İsyanoğlu

anarchist...

Her şeyden sıkılıyoruz, en başta birbirimizden. Kullanılan telefon, bir kere giyilen kıyafetten… Uzunluktan sıkılıyoruz ve yavaşlıktan… Zaman kaybetmeye tahammülümüz yok. Herkesin bir an önce eve gidip, dizi, yarışma ya da maç izlemesi lazım. Her akşam ev tipi hücrelerde, aynı çatı altında, ayrı odalarda, aynı odadaysak da birbirimiz yerine, birbirimizden gizlediğimiz avuçlarımızdaki ekranlara bakarak, bambaşka hayatlar yaşıyoruz.

İnsanları yakınlaştırmak adına üretilmiş ne kadar iletişim aracı varsa, aslında aramızı açıyor. Artık aynı etkinliğe giden beş arkadaş, o etkinlikte geçen anları birbirleriyle arttırmak yerine hiç tanımadıkları takipçilerle paylaşmayı tercih ediyor. Kitle imha silahlarına karşı duran insan, onların duygu ve düşünceler üzerindeki bölücü etkisine tepki amacıyla meydanlara çıkarken, kitle ikna silahlarının yayılmasına yardım ve yataklık ediyor. Tiryakilik öyle arttı ki, insan insanı uc uca ekliyor…

Hayatın kendisi  pratikte de, teoride olduğu gibi günden güne kaosa dönüşüyor. Biz yapılan ufak tefek oynamaların, bir tercihin, bir seçimin, dördüncü yanlış ya da fazladan bir doğrunun bile gelecekte büyük değişikliklere yol açmasından ürkerken, kararımız olmayan onlarca başka insanın paldır küldür aldıkları kararlarla her yeni güne nasıl başlayacağımız tayin ediliyor. Belki de bu nedenle günden güne daha umutsuz uyanılıyor. Daha fakir, daha esir, daha kısıtlı, daha bi terk, daha bi tayyip ve tahrip edilmiş…

Bütün bu siyasi zırvalar, kanunlar, koşullar, ahlaki kısıtlar, kültürel farklar, üzerine bir de sırf daha çok sevişebilmeyi meşru kılmak için kurulan bütün o ota boka birliktelikler, bütün o “yeni bir sayfa açıyorum” heveslerini kursakta bırakan sonlar… Trendler, kılıklar, kıyafetler, değişen sanat, dönüşen toplum her gün daha fazla harcanan emek, her gün biraz daha körelen ruh ve akıl da cabası.

Tabi bir de para uğruna  acı çeken onca insanın varlığı malumu ilam niteliğinde. Aynı uğurda yok edilen koca bir dünya… Yüzyıllardır bombadan ve uyuşturucudan daha kalıcı eser verememiş kimya. Ve elbette ki o bitmek bilmeyen, zaten bitsin de istenmeyen tüketim hali.

Peki biz, birbirinden farklı onca algı ve aklın bu kadar az bir araya gelebildiği bir çağda, alınan kararların doğruluğundan nasıl şüphe etmiyoruz? Nasıl fark etmiyoruz, aslında insanı hayatta tutan şeyin dünyadan alabileceklerinden çok, dünyanın ondan almak istedikleri olduğunu.

Sömürü politikaları ve üzerimizde koca koca gölgeleriyle her daim güneşimizi kesip yerine suni aydınlatmalar takan sistemlerce kurulmuş, ışıklı, büyülü, sesli, renkli koca bir casino içerisindeyiz. Hayat bir oyun sahnesi değil yani oyun masası. Oyunculuğundan ziyade, talihine güvenen kumarbazlar olarak yaşıyoruz hayatı ve sonunda hep kasa kazanıyor, düşten tırnaktan arttırılıp, ortaya koyulanı.

Yazı: Özgür Keskin