KÖKENLERE DÖNÜŞ: BLOODY ROOTS

filhakikat_kokenlere-donus-bloody-roots

Bir fazla biletim ve bir gecem vardı. Bir arkadaşım nişanlısına söz vermişti, diğer ikisinin de aile yemeği vardı ve bir diğeri de fazla mesaiye kalmıştı.

Sonuçta tek başıma gidecek ve hemen geri dönecektim, zira benim de ailevi sorumluluklarım mevcuttu. Roots’un 20. Yıl konseri hakikaten zamanın geçişini işaretliyordu: Cavalera Biraderler barışmıştı, Cavalera Conspiracy olarak yeni albümler yayınlasalar da Sepultura’nın isminden olmuşlardı. Bizler ise meşguldük; ancak bazen metalcilik bir taşın altından fırlayıveriyordu.

Daha tünelden belli ediyordu kendini metalciler. Saçlar dökülmüş olsa top sakallar, tişört ve küpeler duruyordu. Aklıma Batacalan geldi: Bir sonraki hedef niye biz olmayalım diye düşündüm, ergenler de olacaktı konserde, üniversite öğrencileri de, 50’lerini görenler de. Modern ve seküler bir kitle, oy dağılımları belli. Eagles of Death Metal kitlesine göre daha karanlık, daha asabi ve müzik zevki daha radikal bir kitle. Başa gelen çekilir dedim, tüneli tırmandım.

Tünel Meydanı’na çıkınca içime bir coşku geldi: İstiklal’e çok uğramıyordum artık, uğrayınca da tat vermiyordu, eski havası yoktu. Dükkanlar değişmişti, havası değişmişti, farklı bir kitle geliyordu Taksim’e. Gene de İstiklal’de bir Cumartesi havası vardı. Karnımın hafifçe acıktığını hissettim, konserde yemek şansım olmaz diye düşünüp Çiçek Pasajı tarafa yöneldim.

Konser alanını bulunca olası bir saldırıda nereye gidebilirim diye ufak çaplı bir arazi analizi yaptım. Durum pek parlak görünmüyordu, bir an evvel içeri geçeyim dedim. Güvenlikler üstümü ararken, ben de onları inceliyordum: Bir saldırı anında bir süreliğine olsun direnebilirler miydi? Bıyıkları ve takım elbiseleri ziyadesiyle maskülendi ama ben Allah’a emanet olduğumuzu hissediyordum.

Arkadaşlarla karşılaşmam endişelerimi unutmama vesile oldu. Bir yandan konserden önce çalan şarkılara kulak kabarttım: Hardcore ve nu-metal daha yoğundu, bense daha çok thrash ve heavy metal klasikleri duymayı umardım. Çok sürmeden de konser başladı. Max, the Throat, gırtlağın ta kendisi, sahnedeydi. Max, Igor ve Roots bir arada: Üzgünüm Andreas, Sepultura’nın adı sende olabilir ama ruhu burada.

Roots’un klasiklerini bir bir çalıyorlardı. Her notada gençliğim geri geliyor ve tekrar ellerimden kayıp gidiyordu. Gene de, zamanın geçişi katlanılır bir şey olmuştu. Max’ın ceketinde anarşi işareti vardı ve Goatwhore’ü tavsiye ediyordu bizlere. Igor ise tişörtüyle Black Sabbath’ın ilk albümlerini övmeyi tercih etmişti. Max, konserin ortasında Igor’u onurlandırmayı unutmadı. Seyirciden de beklentisi büyüktü, bana sorarsanız seyirci de onu hayal kırıklığına uğratmadı. Mekan basık bir hissiyat verse de dev circle pit döndü, dev şiddet oldu.

Roots’un bitişine eski albümlerden de ufak tefek bir şey mırıldandılar. Hakikaten böyle diyebiliriz, bir iki melodi verip daha da eskileri yad ettiler. Konserde Celtic Frost’tan “Procreation of the Wicked”ı çalmaları da güzel bir coşku oldu. Ayrıca sürpriz mahiyetinde “Ace of Spades” çalıp sevgili büyüğümüzü andılar.

Hepimizin bir bekleyeni varmışçasına konser 21.40’da bitti ve ben de vakitlice eve döndüm. Ailevi sorumlulukları yerine getirmenin kıvancını yaşıyordum. Toplu taşımada sıkılmamak namına telefona bir bakayım dedim. Aleyna Tilki’nin Diyarbakır konserine saldırı olmuştu. İçimde buz gibi bir rüzgar esti. Birkaç gün sonra bunun konsere alınamayan bir grup ergenin işi olduğunu öğrenince daha da garip hislere gark oldum. Öfke büyüyordu: Ya kendinden daha büyük ve yaratıcı bir güce dönüşüp dünyayı değiştirecekti ya da her şeye kayıtsızca saldıracaktı. Sepultura, Chaos AD ve Roots’la öfkeyi daha büyük bir şeye çevirmeyi arzulayanların ilham perisi olagelmişti: Peki bugüne nasıl katlanacaktık?

Musa Acar