Antep’te 24 Saat

filhakikat-Antep'te 24 Saat3

 

Gezi yazılarının giriş kısımlarını iki cümleden fazla okumam. Gerek görmem çünkü. Hızlıca aşağıya kayıp gezilecek, yiyip içilecek yerlerin ana başlıklarına bakarım. Bir de yol üstünde fiyat ibarelerine rastlarsam mutlaka onlara bakarım Zira, göstermesem de cimri bir insanımdır, evde bir günden fazla yalnız kalacaksam mutlaka kombiyi kapar ve altı kat kazakla otururum.

Ama illa bir girizgah lazımsa, benim hikayem şöyle bir yerden başladı:

Aralık ayında cep telefonuma gelen yüzlerce saçma sapan indirim, tanıtım vs. mesajlarının arasında bir yerde biriken millerimin bitmekte olduğuyla alakalı bir mesaj gözüme ilişti. Yıllardır mil kartım var. Her uçuşumu vazife gibi işletirim. Oysa bugüne dek bir defa bile kullanmadım bu milleri. Nasıl kullanılır bilmediğim için, hep çekindim. Kırk yılın başı uçağa biniyorum, ne birikmiştir ki ne alayım, diye düşündüm hep. Kendimi mil fakiri gördüm, hakir gördüm, beni aralarına almazlar dedim. Bu kadarcık mille havaalanından evine bile gidemezsin demelerinden korktum – çünkü bana göre, bir havayolunun bana bedava bilet vereceği kadar puan biriktirebilmiş olmam için her hafta Amerika’ya birinci sınıf’uçan’über zengin bir Silikon Vadisi dehası olmam gerekiyordu.

Ne var ki, bu gelen mesaj her tür sosyal fobimi aşmam için yeterliydi çünkü yıl sonunda süresi dolacak millerim bin değil, iki bin hiç değil, tam tamına on bin adetti. Süresi doluyor dedikleri için o miller gözümde ekstra bir kıymete bindi. Kullanmazsam kazık yiyecekmişim, cebimden para çıkacakmış gibi hissettim. Böylece, panikle uçak bileti araştırmaya başladım.

Cimri olmama ek olarak bilmeniz gereken ikinci bir şey de pek çok ortalama Türkiye vatandaşı gibi mideme son derece düşkün olmamdır. Antep seçimimi de haliyle tamamen kebap – lahmacun – katmer üçgeni doğrultusunda yaptım. Haftasonu yöresel lezzetleri tatmak için günübirlik kaçamak yapan İstanbullu klişesinden nasiplenecektim. Mutluydum. Daha da güzeli, millerim iki kişilik gidiş dönüş biletine yetmişti. Bu da, eşimle bedavadan romantik bir kaçamak anlamına geliyordu. Hoş, miller karşılamasaydı da adamı evde bırakıp kendi kendime Antep’e gidecek değildim. Biz geleneksel bir aileyiz, böyle şeyler bize ters. (Ayrıca, gördüğünüz gibi, romantizm anlayışım da büyük oranda kebap – lahmacun – katmer üçgeninde bir yerlere denk düşüyor)

Hem bitmekte olan millerin verdiği panik, hem de iki biletin de bedavaya gelecek olmasının verdiği tarifsiz heyecanla bileti olabilecek en kısa süreye, yılbaşından sonraki ilk haftasonuna aldım. Bu yazıdan alacağınız ilk ibretlik ders budur: Bedavayı görünce, hele bir de ucunda güzel yemek vaatleri varsa, acele karar vermeyin.

Cumartesi sabah 6 uçağına bindik. Herhangi bir rötar olmadan, pırıl pırıl bir havada vardık Antep’e. Uçaktan inince ciddi bir ayaz vurdu yüzümüze ama sabah ayazıdır dedik, dert etmedik. Ben hemen taksiye binip kahvaltıma kavuşma niyetindeydim ama eşim benden de cimri olduğu için taksiye ne diye 50 TL verelim, HAVAŞ 10 TL, kalan parayı da yemek parası yaparız bedavaya gelmiş gibi olur dedi. Müthiş Antep yemeklerine geç kavuşma fikrinden  huzursuz olduysam da 30 liralık farka itiraz edemedim. Otobüse bindik. Hızla doldu. Bir kısım ayakta gitti hatta.

Böylelikle ilk alt başlığımıza varmış olduk:

Metanet Lokantası

Gezi bloglarına göre, Antepliler kahvaltılarını ya beyranla (bunu biz çorba diye biliyoruz ama öyle dememek lazımmış sanırım, kızıyormuş Antepliler) ya da katmerle yaparmış. Elbette biz kahvaltımızı ikisiyle birlikte yapacaktık çünkü biz ne Antepliydik ne de Antep’e dair yemek yemekten başka bir planımız vardı. (Bir de meşhur Orkide Pastanesi varmış standart kahvaltı için ama kim neden böyle bir şey yapmak ister bilemiyorum)

Metanet, bildiğimiz esnaf lokantası. Uzun uzun masaları var. Okul yemekhanesine benziyor. İçeri girdiğimizde mekan epey kalabalıktı ve sanırım o an itibariyle içerideki tek kadın bendim. Garson bizi ‘aile’ görünce, nispeten boş bir masanın en uzak köşesine yerleştirdi ve ‘2 beyran?’ diye sordu. Evet, dedik. Başka bir şey konuşmadık. Bir dakika içinde beyranlar önümüzdeydi. Metanet’i ararken ayaklarım buz kestiğinden midir bilmem, ilaç gibi geldi bana. Keşke daha acı olsaydı bile dedim.

Beyranları bitirince birer de çay içtik. Toplam 25 TL ödeyip kalktık. Tüm bu süreç 15-20 dakika sürdü. Bu da Antep’le ilgili ikinci önemli bilgi: Antep’te yemek mekanlarında uzun uzun oturma diye bir konsept yok. Bunu ilerleyen kısımlarda çok daha acı yollarla öğreneceğiz zaten.

Katmerci Zekeriya Usta

Metanet’ten çıktıktan sonra 10 dakikalık bir yürüyüşle Katmerci Zekeriya Usta’ya ulaştık. Ufacık iki bitişik dükkan; bir tarafta 4-5 masa var, diğer tarafta seri katmer üretimi. Zekeriya Usta’nın önü kuyruktu. Hava soğuk olunca, herkes içeride oturmak istiyordu tabii. Beklemeye tahammülü olmayanlar için dükkanın önüne 3-4 masa daha attılar. Biz bekledik. 20 dakika sonra sıra bize geldi ama boşa beklemişiz, yan dükkandan servis için sürekli girip çıktıklarından kapı hep açık, dolayısıyla da içerisi de sıcak değil. Beklemesek, yer kalkardık o saate kadar. Hoş kalksak da ne olacaktı bilemiyorum, yapacak başka bir şey yoktu zaten. Bu da Anteple ilgili üçüncü mesaj: Antep’te yemek mekanlarında uzun oturulmadığından, geziyi sandığınızdan hızlı bitiriyorsunuz ve elinizde sandığınızdan bol vakit kalıyor.

Neyse gelelim katmere. Zekeriya Usta’nın katmer porsiyonları son derece büyük. Bizim gibi iştahlı bir çift olsanız bile bir porsiyon iki kişiye rahatlıkla yetiyor. Zaten isteseniz de kişi başı birer porsiyon getirmiyorlar. Kişi sayısına göre, tüketebileceğiniz miktarı veriyorlar. Karnınız ziyadesiyle doyuyor doymasına ama yine de tadı damağınızda kalıyor. Yağ gibi dilinizin üstünden kayıp gidiyor diyeceğim ama zaten bildiğiniz yağ, nefis. Antep gezisinin zirve noktası bu katmerdi benim için, özleyeceğim tek lezzet de odur yüksek ihtimalle.

Katmerlerin üstüne birer de çay içtik.  15 TL ödeyip kalktık.

Bu arada aklınızda bulunsun, Zekeriya Usta sabah 11’e kadar açık. Geç gidip de hüsrana uğramayın.

Bakırcılar Çarşısı

Karnımız fazlasıyla doymuştu. Artık öğle yemeğine kadar bir şekilde vakit geçirmemiz gerekiyordu. Bakırcılar Çarşısı’nı gezmeye karar verdik. Bu kısımla ilgili söyleyecek pek bir şeyim yok aslında. Anteplilerden özür dileyerek, bildiğiniz Tahtakale diyeceğim. Ürünler aynı. Tamamen turistik. Fiyatlar fena değil. Anı olsun diye Türk kahvesi seti alayım derseniz mesela, tepsisi, altılı fincanı, kaşığı falan hepsi dahil 20-40 lira civarında değişiyor. İkinci bir seçenek, sedefli kutular. Onların da fiyatları boyuna göre değişmekle birlikte 50 lira civarında. Esnaf pazarlığa son derece açık. Hatta siz daha ağzınızı açmadan 10-20 lira indirim yaparak giriyorlar lafa. Son olarak bir de şal satan dükkanlar var. Antep’in yöresel kumaşı kutnudan yapılma şallar var. Kutnu biraz sert bir kumaş. Dediklerine göre, yıkanınca yumuşuyormuş. Elde yıkamak gerekiyormuş. Zahmetli göründü bana, uğraşamam dedim. İyi bakarsanız evladiyelik dediler, meraklısına duyurulur.

Bakırcılar Çarşısı civarında bol miktarda baharat, doğal sabun vs. satan dükkan da var. Değişik lezzetler tatmak isterseniz gezmenizi tavsiye ederim. Genel olarak tüm dükkanlarda şahane bir ilgi görüyorsunuz. Antep esnafının hakkını vermek zorundayım, müşteriye ölçülü ama sıcak bir yaklaşımları var. Hoş sohbetler, nazik insanlar, ikramdan da kaçınmıyorlar. İstanbul’da mahalle bakkalından bile surat yemeye alışmış bünyeler için güzel bir deneyim Antep’te dükkan gezmek.

filhakikat-Antep'te 24 SaatTarihi Tahmis Kahvesi

İki lezzet durağı ve bir çarşı pazar gezmesinin ardından saat daha öğleni bile bulmamıştı ve biz yapacak şeyleri büyük oranda tüketmiştik. Aksi gibi, hava da hala soğuktu. Bir yerlerde oturalım,sıcak bir şeyler içelim dedik. İşte bu noktada Antep’le ilgili en acı derslerden birine geliyoruz: Antep’te, en azından turistik bölgede, bir iki saat oturup çay kahve içilebilecek tek bir mekan var, o da Tarihi Tahmis Kahvesi.

Burası, Bakırcılar Çarşısı’nın göbeğinde iki katlı bir kahvehane. 1635’ten beri faaliyet gösteriyormuş. İçeri girdiğinizde karşınızda, alt salonun hemen ortasında, dev bir odun sobasıyla karşılaşıyorsunuz. Benim gibi apartman çocukları için bunlar fantastik deneyimler. Hemen dibinde bitip ellerinizi, arada bir de hohlamak suretiyle, ısıtabilirsiniz. Fakat bu soba, ne yazık ki, yüksek tavanlı bu mekanı ısıtmaya yetmiyor. Yine de, dışarıda olmaktan iyidir.

Ben, ısınan hava yükselir diye düşünerek, üst kata oturmak istedim. Üst kat, aile salonu. Tahmis Kahvesi’nin şanına uygun olarak önce menengiç kahvesi istedik. Menengiç kahvesini daha önce de içmiştim, sütlü kahve gibi, hafif bir tadı var. Şahsen kahveyi sert sevdiğimden bana pek hitap etmiyor. Sonra bol çay eşliğinde tavla oynadık – o da sırf vakit geçisin diye. İki saat kadar da burada oturduk.

Kalkmamıza yakın, alt kattan canlı müzik sesi gelmeye başladı. Meyhanelerde görmeye alışık olduğumuz türden darbukalı, klarnetli 3-4 kişilik bir ekip envai çeşit türkü söyleyerek masaları dolaşıyordu. Ortamdaki yerli turistler hemen cep telefonlarını çıkarıp bu anı kaydetmeye başladılar. Meğer cumartesi günleri Talmis’te böyle bir canlı müzik etkinliği oluyormuş, giderseniz aklınızda bulunsun. Öte yandan, Antep’te canlı müzik çok sevilen bir kavram. Alakalı alakasız pek çok yerde karşınıza çıkabiliyor. İlk başta değişik bir hoşluk gibi görünse de, ‘Hele hele hele Antepli’ türküsünü beşinci dinleyişten sonra biraz sürreal bir boyut kazanıyor – sonra demedi demeyin.

Canlı müzik başlayınca, İstanbullu refleksiyle, canlı müzik parası ödemek zorunda kalmaktan korkarak hesabı istedik. (Böyle bir ekstra ücret yokmuş gerçi, siz boşa endişe etmeyin).

filhakikat-Antep'te 24 Saat-4Halil Usta

Aslında hala acıkmamıştık ama yapacak daha iyi bir şeyimiz olmadığı için sıradaki durağımız Halil Usta’ya geçtik. Halil Usta, şu ana kadar dolaştığımız turistik bölgeye uzak bir yerde. Zeugma Müzesi’nin hemen arkasında. Taksiyle 10 lira tuttu (zaten Antep’te her yer taksiyle 10 lira tutuyor, nasıl iş anlamadım).

Halil Usta, dışarıdan bakınca anlaşılmayacak kadar devasa bir mekan. Yine Metanet gibi, uzun örtüsüz masalardan müteşekkil bir esnaf lokantası. Mekana ismini veren Halil Usta kasada duruyor. Ayrıca, anı olsun diye selfie çekmek isterseniz sizi kırmıyor, bizzatşahidim buna.

Halil Usta’da masaya yerleşir yerleşmez garson gelip özel bir isteğiniz var mı yoksa karışık mı getirelim diye soruyor. Biz ne istememiz gerektiğini bilemeyince ikinci seçeneğe yöneldik. Önden kişi başı birer çoban salata geldi. Sonra ortaya kıymadan yapılan simit kebabı ve küşneme. Gözümüz doymayınca, biz bir de sebzeli kebap istedik. Porsiyonlar öyle çok büyük değil ama et lezzetli. Fazlasıyla da doyurucu. Zaten çok aç değildik, bir de bu kadar kebabın üstüne Erzurumluların deyişiyle cırıldık. Yine birer çayımızı içtikten sonra 75 lira ödeyip buradan ayrıldık.

Zeugma Müzesi

Zeugma’yı hem buraya kadar gelmişken ayıp olmasın diye, hem de soğuk hala kırılmadığı için vakit geçsin diye dolaştık. Bol miktarda mozaik sergilenen, büyük bir müze burası. Meşhur çingene kız mozaiği, özel bir karanlık odada sergileniyor. Küçücük bir şeymiş, ben daha büyük sanıyordum. Müzenin bir de hediye dükkanı var. Fiyatlar her müze dükkanındaki gibi biraz tuzlu ama yine de fena değil.

Zeugma turunu da bitirdikten sonra uçağımıza hala 5 saat olmasına rağmen biz Antep turunu planlanan son durağımız İmam Çağdaş haricinde tamamlamıştık. Tekrar taksiye binip İstanbul’dan sipariş edilen hediye baklavaları almak üzere Koçak’a gittik. Koçak, Antep’teki diğer mekanlara kıyasla dekorasyon olarak epey lüks kaçan bir baklavacı. Çay kahve servisi yok ama masalara oturup baklava yiyebiliyorsunuz. Biz paketlerimizi yaptırıp çıktık. Yine taksiyle Bakırcılar Çarşısı bölgesine doğru yola koyulduk. Yolda taksiciye buralarda çay kahve içilip oturulacak neresi var diye sorduk. Talmis dedi. Başka neresi var dediysek de pek bir yanıt alamadık.

Yeniden Tahmis Kahvesi

Tahmis bu defa epey kalabalıktı. Canlı müzik hız kesmeden devam ediyordu. Bu turda, Tahmis’te nargile de olduğunu gördük ama biz içmedik. Tam çayları söylemişken, telefonuma akşamki uçağımızın hava muhalefeti nedeniyle iptal olduğu haberi geldi. Telefonu şarja takıp, havayoluyla arka fonda Antep türküleri eşliğinde telefon trafiğine başladım. Biletleri,  akşam 10 uçağına zor da olsa ertelettim. Antep’te ekstra bir üç saat daha kalma fikri beni son derece strese sokmuştu çünkü uçağın orijinal saatiyle bile vaktin nasıl geçeceğini bilemez haldeydim.

Tahmiş’te telefonlar şarj olana kadar yine iki saat oturduk ve kalan vaktimizi planladık. Sonra da, İmam Çağdaş’a gitmek üzere dışarı çıktık. Her yerde kar vardı. O kar ne ara yağdı, ne ara tuttu hiç bilemiyorum.

filhakikat-Antep'te 24 Saat2İmam Çağdaş

Benim gibi bir lahmacun aşığı için Antep’e kadar gidip burada lahmacun yemeden dönmek büyük dram olurdu. Asıl akşam yemeği için başka bir yere gitmeyi planladığımızdan, İmam Çağdaş’a sadece tadımlık bir ziyaret yaptık. İmam Çağdaş, Antep standartlarına göre daha lüks görünümlü bir mekan. Tek bir lahmacun istedik. Garson da şaşırdı. Gelenler üçer beşer yiyorlar.

İmam Çağdaş’ın lahmacunu kıtır kıtır. Malzemesi de bol. Ama ben Antep lahmacunu denildiğinde daha sarımsaklı bir şey beklerdim. O açıdan hayal kırıklığına uğradım. Hoş, uçak durumlarının verdiği stresle yediğimden pek bir şey de anlamadım. O nedenle hakkını yemiş olmak istemiyorum.  Yine de, Develi’nin lahmacunu bence İmam Çağdaş’tan güzel.

Yine çaylarımızı içip çıktık. Taksiye binip Antep’te hem alkollü olup hem de yöresel yemekleri tadabileceğimiz bir restorana doğru yola çıktık.

Bayazhan

Bayazhan’ın iki bölümü var. Biri meyhane, biri restoran. Meyhane bölümünde, Cumartesi olması sebebiyle olsa gerek, yer yoktu. Olsa da tercih eder miydik, bilmiyorum. Talmis sayesinde müziğe doymuştuk zira. Restoran kısmına oturduk. Burası da çok soğuktu. Antep normalde sıcak bir memleket olduğundan mı, binaların eski yapısından mı bilemiyorum, mekanların içi bile buz gibi oluyor. Dolayısıyla, bir ders daha, Antep’e kışın gidiyorsanız içlik miçlik giyin. Vallahi donuyorsunuz.

Bayazhan’a oturduk. Ayıptır söylemesi, bir ufak rakı, üç çeşit de meze söyledik. Tam bu esnada ertelettiğimiz uçağın da iptal olduğu bilgisi geldi. Yine bir telefon trafiği sonucunda sabah uçağından önce dönemeyeceğimizi anladım. Gece Antep’in misafiriydik. Telefonda kavga halindeyken rakıları ne ara yuvarladım, bilmiyorum. Mezelerden de pek bir şey anlamadım ama ona rağmen humus çok güzeldi diyebilirim.

Ufak bir piyasa araştırmasından sonra İbis Otel’den yer ayırttık. Geceliği 150 liraydı.

Rakılar bitince, iştah miştah da artık kalmadığından, kalkıp nargile içmeye gitmeye karar verdik. Foursquare’de hızlı bir arama yapıp mekanı tespit ettik. Dışarıda oturmamız gibi bir seçenek kesinlikle söz konusu olmayacağı için, mekanı arayıp kapalı mekanda nargile içiliyor mu diye sordum. Beni zabıta zannettiler. Ufak bir gerginlik yaşattım çalışanlara. Neyse sonra taksiye atlayıp yola koyulduk. Bu arada kar yağışı durmuş ama caddeler iyice buz tutmuştu.

Yeşilsu Nargile Cafe

Gaziantep’te Katmerci Zekeriya Usta’dan sonra mutlaka tavsiye edeceğim mekan burasıdır. Yazın çok daha keyifli olduğunu tahmin ettiğim, büyük bir mekan burası. Gittiğimizde üç beş masa doluydu. Yine canlı müzik vardı – neyse ki bu defa türkü ekibi değil, tek başına gitarıyla pop söyleyen bir arkadaş vardı. Canlı müzik ara verince mekanda BackstreetBoys’un ilk albümü çalmaya başladı. İlk gençlik yıllarımı yad ettim sayelerinde.

Çalışanlar son derece güleryüzlüydü. Nargilemizi hazırlayan arkadaş da sağolsun bizimle çok ilgilendi. Ve şimdi çok iddialı bir laf edeceğim: Burada hayatım boyunca içtiğim en iyi nargilelerden birini içtim. Üstüne bir de koca meyve tabağı ikram geldi. Onca stresin üstüne çok iyi geldi Yeşilsu. Nargile seviyorsanız, Antep’te vakit geçirmek için şahane bir mekan.

Böylelikle gece yarısına doğru otele döndük. Uçağımız sabah 8’deydi. Uyuduk ama o uykudan hiç hayır gelmedi elbette. Gece sık sık uyanıp yeni iptal mesajı var mı diye kontrol ettim. Sabah havaalanına taksiyle gittik, 55 lira verdik.

Havaalanında da gece pistler temizlenmediği için İstanbul’dan gelen uçak 45 dakika inemedi. Adana’ya inebilir gibi laflar dolaşınca yine bir gerilim yaşadık. Meğer böyle bir taktik varmış. Antep’te bu tür iptaller çok olduğu için insanlar Adana’ya gidip oradan biniyormuş uçağa. Antep-Adana arası da otobüsle 3 saat sürüyormuş. Aklınızda bulunsun.

Velhasıl kelam, biraz olaylı olmakla birlikte o uçağa bindik. İstanbul’a sağ salim döndük. Antep ağzımda buruk bir tat bıraktı. Sözde bedavaya gelecekti ama epey masraflı oldu bizim için. Bir daha uzunca bir süre gitmem herhalde diyorum ama büyük de konuşmamak lazım.

Yine de, bolca şikayet ettiğime bakmayın siz, Antep güzel memleket aslında. Ama baharda gitmek lazım. Bu da çıkarılacak son ders olsun: Ne yapın edin, Antep’e baharda gidin!

 

 Simla Belen