Güneş ters köşe

filhakikat-güneş ters köşe

Son iklim değişiklikleriyle beraber, yani bütün mevsimlerin iç içe geçmesinin sonucunda, İstanbul hep beklediğin şeyi en istemediğin zamanda bulmanın trajik bir metaforu gibi olmuştu. Montumu, kazağımı, kaşkolumu falan, bir haftadır takip ettiğim hava deneyimlerine dayanarak yanıma almış, ancak cayır cayır yakan bir güneşin alnında kalıvermiştim: Deniz kenarında tişörtle oturuyordum. Güneş, çantamdaki yüktü; bu mevsimde dostluk göstermesinin bir bedeli vardı.

Birden yanımda o belirdi, tabii kulaklarıma kadar şaşırmıştım, yine de hiç beklemediğim bir sakinlikle çıktı ağzımdan sözler:

“Hoşgeldin. Ben de seni bekliyordum.”

İnandığını gözlerinde gördüm; ama o bana rol yaptığımı biliyor gibi görünmek istiyordu:

“Şimdi de müneccimliğe mi başladın?”

Onu heyecanlandıracak sözler hakimiyetim altındaydı:

“Yalnızca konu sen olduğunda.”

Gene de itiraf etmeliyim, beni hatırlatan kolyeyi taktığını söyleyince, korktum. Ondan mı, kendimden mi, bilemiyorum.

Sonra ortaya çıktı ki gerçekten de yardımıma ihtiyacı vardı. Patronuyla sorunlar, ara ara beliren boşanma fikirleri sonucunda beliren mülklerin ne kadarı kime kalır sorusu, stres… İş durumuyla ilgili mevzuatı özetledim, patronla başa çıkma stratejileri önerdim, danışabileceği bir boşanma avukatının numarasını verdim, stres için de en son edindiğim bilgilerden yola çıkarak birtakım tavsiyelerde bulundum. Sonra eskileri çekiştirdik, tanıdıkları, kaybettiğimiz arkadaşları ve bir kısım maziyi. Sonuçta, bana her zamankinden daha kızgındı, bense ölesiye alışmıştım.

Onu işyerinin oraya bıraktım. Gözlerini kaçırdı, profilini döndü, “bir daha hiç öpüşmeyeceğiz” dedi. “Güzel olan da bu ya” dedim, lisede bana Şekspir derlerdi, üniversitede ne dediklerini bilmek istemezsiniz. Vedalaştık.

Ertesi gün, iş seyahatine gidecek, memlekete de uğrayacaktım. Akıllı, muhabbetşinas, tatlı; ancak bir o kadar utangaç ve kayıp bir çocuk hissi uyandıran yeğenimi sevmek için ideal bir fırsat olacaktı. Bayram zamanı uğramayan bir amca olarak, eve garip bir hissi, bir tür zamansızlığı getirecek olsam da, çocukla uzun uzun ilgilenerek ev ahalisinin yükünü birkaç günlüğüne de olsa hafifletiyor olduğumdan sevilen bir misafirdim. Tabii ki ziyaretimin sonunda yeğenime 2 hafta pazar parası yapılacak bir harçlık veriyordum – hediyeleri demiyorum bile. Yeğenimin boyu uzamıştı, fotoğraflarından görmüştüm, uzun yıllar böyle devam edecekti bu, boyu uzayacaktı, dillenecekti, tatlı bir çocuk olacak, dersleri ne olursa olsun pekiyilerle dolu bir karne getirecekti. Sonra da birdenbire ergenliğe girip hepimizi öttürecekti, ben de rüzgardan payımı alacaktım.

Geri döndüm, işler iyi gidiyordu. Adım giderek duyuluyordu, ama riskleri bertaraf edecek kadar değil, çok çalışmak gerekiyordu. Onunla karşılaştığım çay bahçesine tekrar gittiğimde güneş güvenilir değildi artık. Bir martının yanım sıra dolaşıp gözümün içine bakmasından rahatsız olup Taksim’e çıkmaya karar verdim.

Taksim’de bir yerlere kedi sidiği, bir yerlereyse biber gazı kokusu saklanmış gibiydi, İstiklal’de yürürken ikisi de aniden burnuna yapışıveriyordu insanın. Gece hızlı hızlı içtiğim biralar yüzünden midem yanıyordu. Bir çaycıya oturayım dedim. Arada üzülür gibi oluyordum, bir şey yapmadan durduğumda komik görünüyorum gibi düşündüğümden arada defterime bir şeyler yazıyordum. Sigarayı bırakmış, elime kalemi almıştım, aptalca şarkı sözlerini alt alta değil de yan yana yazınca neye benzediklerini görmek en büyük ebedi yaratımım ve eğlencemdi:

Karabiberim vur kadehlere hadifilhakikat-güneş ters köşe2

İçelim içelim her gece

Ritmi ve vurguları değişince her şarkı sanki hüzünlü bir şeye dönüşüyordu, mesela Tanju Okan’ın şarkıları gibi, kalender, efkarlı, tahripkar oluyorlardı.

İçime bir sakinlik çöktü birden, karamsar olacak bir şey yoktu. Sadece bir şeyler yapmaya başlamalıydım, ama ne yapacağımı bilmiyordum. Olsun, düşünürüm, düşünüp yapacak, yapabilecek bir şeyler, bulmak, bulurum. Yapmadığım bir şey değil, yapamayacağım bir şey değil. Sakinlik dalgası içime yayılırken, şu notları aldığımı fark ettim.

Görmek istersen denizi

Yukarıya çevir yüzü

Deniz gibidir gökyüzü.

 

 Musa Acar