Yok musun ?” yarışması misali başlıyor sevda serüvenlerimiz. Herkes kutusundan büyük  çıkmasını uman yarışmacı ruh haliyle oturuyor sandalyede. Bin bir ümit, bin bir hayal, bin bir dilek… Başlarda her şey normal. Sonra bu olumlu duyguların yerini pişmanlıklar almaya başlıyor; “ahh onu söylemeseydim, şunu  söyleseydim” lerle bünyeye dolan kaybetme duygusu, eldekinden de olma korkusu, Hamdi Bey’in son teklifiyle, evlere döndürüyor bizi. Genelde umduklarımızı değil, bulduklarımızı alarak.

Çünkü biz aşkı hep öpüp uyandırabileceğimiz bir prenses, hayatlarımızı da “sonsuza dek mutlu yaşadılar” şeklinde sonlanan hikayeler gibi hayal ediyoruz.  O ise, uykusunu almış, cin gibi bakan gözlerle, geleceği hakkında endişe eden bir şekilde çıkıyor, her buluşmada karşımıza…

Özgür Keskin