BERLİN: BİRAZ EKSİK BİRAZ FAZLA

mauerpark

Südblock fazlasıyla bir çay bahçesini andırıyor – Berlin’in ruhu burada. Pazardan dönerken soluklanmak için oturmuş teyzelerle, marjinalliği varoluş bellemiş serdengeçtiler bir yan yana. Biz oradayken engellilere yönelik bir festival vardı, bu vesileyle buranın aynı zamanda bir aktivizm mekanı ve gay bar olduğunu öğrendik. Türkiye’de pek sık görmediğimiz, görsek de sokakta görmediğimiz, yaşlanmış marjinaller sokakta yaşayanlar için bir gazete satmaya çalıştılar. Bizim oralarda, Türkiye’de, sokakta çok marjinal göremeyiz; çünkü bizim marjinallerimiz ya ölürler ya da marjinalliklerini askıya alıp hayatta kalırlar, bazen de bürokrat olurlar. Öte yandan, birçok marjinal de çaktırmadan yaşayıp gider, ödediği bedellerin lafını bile etmez. Berlin’de ise sokakta yaşayan, düzen içinde konformist bir yaşamı kabul etmemişlerin, marjinal yaşlanmışların görünürlüğü var, buna izin veren bir alan orası. Peki, bütün bu benzemezlerin bir arada çay, gazoz ve bira tüketmesi, bir saygı kültürünün yerleşmesi mi yoksa kayıtsızlığın zaferi mi? Hangi alim buna cevap verebilir?

imagesOradan nehir kıyısına geçip, Türkiyeli birçok insanla tanışıyoruz. Kimisi Berlin’de yaşıyor, ya da şöyle diyelim, görece daha yerleşik, kimisi ise şimdilik orada bulunuyor. Herkesin ayrı bir sebebi var, kimileri politik nedenlerden burada, kimileri bir macera peşine takılıp geldiği bu şehirde hayat kurmuş, kimisi ise öğrenci; ama herkes bu şehirden çok şey öğrenmiş ve hala öğrenmeye devam ediyor. Dolayısıyla muhabbet de lezzetli biralar da yağ gibi akıyor. Herkes arkadaş canlısı, hemen orada tanıştığım adaşım Rothaus birayı övünce herkes kendi birasından bahsetmeye başlıyor. Herkesin bira zevkinin ayrı nüansları var, bira sevenler olarak bir tür kan kardeşlik bağı geliştiriyoruz desek yeridir. Berliner Pilsner’la başladığım bira yolculuğum, tavsiye üzerine Rothaus’tan, merak üzerine Schöneffer’den geçse de nihai durağım Weissbier oluyor, buğday birasının yoğun tadıyla Tuborgvari bir gaz oranını bir araya getirdiğini düşündüğüm bu birayı dinlendiğim zamanlarda hiç sektirmedim. Ayrılmadan evvel arkadaşlar ertesi akşam için mangala çağırıyorlar, Pazar akşamı için süper bir etkinlik.

İçerikPazar sabahı bitpazarında buluşmak üzere yola düşüyoruz, önce bir metro yolculuğu ve sonrasında ufak bir buluşma krizi yaşıyoruz, bu esnada ufak bir gerilim olunca, o da inceden bir kavgaya dönüşünce, uzaklarda tatilin olmazsa olmazlarından birini daha gerçekleştirmiş oluyoruz. Bitpazarı, orijinal adıyla Mauerpark, muazzam… Eski ve güzel masalardan, şirinler figürlerine, punkçı legodan, buharla çalışan oyuncak tekneye, tişörtlerden çantalara envai çeşit şey var; gene de çok özgün bir şey bulmak için birazcık kayışı koparmanız, her yeri didik didik etmeniz lazım. Bitpazarının etrafı bir sosyalleşme alanı – salıncaklardan canlı müziğe, at adamdan sosisli ve gözleme dükkanlarına, akşama kadar aylaklık yapmak ve keyiften dört köşe olmak için ideal bir ortam. Sanatçı dostlarımız projelerini geliştirmek ve günü resimlemek için bir gölgeye çekiliyorlar, ben de cazbandı izlemek üzere çayıra kayıyorum. Neye para harcamalı, kime ne hediye almalı konusunda iyi kararlar veremeyen, kafası her daim karışıklardan olarak grubun CD’sine 10 avroyu yapıştırıyorum – bağımsız bir yapımdan daha güzel bir Berlin hediyesi olabilir mi? Ne yazık ki bu seyahatte çok fazla underground iş bulamadım, sanıyorum Coretex’in ötesinde müzik dükkanlarını bilebilmek için iki seviye daha ileri Berliner olmak gerekiyor. Ancak, şans eseri bir hostelin bahçesinde gerçekleşen extreme chillout festivalin tadına baktım, süperdi.

Sonrasında sevgili arkadaşımızla buluşup Berlin Duvarı sırasınca yürüyoruz – bu hat üzerinde bir de Türkiye işi gecekondu var, aklınızda bulunsun. Öpüşen Rus devlet başkanlarını, duvarı yıkan Trabant’ları gördükçe rehberlere sataşasım geliyor: Anti-Sovyetik propagandayı abartmayın! Mangala yetişmek için bir taksi çeviriyoruz, İran’da rejimden kaçmış taksici seküler bir beyefendi, kendisiyle otoriter hükümetleri çekiştirip iyi dileklerle ayrılıyoruz. Arkadaşlar sağ olsunlar mangalı yakmış, Almancı işi Türk sucukları ve Alman işi domuz sosis – akşam yemeği için biranın yanında yağ gibi akıyor: Bu memlekette et çok ucuz, çok, söylenmeden geçilecek gibi değil.

berlin gecekondusu

Sabah kentin uçlarına gidiyoruz, Berlin Welcome Card’ı ABC aldığımız için kafamız rahat, Potsdam mevkiindeki asil bahçelere ulaşmak için ek ödeme yapmamıza gerek yok. Kralın bahçelerinin çiçekleri ve heykelleri, aklıma Marcel Proust ve Rainer Marie Rilke’yi getiriyor ve birbirinden sıkıcı entellektüel şakalar için imkanlar sunuyor. Büyük sarayın ihtişamı karşısında ördekleri ve kuşları besliyoruz, kuşlar neredeyse elimizden yiyecek kadar yaklaşıyorlar, sempatik bir youtube videosu gibiyiz. Biraz dinlenip Potsdam’ın merkezine geçiyoruz – büyücek bir Nişantaş olarak düşünebilirsiniz burayı. Laf buraya gelmişken, Berlin hem estetik beğenisi hem de parası olana kafayı yedirtecek bir memleket, çünkü tarzın bini bir para, denebilir ki baştan aşağı tasarım bir memleket. Mauerpark’tan dönerken sağ yapan da sağlı sollu tezgahların bulunduğu bir pazara girdik, yıkılıyor. Geri dönüşüm malzemesinden yapılan yılan güneş gözlüklerine, çılgın mesajlı tişörtlerden el yapımı bebek giysilerine, stil çantalardan fantastik takılara, hipsterlığın, ilginçliğin, primin olmazsa olmazları burada: Paranız yoksa da bu ilginçlik ziyareti ufkunuzu açacak.

Söz konusu Berlin olunca yazılacak şey çok. Ahmet Mithat Efendi’den Umut Sarıkaya’nın karikatürlerine Berlin hakkında birçok malumat alabilirsiniz. Ben de uzatmıyorum. Medeniyeti, liberalliği, ferahlığı ve kafa karışıklığını görmek duymak için ideal bir memleket. Piyango çıkarsa ev mev almam direk gider Berlin’de yerim, öyle diyim (ya da önce birkaç ev alır kirasıyla Berlin’de paşalar gibi yaşarım, daha mantıklı geldi).

Yazı: Musa Acar