Hades’in kapısında

27d6569fe0a9580b1ff4fa8a5543997d

Onu ilk gördüğüm anda kaderim olduğunu anlamıştım. Bu, bana ara ara gelen bir duygudur, lisede de, üniversitede de zaman zaman bu duyguyla karşılaştım, aşık olup, aynı zamanda kendime aşık ederek başıma bela edeceğim kadınları dakikasında anlardım, onlarınsa uzun zaman haberi olmayabilirdi bundan, hattı bazıları yıllar sonra kaderlerine boyun eğdikleri noktada bu konuda tamamen cahildiler. Bayii toplantısında onu gördüğümde kaderlerimden biri olduğunu hemen anlamıştım, oysa o ara başka bir sorumlu ile flört ediyor, seksi bulduğum bir başkasını ise baştan çıkarmanın hesaplarını yapıyordum, onu gördüğüm anda, mesela saçlarının kıvrımlarından, ya da konuşma tarzından, biliyordum, bir mecburiyet gibi yapışacaktık birbirimize. Hiç gösterişli değildi, flördiyöz de sayılmazdı, işine gücüne kendini fazlaca kaptırmış kadınların pratik havası sinmişti üzerine. Gene de, beni cezbeden garip bir solgunluk vardı üzerinde, kırılgan, iyilik dolu ve bir miktar da çaresiz olduğu sıfatından taşıyordu. Uzun zaman doğru dürüst sohbet bile etmedik, ben bu kaderi unutmuştum nerdeyse, sonra ne oldu da aynı ortamlarda bulunmaya başladık hatırlamıyorum, bir kere havaalanına bıraktı beni, bir kere otele, arabası vardı, iyi bir insan olduğu için içi dışı birdi, ben de görece mahrem meselelere ihtiyatlı ve samimi bir biçimde eğilmekten çekinmediğim için hakkında bir sürü bilgi edindim, o konuştukça bana şairane laflar, şaşırtıcı sözler etme ve onun muhtemelen duymaya pek alışkın olmadığı espriler yapma fırsatı doğdu, ritmi düşük ve alçakgönüllü dünyasında pek kimse bu lafları etmediğinden, ya da edenler olduğunda da muhtemelen benim kadar incelikli görünmediğinden, çekim alanına kapıldığını hissettim. Kadınların eski alışkanlıkları: Bir gün bir arkadaşı ona “aa, makyaj yapmışsın” deyiverdi. Kolyesini değiştirmişti, saçları bir başka salınıyordu, ürktüm, geliyordu, dalga dalga.

Bu sefer korkuyordum, yaşım ilerlemişti. Bir gün, bir kuytulukta onu öptüm ve ona artık bir anımız olduğunu, birbirimizi sonsuza kadar hatırlayabileceğimizi, ancak onunla birlikte olmak istemediğimi söyledim. “En azından bunu açık açık konuştuk” dedi, “belirsizlik çok daha kötü”. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda, onun o beyazlığının nedeninin asla onu terk etmeyecek bir üzüntüden kaynakladığını anladım. Bütün neşesine ve işine gücüne rağmen, gözleri parlamamaya, sesi coşkuyla titrememeye mahkumdu. Ruhu bir tür sarılık geçiriyordu, üzgün, çok üzgün bir papatyaydı o, sakindi, sadeydi, kendince güzeldi, ama aslında çok çok eskiden bir kere ölmüş ve bir daha tam anlamıyla dirilememişti. Ben de bu sefer bunu yapmak istemiyordum. Bir ölünün peşine takılıp yeraltına ya da ruhlar alemine gitmek, varlığın bana kendini göstermeyen veçhesiyle hemhal olmak arzusuyla beni hırpalayacak bir yola girmek istemiyordum. Ondan kaçmamın nedeni buydu, sonradan öğrenip tutunmaya çalıştığı neşesi ve heveslerine rağmen, bu soluk kızın götürebileceği tek yer, beni kışkırtan, ama artık birinci tekil şahıs olarak gitmek istemeyeceğim ruhlar alemiydi, Hades’ti. Artık düz, alelalede ve yüzeysel bir şey olmak istiyordum, beni neredeyse benden eden bu merakı, sinemalarda, sanat galerilerinde, romanlarda ve diğer uygun çevrelerde doyurmak istiyordum. Güzel kız, diye düşündüm, sana ne oldu böyle, ona bir kereliğine derinlemesine sarılırsam, onunla sonuna kadar gitmekten, onun benle sonuna kadar gitmesinden, sonuçta onun kalbinin kırılmasından benim de suçlulukla boğuşmamdan başka şans kalmayacaktı. Bunu defalarca yapmıştım ve bunu yaşadıklarımla artık başka türlü bir temasın ihtimali yoktu; ama bu sefer onunla, göz göre göre, her şey bu kadar ortadayken, bunu yaşamayacaktım, hayır. Hoşça kal, dedim, içimden, seni hiç unutmayacağım, çünkü imkansıza direnmek, imkansıza sırtını dönüp aynı şeylerin vuku bulmasına izin vermemek, erdemlerin en büyüklerinden biri. Meraklarımı başka alanlara saklamak istiyorum ve şu oynak hatunu baştan çıkarabilir miyim, veri toplamaya gidiyorum, hoşça kal, beni hiç unutma.

Musa Acar