Enver Ercan: Elektronik ortam basılı kağıdın işini bitirecek

e.ercan 

Doğu’yla Batı arasına sıkışmış ve futbolundan sanatına her alanda bu medcezirin sancısını yaşayan topraklarda edebiyat en şanslı ve aynı zamanda en şanssız nokta oluyor. Üretilecek çok şey var fakat süreklilik ve dayanıklılık bir o kadar güç! Bunun üzerine bir de sosyal medyanın gittikçe büyümesi ve sanallığın gerçeklikle yer değiştirmeye başlayışı eklenince keskin manevralar elzem oluyor bazan.

80. yaşına giren Varlık dergisi de Enver Ercan öncülüğünde büyük bir adımın ilk kertelerinde; dergi arşivi elektronik ortamda okuyucularına açılıyor. Bu, ilk bakışta kolay görünse de hayli emek, cesaret ve kuvvet isteyen bir açılım. Ayrıca edebiyatın en büyük kalesi Varlık, bu hamlesiyle diğer dergilerden fanzinlere kadar birçok oluşuma mühim bir örnek teşkil edecek.

Enver Ercan’a hem bu açılımın altmetinlerini hem de Varlık’ın 80 yıllık gençlik sırlarını sormak istedim. Yoğun temposunda beni kırmayıp sorularımı yanıtladı. Fakat sanırım bu kez bu röportaj sadece edebiyat tarihçilerine değil sosyal medya uzmanlarına da referans niteliğinde olacak…

80. yaşına giren Varlık için belki de en mühim soru; ülkemizde bir edebiyat dergisi bunca zaman nasıl ayakta ve hep güçlü kalabildi?

Yaşar Nabi Nayır’ın ve kızı Filiz Nayır Deniztekin’in kararlılığı sayesinde. Filiz Hanım’la 24 yıldır birlikte çalışıyoruz.  Derginin eskimemesi için birlikte elimizden geleni yaptık. Yeni açılımlara her zaman destek verdi. Böyle olunca da dergi hep genç kaldı. Gücü buradan geliyor.

enver ercan (Foto mahmut turgut)

“boş oturunca canım sıkılıyor”

Varlık, varoluşundan bu yana Türk toplumunu da belirli ölçüde biçimlendiren bir dergi oldu. Fakat daha büyük kitlelere açılmak için özel çabalara girmedi. Neden?

Bir edebiyat dergisi kitleler için değil, okurlar için çıkar. Dünyanın her yerinde böyledir. Halk hareketlerinin, edebiyattan özellikle de şiirden hız aldığı dönemler hariç tabii.  Elbette okur denilen, Paz’ın deyimiyle “o uçsuz bucaksız azınlığı” çoğaltmak için elinden geleni yapar. Dijital çağda basılı bir edebiyat dergisinin hâlâ hatırı sayılır okuru varsa toplumsal işlevini yerine getiriyor demektir.

İnternet ve beraberinde getirdiği mecraların edebiyatımıza ve yaratma kaygısı güden bireylere yansıması sizce nasıl oluyor? Bu bir bereket mi yoksa kaos mu?

Elbette bereket. Dünyanın en büyük sanal kitapçısı Amazon’da e-kitap satışlarının basılı kitabı geçtiğine ilişkin bir haber okudum geçenlerde. Böyle olması da gerekir. Teknolojik gelişmeler hangi hızda olursa olsun, “yaratıcı” yazar onu kullanmasını, hatta kontrolü altına almasını bilir.

Bir röportajda motivasyonunuzun kaynağıyla ilgili “boş oturunca canım sıkılıyor” diyorsunuz. Bu çerçeveden bakınca, “üretken insanın” eylem sorumluluğu da var mı sizce?

Zaten can sıkıntımın temel kaygısı bu: Bir şeyler üretmeden duramamak. Bu biraz da meşrep meselesi. Meşrebimi bilenler, sağolsunlar, onlar da  boş bırakmıyorlar mutlaka farklı projelerle gelip  heyecanladırıyorlar. Hemen yeni bir işe koyuluyoruz!

Varlık arşivlerinin elektronik ortamda paylaşıma açılmasına nasıl ve niye karar verdiniz? Dijital ortamda başka adımlarınız olacak mı?

Bu kaçınılmazdı. İletişim çağında, bir akademisyenin sözgelimi Konya’da gelip dergileri karıştırarak araştırma yapması komik oluyordu. Birçok araştırmacı arkadaş olanaksızlık yüzünden araştırma yapamıyordu. Ayrıca eldeki mevcut bir – iki dergi takımı iyice yıpranmıştı. Dergiyi dijital ortama taşımak iki taraf için de iyi oldu. Kitaplarımızı da e-kitapçılar aracılığıyla e-kitap olarak okura sunuyoruz.

“Elektronik ortam basılı medyayı sona erdirecek” teorisine ne kadar inanıyorsunuz? Bu dengenin geleceği sizce nereye varacak?

Bunda kaygı duyulaacak bir durum yok bence. Gutenberg’n matbaası elyazmalarını sona erdirmişti. Elekronik ortam da basılı kâğıdın işini bitirecek. Bu böyle sürüp gidecek. Ben ”ah nerde o kâğıdın kokusu” diyenlerden değilim, yeni yetişen kuşaklar hiç değil zaten. Gelişimi ayak uyduran yayıncı çizgisinden taviz vermeden yoluna devam edebilir rahatlıkla. Mecra önemli değilki!

Ayakta kalma konusunda Varlık en büyük örnek. Fakat hep söylenildiği gibi şiir basan yayınevleri ayakta duramıyor. Şiirin doğası bu mu? Değilse çözümü nedir?

Dünya şiiri hakkında bir dosya hazırlıyorum. Bosna – Hersek, Danimarka, Finlandiya, Hırvatistan, Makedonya’dan yanıtlar geldi. O ülkelerin önde gelen şairlerine ülkelerindeki şiirin durumunu sorduk.Sizin sorunuzda belirttiğiniz durumu dile getirmişler. Herkes şiire olan ilgisizlikten yakınıyor. Diğer ülkelerden gelen yanıtların da pek farklı olacağını sanmıyorum. Şiir hiçbir dönemde  toplumun ilgi odağı da olmadı ki… 1980’lerde Cemal Süreya kendi kitaplarını yayımlayabilmek için olanak arıyordu, Metin Altıok’un kitaplarının fotokopisini edinebiliyorduk. Bugün hiç değilse belli başlı şairlerin kitaplarını kitapçılarda bulabiliyoruz. Bunun çözümü yok. Şiir “sıkı” okura hitap eder. “Sıkı” okursa her zaman az olmuştur.

Bu konuda da en iyi gözlemleyebilen ve bilgi sahibi olan kişilerden biri sizsiniz; günümüzde, modern Türk Edebiyatı, Dünya Edebiyatı’nın neresinde kalıyor?

Şiirden bakarsak en hareketli edebiyatlardan biri. Tıpkı, Latin Amerika ve Uzakdoğu ülkelerindeki gibi. Genelden bakarsak yan yana diyebilirim. Kültür Bakanlığı’nın TEDA projesi çok önemli işler yaptı, yapıyor. Türk edebiyatı bir farkındalık yarattı bu projeyle.

Son olarak okuyucuya, yayıncıya ve yazar / şaire birer cümle söyleseniz bu ne olurdu diye sormak istiyorum.

Hangi araçlarla olsun okumak ayrıcalıktır.

Röportaj: Kaan Koç