KAYBOLAN YILLARIMI GERİ VERMESİNLER ASLA!

BİTİŞİK KELİMELER

 

pot of gold, utku atalayŞimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, katlayıp koltuğumun altınamı koyacağım bunu, diye sorarım. Ne işim var kaybolan yıllarla? Kayıp eşya bürosu muyum ben?

Kaybolan hiçbir şeyi sevmem. Kaybolma ihtimali olanları severim, o ayrı. Zaten kaybolma ihtimali olmayanlar  en çabuk kaybolanlardır. Buna kesinlikle “hayatın cilvesi” diyemeyiz. Hayat cilveleşmez insanla. Vurup kaçar.

Şiir bir duyarlık biçiminin, insane özün damıtılmış hali olduğu için, bu vur-kaç tekniğinden en fazla etkilenen yazın biçimidir. Yazın biçimi dediğim lafın gelişi. Yoksa şiir hem söz, hem ses, hem de görüntünün bir arada olduğu bir sanatdalıdır.  Edebiyattan çok  da plastic sanatların bir dalıdır. Peki, cilveleşmeyi bilmeyen bu kabasaba kavramla, sadece vurup kaçmayı becerebilen bu “küt” oluşumla, yani “hayat”la şiirin bağı niye koptu/kopacak diye düşündüğümüzde, farkındaysanız cevap vermemize bile gerek kalmıyor. Soru, cevabı içinde barındırıyor zaten. Ölümcül cevabı!

Nice zamandır şiir yazasım yok. Ne zaman şiir yazmaya kalksam, görünmez bir el tutup alıyor elimden kalemi. Masanın en varoş kenarına bırakıyor. Haydi, diyor bana, haydi, dışarıda hayat seni bekliyor. Mecbur tası tarağı toplayıp çıkıyorum sokağa. Çünkü fizikten az çok anlayanlar bile bilir; çöpün kaldırma kuvveti, suyun kaldırma kuvvetinden fazladır.

Eskiden, kim bilir kaç evin kütüphanesinde benim şiir kitabım vardır, diye düşünürdüm. Hassas bir düşünce bu; çünkü şiir kitabı dediğin şey, yaşayan bir organizmadır. Şair, kitaplarıyla sızar evlere. O kitaplar rafta durduğu gibi durmaz.  Seyreder sizi. Kavgalarınıza tanık olur, sevişirken çıkardığınız sesleri dinler, hüzünlerinizi paylaşır iyi kötü. Çıplakken de görür sizi. Hem de defalarca… O yüzden kimse yalan söyleyemez size. Bilirsiniz, içini dışını bilirsiniz herkesin!

Peki şimdi ne değişti, diyeceksiniz.Temelde bir şey değişmedi aslında. Kurulup oturduğunuz kütüphane sayısında bir azalma olmuştur belki. Yani raf ömrü değil de, raf sayısı görece azalmıştır ama olsun. Asıl sorun, çöpün çoğalması.O kadar çok kalem pil, kitch biblo, değersiz CD, o kadar çok light süt kutusu, cips poşeti var ki ortalıkta, şiir kitabının dikkati dağılıyor. O kadar çok cep telefonu mesajı geliyor, o kadar saçma program günde 24 saat aralıksız yayın yapıyor ki arada bir olsun kapatmayıdüşünemediğiniz televizyonlarınızdan, şiir kitabının merakla izleyeceği, içine sızacağı bir hayatınız kalmıyor. O yüzden durmak istemiyor artık o tozlu kitaplığınızda. Yırtılıp atılmak istiyor.

Yıllar önce, bir Edip Cansever etkinliğinde yaptığım konuşmaya “Edip Cansever’I okumamış hiç bir kadınla yatmadım,” diye başlamıştım söze. Züğürt tesellisi işte! Şimdi aynı cümleyi kuracak bir babayiğit var mı peki? Avucunuzu yalarsınız. Edip Cansever okumayan bir kadınla yatmam diye inat edin, mecazi anlamda değil, kelimenin gerçek anlamıyla hayat boyu avucunuzu yalarsınız! Değişen bu işte…

Az buz bir değişiklikten söz etmiyorum farkındaysanız. Hayatın topyekün, baştan aşağı değiştiği anlamına geliyor bu. Şimdilerde, hayatı boyunca whatsApp’tan “smile”  işareti göndermemiş biriyle yatma ihtimaliniz yok. Söyledim ya, çöpün kaldırma kuvveti suyunkinden fazladır. Çok fazla!

Ne farkeder ki, diyeceksiniz. Önemli olan birlikte olduğunuz kişinin ne okuduğu değildir. Boyu, posu, saç rengi, gözrengi, belçevresi, vücut kütle endeksidir aslolan… Yanılıyorsunuz. Mesela, Edip Cansever okuyan birinin sadece kişiliği değil, fiziksel özellikleri bile derinlemesine gelişir. Smile işareti gönderenlerin ise enine. Ve unutmamak gerekir ki, enin boya oranı hiçbir formülde eşit değildir. Bacak boyuydu, göz rengiydi, nafile!

Şiir kitabı yaşayan bir organizmadır dedim ya; eskidendi o. Artık şiir kitabı can çekişen birorganizmadır olsa olsa.

Kaybolan yıllara gelince… Ne bileyim ya, kaybolmuştur işte, o kadar!

 

Yazı: Altay Öktem

Foto 1:Utku Atalay