Cihan Mürtezaoğlu: YAZDIĞIM ŞARKILAR VEYA SÖZLERDEN İBARET DEĞİLİM!

Cihan Mürtezaoğlu, müzikseverlerin dikkatini çeken, şarkılarıyla beğeni toplayan bir müzisyen. Kısa bir süre önce “Deli Zaman” isimli albümünü çıkaran Mürtezaoğlu’yla yeni albümü vesilesiyle bir araya geldik. 

 

Besteci, aranjör ve gitarist olarak çok sayıda müzisyenle çalıştınız. Peki, kendi müziğinizi yapmaya nasıl karar verdiniz?

Kaydedip öylece bekleyen birden fazla müzik biriktirmiştim. Motifler, temalar, kompozisyonlar… Yıllar içinde de içimde söz yazma isteği doğmayı başlamıştı. Bu konuda etrafımdaki arkadaşlarımdan da etkilendiğimi düşünüyorum. Söz karaladıkça da bestelerle birleştirmeye ve kendi müziğimi yapmaya başlamış oldum.

Çok sayıda başarılı isimle çalıştınız. Bunların hangileri söz yazma ve şarkı söyleme konusunda sizi daha çok etkiledi?

Şarkı söyleme konusunda birlikte çalıştığım insanlardan pek bir etki hissetmiyorum. Söz yazma konusunda birlikte müzik yaptığım dostum Ezgi Altıner’den çok etkilendim. Hatta onun yazar çizerliği sayesinde ben de bir şeyler karalamaya ilgi duydum. Kendi şarkılarımı üretme konusunda da bir dönem birlikte sahne, stüdyo ve hayatı paylaştığımız Mabel Matiz’in şarkı yazma motivasyonundan etkilendiğimi söyleyebilirim. Aynı sahneyi paylaştığımız Sinan Kaynakçı’nın (Pinhani) şarkı yazımından da etkilenmişimdir. Daha çok kendine ait hikâyeleri olan ve üretim halinde olan dostlarımdan etkileniyorum. Birbirine temas etmenin güzelliği de burada yatıyor sanıyorum.

Yazarken duygularınızı harekete geçiren şeyler nelerdir? 

Genellikle önce müzikal bir motif ortaya çıkıyor, üzerine söz yazıyorum. Söz yazarken müziğin tarif ettiği alan, mekân veya ilişki biçimlerini hissetmeye çalışıyorum. Sanki müzik kendisi fonetik olarak bazı kelimeleri çağırıyor gibi. Duygularım da bu aşamada beni yönlendiriyor elbette. Bazen bir ayrılık, bazen yaşanmamış kurgusal bir hikâye harekete geçirebiliyor beni.

İlk albümünüzle, yeni albümünüz “Deli Zaman” arasında ne gibi farklılıklar var?

Bence ilk albüm biraz daha içe dönük. Yeni albümde biraz daha iletişim kuran ve bunu önemseyen bir yaklaşım var. Müzikal olarak da daha enerjik bir çalışma olduğunu söyleyebilirim.

İlk albümün adı “Bitsin Bu Delilik”, yeni albümünüzün adı da “Deli Zaman”. Delilik albüm isimlerinizde hep ön planda. Özel bir hikâyesi var mı?

Özel bir hikâyesi yok aslında. Sanırım, dünyanın değişmesine dair temennilerimi delilikten bağımsız hayal edemiyorum. İçinde yaşadığımız dünya delilikler bütününden oluşuyor.

Sizin hayatınızda yaptığınız en büyük delilik nedir?

Genel olarak kendime çizdiğim çerçevelerin içinde yaşayan biriyim. Bu kontrol duygusuyla ilgili sanıyorum. Çok fazla delilik yaptığımı söyleyemem. Lakin ikili ilişkilerde zihin sınırlarımı zorlayacak bedenden aşkın temaslar yaşadım. Hem kendimi hem karşımdakileri bir deliliğe sürüklemiş olma ihtimalim var. İlişkiler dışında delilik çağrıştıran durumlar içinde pek bulunmadım. Kontrollü biriyim sanırım (gülüyor).

Albümde Ferdi Tayfur’un “Bana Sor” şarkısını yorumladınız…

Arabesk tavırda hep bir kudret olduğunu hissetmişimdir. Acıyla yüzleşme ve onun içine gömülme. Oradan kaçmama. Bu bana güçlü bir şey gibi gelir. Bu şarkının sözlerinden de öyle bir kabullenme hissi alıyorum.

Müzisyenlerin dinleyici kitlesi genişledikçe kemik kitle de o müzisyene karşı “Artık bozuldu, eskisi gibi değil” gibi bir anlayış oluşuyor. Sizin kitleniz de genişledi, artık daha fazla insan müziğinizi dinliyor. Bu durumu siz de yaşıyor musunuz?

Evet, yaşıyorum. Söyledikleri şeyleri anlamakla birlikte; bir insan hakkında rahatça böyle şeyler söyleyebilmeyi ölçüsüz buluyorum. Daha önce yazdığım şarkılar veya sözlerden ibaret değilim. Günlük hayatımda da bir davranışımın ardından gelecek davranışlarda tutarlılık aradıklarında rahatsız olurum. Çünkü bu bir sınır dayatmasıdır. Müzikal kimlik konusunda kimseye bir söz vermedim. Değişebilirim, bozulabilir, gelişebilir veya şekil değiştirebilirim. İnsanların da buna tahammül etmesini temenni etmekten başka yapabilecek bir şey yok sanırım. Sevdiklerimizi yargılamadan anlamaya çalışmanın hepimize iyi geleceğini düşünüyorum. Hayat akarken, bedenlerimiz yaşlanırken ürettiklerimizin stabil kalmasını istemek pek gerçekçi gelmiyor bana. Ama yine de canları sağ olsun.