Melih Ekener: Zamana inanmıyorum, hıza inanıyorum

 

Onu Abuzer ile biliyoruz. 80’lerde Kenter Tiyatrosu ve Poyrazoğlu Tiyatrosunda oynadı. Sonrasında birkaç dizi ve sinema filminde izledik. Şimdilerde Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu “Tamamla Bizi Ey Aşk” ile tiyatro sahnelerinde. Melih Ekener ile Erenköy’de buluşup keyifli bir sohbete imza attık.

 

Kendinizi kanal sahibi mi, radyocu mu yoksa oyuncu olarak mı tanımlarsınız?

Kendimi oyuncu olarak tanımlarım. Çünkü 15-16 yaşında başladım oyunculuk nedir, demeye. Ve her şeyi oyunculuk adına yaptım. Birçok şey yaptım oyunculuk dışında. Tiyatrocu diyemem kendime  çünkü o çok geniş kapsamlı bir şey şey. Tiyatronun perdecisinden tut, gişecisine; o işi yapan herkes tiyatrocudur. Onun için tiyatroda sadece oyunculuk yaptım, bazen de reji asistanlığı. Onun dışında oyunculuğu öğrenmekle geçti bu kadar yıl. Hâlen öğreniyorum . Ve yaptığım bütün öteki işler de oyunculuğun uzantısı oldu. Yapımcılık yaptım ama yapımcıyı oynadım, diyeyim. Çünkü bir aktör rolüne çalışır ya… En iyi şekilde, en iyi şekilde yapmaya çalışır…

Etüd ederek…

Tabii. Yapımcı nedir? Yapımcıyı oynayacağım. Yapımcı ne yapar? Şunları, şunları, şu şekilde yapan adamdır. O zaman o karakteri çalışıp onları oynuyorsun. Televizyonda genel müdür ne yapar? Bun ları öğrendim ve bir oyuncu gibi bunlara çalıştım. Genel müdür ne yaparsa öğrendim ve gerekeni yaptım; bunu oynadım.

Eylem noktanız hep oynamak

Evet tabii tabi. Hayat öyle zaten. Mesela manava gidiyorsun, manav manav değil ki. O, manavı çok iyi oynuyor. O da bir insan. Manavı mükemmel şekilde oynuyor, en iyi şekilde!

Personaya girdik şu anda.

Öyle ama… Aynı şekilde bakkala gidiyorsun, kasaba gidiyorsun… Çöpçü… Hepsi oynuyor.

Kişi kendisi olarak da gün içinde oynuyor. Okulda öğrenci, işte çalışan vs her zaman bunun içinde.

Tabi kesinlikle. O işi yaparken hem o işi öğreniyorsun hem de oyunculukta o rolü öğreniyorsun. Ve kendini angaje ediyorsun. Çoğu meslekte kalmış insanlar kendini oraya angaje etmiş insanlar. Ben daha kendimi angaje edemedim. Hala oyunculuktayım onu öğrenmeye çalışıyorum. Yaptığım diğer bütün işlerde oyunculukla ilgili… Böyle düşününce daha kolay geliyor her şey ve “her şeyi yapabilirim” diyorsun.

O zaman ana eylem noktanız oynamak ve onun dışında kendinizi bırakıyorsunuz.

Evet.

Radyocu değilsiniz, onu oynuyorsunuz o zaman?

Yok ben radyocu değilim. 14-15 yıl yaptım radyo, Cumartesi-Pazar hariç her gün. Zaten tektim, şu an yok dünyada. Olmadı. Her gün emprovize radyo programı yapan bir adamdım ben. İngiltere’de bir adam vardı;2-3 yıl yapmış, sonra bırakmış.

 

Çok yapılacak bir iş değil.

Zor. Çok zor. Ama ben eğleniyordum yaptığım karakter ile (Abuzer). Onu tanımaya çalışıyordum. Abuk bir tipti! Halen tanımış değilim, zeka özürlü olduğu için. Çok ekstrem bir tipti.Hala onu çalışıyorum; kim bu, nasıl biri bu Abuzer, diye. Bu rolü yaratmak hem de onu olmaya çalışmak harbiden zor bir iş. 15 yıl bu işi yaptım ama radyocu değildim. Çok büyük radyocular var, mesela Hakan Gündüz var. O radyocu. Çünkü müziğin bilmem nesinden her şeyi yapıyor. Canlı yayındayız bir gün, canlı yayında remix yap, dedim siniri bozuldu. Canlı remix yaptı. Bir de eski aletlerle. Ahtapot gibiydi. O yüzden böyle kişilerin yanında kendime radyocu diyemem, haksızlık olur. Ben orada da oyunculuk yaptım ama dediğim tarzda.

 

Abuzer’den bahsedelim… Hâlâ tanımaya çalışıyorum, dediniz. Geçmişi nedir, Abuzer nasıl doğdu?

Abuzer’in doğuşu abuk sabuk. 80’li yılların sonunda Hasan Kaçan’ın “Cork” diye bir tipi vardı, garip konuşan. Garip yaratıklar çizerdi. Çok güzeldi. Ve oradan çıkma karakter seçmişti kendine herkes. Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda “Seçimler”i oynuyorduk. Grupta Cem Özer, Peker Açıkalın vardı. Herkes bir tipi yapıyordu buradan, kuliste bunları oynuyoruz, eğleniyoruz. Ama benim tipim yoktu. Neler yaptım ama! Kekeme yaptım, şunu yaptım,  bunu yaptım… Olmuyor, hepsi yapılmış tipler. Bir gün yolda yürürken bir şeye takıldı ayağım. Baktım karşıya. Sevmediğim bi adam geldi okuldan. “Melih naber” dedi. Baktım sadece. “Oo kafayı yemiş bu” dedi, gitti. Konuşmadık. Dedim “bu tip güzel”. İlk Zaman hiç konuşmuyordu. Ona bir alt yapı yazdık. Bir kaza geçirmiş olsun, dedik.Bu adam dönemin entelektüeli. Derin devletin adamı. Bir gün bir göreve giderken kaza geçirip beyninde hasar oluşuyor. Yurt dışına yolluyorlar ancak bu kadar düzeltebiliyorlar. Okuduğunu yaşamış gibi davranıyor, mesela “Malazgirt savaşı” diyorsun, “ben çıkardım o savaşı” diyor. Tarihsel bilgi doğru ama kendisi yaşamış gibi anlatıyor. Bu da komiği ortaya çıkarıyor. Hiç radyoda düşünmemiştim aslında. Escobar diye bir bar vardı, ufak sahneli. Teklif geldi; “Levent Erim ile şov yapar mısın” dediler. kimse anlamaz, dedim ama yaptık ve çok tuttu. Orada 3-4 sezon kapalı gişe oynadık. Orada Mert Bey vardı, Best FM’de program teklif edilmiş, beni çok seviyordu gelip izliyordu, bana söyledi “birlikte yapalım” diye. Ve başladık. İlk hafta kimse aramadı… Devam ettik. Biz telefon etmeye başladık büfeye vs. Büfedeki adamla Abuzer anlaşamıyorlardı, çok komikti. o program bant girdi ve sonrasında çok istendi. Radyo tarihinde ciddi paraya transfer olan tek karakter Abuzer. Best FM’den Kanal D’ye transfer olduk.

Sonra tiyatroya da uyarladık. Net Club’ın animasyon oyunları vardı tatil köylerinde oynayan. Onlarla tanıştım . Uyarladık. Ali Poyrazoğlu da çok yardımcı oldu; sahne verdi, ilk oyuna geldi… Bir garip tiyatro yaptık yani. Show  Theatre dedik zaten buna da. 300 oyun vardı interaktif bir oyundu. İlk barlarda başladık ama devamı gelemedi. Yıllar sonra Kerem Alışık söyledi “gelin yapalım” diye ama onda da 1 sezon oynadık.

Peki şu anda öyle bir şey yapmak ister misiniz günümüzün tiyatro durumu ve seyircisi ile?

Muhteşem olur. Tiyatro 80’lerde n sonra bir arayışa girdi, yeni bir şey çıkmadığı için de  gümledi. Ya vodvil yapılıyor şimdi ya da doğaçlama yapılıyor. Klasik oyunlar yok tamamen eğlenceye yönelik işler var. Tiyatronun amacı eğlendirmek değil ki.

Sadece en azında o değil…

Evet. Yaşamın aynası ise tiyatro yaşamı göstermek zorunda. Ama maalesef klasik anlamda yapılmıyor. klasik oyunlar var ama hep arayış içindeler. Shekespeare yapıyorlar ama günümüzün uyarlanıyor.  Eğlendirme dışındaki özellikleri törpüleniyor. Benim Show Theatre sadece buydu, direkt eğlendirmeye yönelikti. Her şey evrenseldi, iki saat seyirciyi alıp başka bir dünyaya götürüp eğlendirip bırakıyorduk.

 

Siz şimdi Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun “Tamamla Bizi Ey Aşk” oyununda oynuyorsunuz. Bu oyuna dahil olma süreciniz nasıldı ve sadece bu rol için değil ama role çalışma sürecinizi ne oluşturuyor?

2-3 ay önce Ali aradı “oyuna gelsene benim” dedi. Dedim, ben oyun izleyemiyorum. Çok bunalıyorum. Sen veteriner kliniğindesin, tüm gün orada çalışıp akşama gideyim de bir veterineri izleyeyim, demezsin. Sinema tiyatro seyrederken zorlanıyorum.

Mesleki deformasyon. 

Gelmeyeceğim, dedim. Gel gel deyince iyi tamam, dedim. Tek kişilik oyunlarından biriydi.

Asi Kuş olabilir mi? 

Yok o değil. Ben küçüktüm? Ben daha küçüktüm? Ben çocukken küçüktüm? Ben Küçükken Büyüktüm…

Ben Eskiden Küçüktüm? 

Evet bunu duymasın! Gittim çıkışta konuştuk. Bir oyun yapacakmış teklif etti. En son 27 sene önce oynamıştım, kabul ettim. Ali, kitabından yola çıkmış. Metin geldi. Provalara başladık. Önce rolüm farklıydı sonra psikoterapist oldum. Klasik oyuncu gibi psikoterapist nedir, ne bilir diye araştırmaya başladım. Bir psikoterapist gibi eğittim kendimi. Dipsomanım, ne varsa psikoterapi ile ilgili okudum. Jacob Levy Moreno psiko dramanın yaratıcı üstadı, onun yazdıklarını okudum. Zaten drama eğitmenliği veriyorum Marmara Üniversitesi’nde. Alanıma da çok uzak değil. Ali de çok bilgili bu konuda ve sonra karaktere uyarladık. Provalarda da karakteri oluşturduk. Role çalışırken kafa hep orada olduğu için özel hayatında da onun gibi davranıyorsun. Evde oğluma, eşime karşı da böyle davrandım ve sorunları çözmeye başladık. Hala devam ediyorum okumaya ve eğitime.

Ailenin önemi ne sizin için?

 Ben konservatuara girdiğim yıl hristiyanlıkla tanıştım, varoluşsal sorularım çok erken başladı. Varoluşsal sorulara cevap arayışım hala devam ediyor.  Kendi gerçeğimi hristiyanlıkta buldum. Yaratılış hikayesinde kadın ve erkek bir görülüyor. Denemeden hiçbir bilgiyi kabul etmiyorum. Deneyimleyeyim dedim ve denedim evliliği. Gerçekten kadın erkek birbirlerini tamamlayıcı oluyor; tamamlanmış hissediyorsun. Oyunumuzdaki gibi, “Tamamla Bizi Ey Aşk!”, o Sevgi’yi bulduğunda tamamlanıyorsun. O benim bir parçam ve biz biriz ve bizden bir parça oluyor. Bu muhteşem bir şey. Aile benim tamamlandığım yer. Ailemi seviyorum. Tamamlandığım ve tamamladığım yer de.

Hayata ve insana bakışınız nedir?

Bunlara klasik cevaplar verilir. Zamana inanmıyorum,  hıza inanıyorum. Hayat çok hızlı. Bu hız içinde geçici olduğumu biliyorum. Hayatın farkında olmak benim sevdiğim bir özelliğim hızdaki her ritmin farkındayım, zaman geçiyor. Nasıl yaşlanmışım ben, demiyorum; hoşuma gidiyor. Süleyman’ın dediği gibi “her şey rüzgarı yakalamaya benzer hayatta”. Hayat boş evet ama bunu bilerek yaşamak hoşuma gidiyor. İnsana bakış açım şu; farkında olmayan, geçmişte kalan, anı yaşamayan, gelecek için kaygılanan insanlara şaşıyorum. İnsan önemli, farkındalığı yaşayan tek yaratık insan. Hiçbir farkımız yok birbirimizde, insana böyle bakınca kendini onda görünce, empati yapınca, her insanı seviyorsun.  Şu an kavgalı olduğum kimse yok, bilinçli olarak.

Oyuncu olmak isteyenlere tavsiyeniz var mı?

Var. Yapmasınlar. Oyunculuk maalesef meslek değil. Ama insan için ilk akla gelen bu, para kazanmak için. Oyunculuk doğuştan bizde olan bir şey. Yeteneğe inanmıyorum. Çok çalışırsan ve kanalize olursan ne istersen yaparsın. Aziz Nesin’in büyük bir lafı var: ölmeye karar verirsen ölürsün. Karar verme mekanizması beyinde çok güçlü. Bu her insanda var. Her yerde eğitim var Türkiye’de. Ama eğitmenler de konservatuarı bitirmiş, çok ünlü tiyatrocular… Ama tiyatro öğretmenliği çok başka bir şey. Benim ilk rol arkadaşım Müşfik Kenter’di. O, konservatuara hoca olarak girmişti. Gidip deneyimlerimi anlatıyorum, demişti. Oyunculuk farklı bir yaşam tarzı, içinde her şeyi barındırıyor.  Çünkü konun insan. Bir aktör de mükemmel insanı bulmak zorunda, mesela Macbeth oynayacaksın. Hırsı bulup çıkarınca Macbeth oluyor. İntikamı çıkarınca Hamlet oluyorsun.

Tiyatro sahnesinde oynadığınız hangi rol sizin için özeldir ve en sevdiğiniz tiyatro metni hangisidir?

Oynadığım bütün roller benim için özel. Sevmeden oynadığım pek bir şey olmadı. Konservatuarda Shakespeareyen bir oyuncuydum. Hamlet’i oynamayı çok isterdir. O benim için çok özel bir karakterdir. En sevdiğim metin Hamlet ama oynayamadım.

Türkiye’deki tiyatrolar için düşünceleriniz nedir? Özel tiyatroların sorunları neler ve ne yaparsak daha ileri gideriz?

70’li yılların sonlarında tiyatro güzeldi. Ana şehirlerde yerleşik tiyatrolar çok fazlaydı. Şimdi kaç tane var? Pazartesi gişe açılırdı öğlen. Haftada 7 oyun oynanırdı, 2 saat içinde biterdi. Eğlenceye yönelik oyunlar dışında ağır dramlar da oynardık. Yerleşik tiyatrolar kalmadı. Şu an muhtelif yerlerde oynuyoruz. Televizyon çok böldü. 80 yılında Devekuşu Kabare, zeki-Metin’i görmek için her sabah sıraya giriyordum bilet alabilmek için, beş günün sonunda bulabilmiştim bileti. Televizyon çıktıktan sonra adam pijamasını giyip Zeki-Metin karşısında. Onları görme isteği kalmadı. Nasıl kurtulur? Gerçekten bilmiyorum. Gençlere büyük iş düşüyor. Onların bilinçlenmesi lâzım. Tiyatro bir geçiş yeri gibi görülüyor. Tiyatrodan diziye… Herkes beni tanısın, diyorlar.

Bir ekipte -sizin için tv, radyo, sinema, tiyatro- kimin değeri bilinmez?

Her zaman değişir. Bunun için seyircinin bilinçlenmesi lazım. İyi bir şey yapıyorsun, tutuyor. Kötü yaptığın iş de tutuyor. Ben 38 senedir sahnedeyim, sinemadayım. O kadar çok kötü iş yaptım ki, biri de çıkıp yuhalasın, kafama bir şey atsın… Çünkü bilmiyor. Görsel sanatların izleyecisi evrimini tamamlamadan kötü yönde evrimleşti.

Röportaj: Ezgi Gizem Gülümser Tanrıöver